İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

ABD ve dalgalı demokrasi dünyası

Washington, 1970'lerin başında Richard Nixon’u Beyaz Saray'dan çıkaran gazeteci Bob Woodward'ın kalemiyle demokrasinin temellerini ve cumhuriyetin dayanaklarını sarsan bir depreme dönüşecek yeni bir siyasi fırtınanın eşiğinde görünüyor.
Woodward, Peril (Tehlike) adlı son yazdığı ilgi çekici ve tehlikeli kitabıyla komplo teorisyenlerine kapıları ardına kadar açıyor ve topu Washington generallerinin sahasına atıyor. ABD içerisinde askeri darbe fikrine ilişkin şüphelerin yularını bırakıyor. Woodward kitabında Beyaz Saray’da oturan sivil başkan ile Pentagon’un askerleri arasındaki çatlağın ABD demokrasi duvarında bir yarığa dönüştüğünü gösteriyor, ki bu, önce ABD’nin sonra dünyanın güvenliğini ve selametini tehdit eden bir şey. Hikâye ne ve dünyayı dolduran ve insanları meşgul eden çağımızın Roması’nın surlarının arkasında neler oluyor?
Önümüzdeki hafta resmi olarak piyasaya sürülmeden önce ABD merkezli büyük haber kanalı Cable News Network’un (CNN) bir kopyasına ulaştığı Tehlike adlı kitabın sayfaları bize Genelkurmay Başkanı’nın eski ABD Başkanı Donald Trump'a karşı yumuşak darbeye benzer bir şey yaptığını ve bunun Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin siyasi onayı ile gerçekleştiğini gösteriyor.
Beyaz Saray'daki son iki ayında Trump'ın ne kadar öfkeli olduğunun herkes farkındaydı. Trump Pentagon’un 31 Aralık'a kadar Somali Federal Cumhuriyeti'nden ve 15 Ocak 2021'e kadar Afganistan İslam Cumhuriyeti'nden çekilmesi için bir kararname çıkardı.
Kararname dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mark Milley'in önüne gelince çıldırmıştı ve kararnameyi Savunma Bakan Vekili Christopher Miller'a sevk etmişti. Bunun üzerine Miller kararname hakkında bilgisi olmadığını belirtti.
Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O'Brien Beyaz Saray'da neler olup bittiğinden habersizdi. Herkes Trump’a karşı gelince Trump kararnameyi iptal etmek zorunda kaldı. Ancak sahnenin burada bitmediği ve perde arkasında kargaşanın devam ettiği aşikâr.
Orgeneral Milley içinde bulundukları anın tehlikesini ve Başkan Trump'ın özellikle Çin'e karşı suç işleme olasılığının, ne insanın bedeninden bir şey bırakan, ne de sürekli yakıp durmaktan vazgeçen feci bir nükleer çatışmaya yol açabileceğini görüyordu.
6 Ocak’ta ABD Kongre Binası’na yapılan saldırı tsunamisi ABD’lilerin zihinlerini felç etmişti. O zamanlar dünyanın bildiği şey buydu. Bilinmeyen şey ise Çin’in sessizce kayıt dışı bir şekilde olağanüstü hâl (OHAL) ilan etmesiydi. Çünkü Çinliler Trump'ın ülkesini saran siyasi kargaşanın ortasında beklenmedik bir adım atacağını bekliyorlardı. Bu düşünceden hareketle özellikle gerilimin en yüksek seviyelerde seyrettiği Güney Çin Denizi bölgesinde alarm seviyesini yükselttiler.
Korkan sadece Orgeneral Milley değildi. Milley, Trump’ın ezeli düşmanı Temsilciler Meclisi Başkanı’ndan korkusunu daha da artıracak bir telefon aldı. Telefon konuşması şöyleydi:
Pelosi: Onun deli olduğunu biliyorsun!
Milley: Sayın Temsilciler Meclisi Başkanı her konuda sizinle aynı fikirdeyim.
Tam olarak 8 Ocak’ta gerçekleşen bu telefon görüşmesinden hemen sonra Milley Pentagon'un en üst düzey yetkililerini bir araya topladı. Toplantı sırasında nükleer silahları fırlatma emirlerini yerine getirmekten sorumlu olan yetkililere, başkanın silahları kullanmak istemesi halinde kendisine başvurmaları talimatını verdi ve herkesten söz aldı.
Milley bununla yetinmeyerek vizyonunu daha geniş bir alana yöneltmeye karar verdi ve ulusal güvenlik ve istihbarat servislerinin liderlerinden her an her şeyi izlemelerini istedi. Bu istek, özellikle Beyaz Saray'ı ve Başkan Trump'ın eylemlerini gözlemlemek ve izlemek anlamına geliyordu.
Özellikle ABD Başkanı için ABD Anayasası’nın ikinci maddesinin ikinci kısmında “Başkan, Birleşik Devletler Kara ve Deniz Kuvvetleri ve Birleşik Devletler için faal
hizmete çağırıldıkları takdirde, eyaletlerin milis kuvvetlerinin başkomutanı olacaktır” ibaresi geçerken, tüm bu olup bitenler ABD demokrasisine karşı onaylanmış bir darbe miydi?
Bu soruyu cevaplamadan önce gelin Orgeneral Milley’e ve Trump’ın arkasından nasıl iş çevirdiğine bakalım. Milley, Trump’ın bir isyancıya dönüşebileceğini hissetti ve bu yüzden ABD ordusundaki astlarına "Başkanı tetikleyecek noktanın ne olduğunu asla bilemezsiniz" dedi. Trump gerçekten Çin'e karşı konvansiyonel veya nükleer bir saldırı yapmayı mı planlıyordu?
Görünüşe göre Bob Woodward, ABD’nin ulusal güvenliği nedeniyle Beyaz Saray ile Pentagon arasında yaşananların boyutlarını gizli tutuyor. Ancak Milley'in Çin Ordusu’nun Genelkurmay Başkanı General Li Zuocheng ile iki kez telefonla görüşmesi neredeyse güçlerin sergileneceği korkunç bir olayı gözler önüne seriyor.
Milley, 8 Ocak günü General Li'yi arayarak Washington'un Çin'e yönelik bir saldırı hazırlığında olmadığını ve durumun kontrol altında ve yüzde 100 stabil olduğunu söyledi. Ancak Milley ABD cumhuriyeti için korkunç ve aşağılayıcı bir cümle daha söyledi:
“Her şey yolunda. Ancak demokrasi bazen dalgalı olabiliyor.”
Bu ifade, Trump Pentagon ve generallerinin müsaade ettiği eşiği geçmiş olsaydı anti demokratik bir eylemde bulunmaya hazır olunduğu anlamına mı geliyor?
Milley bir dünya savaşının patlak vermesini önlemek için görev duygusuyla yetkilerini aşmıştı. Ancak olayın kendisi ve haberimiz olmadan arka planda yaşananlar, demokraside bir dalgalanma değil bir çöküş yaşandığını gösteriyor. Bu "önce ABD" inancı gereğince korumacılığa yönelen bir ülkede demokrasinin kredisini ve sonuçlarını tartışmaya açıyor.
Tehlike kitabının sayfalarında daha ne gibi korkunç şeyler var?