Racih Huri
Lübnanlı yazar
TT

Lübnan’ı petrolle takas etmek mi Mösyö Macron?

Viyana'da ABD ile İran arasındaki nükleer müzakerelerin 6 turu boyunca, Fransızlar, işleri normale döndürecek, Fransız şirketlerinin ve çıkarlarının İran sözleşmelerinden pay almaya geri dönmesine izin verecek bir anlaşmaya varılması konusunda en istekli ve aceleci taraf göründü. Fransız şirketler, Donald Trump'ın 2018'de anlaşmayı iptal etmesinin ardından, dünyanın en büyük pazarı olan Amerikan pazarını kaybetme olasılığını göze alamayacaklarından, yaptırımlar dizisi altında İran’dan çekilmişlerdi.
Bu belki anlaşılabilir bir şeydi fakat Emmanuel Macron Fransası, kendisine geçmişte “şefkatli anne” diyen Lübnanlıların çoğunun gözünde şimdi bir tür oportünizme saplanmış görünüyor. Geçen yıl Beyrut Limanı patlamasından sonra Macron’un 6 Ağustos’ta Lübnan’a yaptığı ilk ziyaretin ve duyurduğu girişiminin, siyasi ekibi bir halk öfkesi patlamasından kurtardığı, dahası Hizbullah’a el uzattığı açığa çıktı. Macron daha sonra, Eylül başlarında Beyrut’tan doğrudan Bağdat’a geçtiği ikinci ziyaretini gerçekleştirdi. Pek çoklarının gözünde tüm bunlar, Lübnan'ı bölgedeki Frankofon bir kapı olarak korumak isteyen Fransa'nın, Irak'ın kendisi ve yatırımları için ikinci durak olduğu İran'a Lübnan’ı satmaktan çekinmediği anlamına geliyor.
Bu nedenle İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin 5 Eylül’de Macron ile yaptığı telefon görüşmesinde; “Lübnan halkı ekonomik yaptırımlardan muzdarip ve Fransa bu yaptırımların kaldırılmasında rol oynayabilir” açıklamasını yapması oldukça şaşırtıcı göründü. İran, Fransa ve Hizbullah'ın güçlü bir Lübnan hükümeti kurma çabalarının Lübnan'ın çıkarına olabileceğini ifade eden Reisi, “Lübnanlılara her türlü insani yardımı sağlamakta tereddüt etmeyeceğiz ve Lübnan'ın kalkınması için Fransa ile iş birliğine hazırız” diye ekledi.
Reisi bu sözleri gelişigüzel mi söyledi yoksa arka planında Lübnan sermayesini iki kez satmak istediği söylenen Macron ile arasında geçen bir konuşma mı var?
Macron Lübnan sermayesini ilk kez, üst düzey bir Fransız kaynağın görüşmenin ertesi günü, İran’ın Lübnan’da hükümetin kurulmasını (nitekim hükümet gerçekten de dün kuruldu) engellemediğini, Macron’un hükümetin kurulması meselesini Bağdat Zirvesi’nde gündeme getirdiğini söylediğinde sattı. Kaynak ayrıca Macron’un, Tahran’ın hükümete ilişkin talepleri olmadığını, hükümetin kuruluşunu her şeyi kendisine isteyen Özgür Yurtsever Hareketi’nin lideri Cibran Basil’in engellediğini düşündüğünü, Paris’in, Hizbullah’tan Avncı müttefiklerine baskı yapmasını istediğini ama Hizbullah’ın onlarla bozuşmak istemediğini (!) belirttiğini de kaydetti.
Lübnan’da hükümetin kuruluşunu, Viyana’daki müzakere masasında bir bölgesel baskı kartı olarak kullanmak için engellediğine dair tüm söylenenlere rağmen İran’a bu iyi hal belgesinin verilmesi garip. Keza Hizbullah’a verilen ikinci iyi hal belgesi de. Halbuki Hizbullah, Avncıların aşırı silahlı gücünün sağladığı kalkanı muhafaza etme arzuları karşılığında kendisine sundukları Hristiyan kalkanı muhafaza etmek için baskı yapmıyor. Macron ve Beyrut’taki Büyükelçisinin Hizbullah’ın argümanının doğru olmadığını keşfetmeleri zor mu? Kesinlikle hayır, ancak bu planlar, Irak'ta ve gelecekte İran'da petrol ve doğalgaz sözleşmelerine erişimin önünü açacak.
Nasıl mı?
Macron, Bağdat'taki bölgesel devletler konferansına katılan tek Batılı başkandı. Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi, mesela Tahran buna karşı çıksaydı ya da Paris ile Tahran arasındaki dostluk hatları aktif olmasaydı, bu istisnayı yapabilir miydi? Hepsinden önemlisi ya da belki de tüm bunları izah eden şey, Reisi’nin Lübnan hükümetiyle ilgili açıklamasının ertesi gününde, yani 6 Eylül’de, Fransız şirketi Total’ın Irak hükümeti ile enerji alanında 25 yıllık büyük bir anlaşma imzaladığını duyurmasıdır. Anlaşma, ülkenin güneyinde, yani İran sınırında 27 milyar dolara mal olacak 4 dev enerji projesinin inşasını öngörüyor. Bu projelerin elektrik sektörünü desteklemeye yönelik olduğunun açıklığa kavuşturulmasında yarar var. Bilindiği gibi İran, Bağdat'ın ödemelerini geciktirdiği bahanesiyle güneyine elektrik arzını keserek Irak hükümetine boğucu bir baskı uyguluyor.
Liman patlamasından sonra 6 Ağustos’ta Beyrut’a yaptığı ilk ziyaretinden, Lübnan’ı yakıp yıkan siyasi ekibi kurtarmaya çabalamasından, Fransa Büyükelçiliği’nde düzenlediği ve girişimini açıkladığı toplantıya Hizbullah heyetini davet etmekte diretmesinden beri Fransa Cumhurbaşkanı, İran ile bağlar kurmaya önem veriyor gibi görünüyor. ABD’nin yeni anlaşmanın çerçevesini, balistik füzeler meselesini ve İran’ın Sana’dan Gazze, Bağdat, Şam ve Beyrut’a istikrarı sarsan bölgesel politikalarını içerek biçimde genişletme eğiliminden bağımsız olarak, Viyana’da anlaşmaya varılması için bastıran Paris’in coşkusunun tabii ki İran da farkında.
Reisi’nin Fransız-İran iş birliğinin Hizbullah ile Lübnan hükümetini kurmasıyla ilgili açıklaması elbette Lübnan devletinin bileşenlerine, Cumhurbaşkanı Mişel Avn'a ve hükümeti kurmakla görevlendirilmiş başbakan ile Sünni gruba yönelik derin bir hakaret teşkil ediyor. Bu, elbette Fransa ve Lübnan'a yönelik ilgisi için gizli değil. Lübnan Fransa için artık bir vatan ve egemen bir ülke değil, bir pencere ve bir koridor. Reisi’nin açıklaması, Hizbullah’ın İran'dan Lübnan'a gemilerle benzin ve akaryakıt getirtmesi ile aynı zamana denk geldi. Amerikalılar ise bu adıma Lübnan’ın Ürdün ve Sezar Yasasına rağmen Suriye üzerinden Mısır doğalgazı ithal etmesine izin vererek karşılık vermek için harekete geçtiler. Ancak bu, İran'ın Lübnan'ı "direniş eksenine" dahil etme iştahını kesmedi. Bu nedenle, örneğin İran Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan, Lübnan'a yakıt gönderilmesi için hükümetin talepte bulunmasını şart koştu. İran'ın Beyrut Büyükelçisi de Tahran'ın elektrik ve altyapı sorununu çözmesini, ilaç sevkinin önünü açmasını ve Lübnan ordusuna yardıma hazırlanmasını (!) önerdi.
Macron'un artık Fransa'yı İran’ın Lübnan'daki spekülatif bir ortağı olarak gördüğünü söylemek mümkün mü?
Şefkatli anneyi unutun, çünkü petrol ve yatırımlar söz konusu. Barack Obama’nın nükleer anlaşmayı imzalamasından sonra Tahran'a ilk gelenler Fransız şirketleriydi. Total Şirketi Şah döneminden beri İran petrol sektörü ile ilişki içinde. Başkan Trump anlaşmayı iptal etmeden önce Airbus Tahran’a 18 milyar avroluk bir satış gerçekleştirmişti. Otomobil şirketi Renault'nun da İran’a yönelik projeleri vardı. Total, 5 milyar dolar değerinde doğalgaz sözleşmeleri imzalamıştı.
Tüm bunlar açık ve anlaşılır. Ancak Fransa, Lübnan hükümetlerinin kurulmasında İran ve Hizbullah'ın ortağı haline geldiyse, işte o zaman Lübnan'ı, demokrasisini, özgürlüğünü ve egemenliğini Irak petrolü ardından İran petrolü ile takas edilen bir ülke haline getiren müflis ve kör siyasi ekibe yazıklar olsun!