Racih Huri
Lübnanlı yazar
TT

İran yakıtı kokan hükümet!

Geçen hafta, Necib Mikati hükümetin bakanlık listesini onaylamak için Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda toplandığında, Hizbullah’ın devleti hiçe sayarak İran’dan getirttiği akaryakıtı taşıyan tırlar, sesleri Baabda’ya kadar ulaşan top atışları ve kurşun yağmurunun dahil olduğu kutlamalar ortasında Suriye'den Bekaa bölgesine giriş yapmaya başlamışlardı. Fakat hükümete Bekaa bölgesinde -elbette arkasından- yaşananlarla ilgili fikri sorulduğunda, tek kelimeyle toplantıda bu konuya değinilmediği karşılığını verdi. Bunun nedeni bir politikacının acı bir alayla dolu yorumundaki gibi belki de “Bekaa Lübnan’da değil de Honolulu’da olduğu için”.
İran Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan akaryakıtın Lübnan hükümetinin talebi üzerine gönderildiğini açıkladığında, Mikati bunu yalanladı. Bu yalanlama üzerine Abdullahiyan’dan akaryakıtı Lübnanlı tüccarların satın aldığına dair bir izah geldi. Sanki dünyanın herhangi bir ülkesinde tüccarlar resmi makamların onayı olmadan herhangi bir ülkeden istediklerini ithal edebilirlermiş gibi!
Gelgelelim Lübnan’daki bu makamların İran’dan gelen akaryakıt meselesinde iki hususta yok gibi davrandıkları görülüyor; birincisi, ABD’yi zayıflatmak isteyen Çin’de bulunan ve ABD yaptırımlar listesinde yer alan Lübnanlı tüccarların, Hasan Nasrallah’ın defalarca İran’ın bir hediyesi olduğunu söylediği akaryakıt tankerinin bedelini ödedikleri söylendiğinde. Devlet, elbette “ne duydum ne de gördüm” tavrındaydı. İkinci husus, İran’dan Lübnan’a gönderilen akaryakıtın onu ABD yaptırımlarına maruz bırakması ihtimali. Ama devlet burada da “ne duydum ne gördüm” tavrında.
Geçen hafta Cuma günü CNN'den Becky Anderson, Mikati ile röportaj yaptı ve ona İran petrolünün Lübnan'a izinsiz veya resmi bir talep olmadan girişi hakkında ne düşündüğünü sordu. Mikati tam olarak şunu söyledi: “Lübnan'ın egemenliğinin ihlal edilmesi beni üzüyor, ancak Lübnan'a yönelik yaptırımlardan korkmuyorum çünkü operasyon Lübnan hükümetinden izole bir şekilde gerçekleşti”. Hizbullah, haftalardır İran’dan akaryakıt getireceğini tekrarlarken, mesele bir gemi ile sınırlı kalmayıp, (Lübnan devletinden hiçbir yorum gelmeden) birbirini takip eden bir konvoya dönüşmüşken, hükümetten izole olduğunu söylemesi anlaşılır değil. Ancak daha önemli soru şu; Başbakan Mikati'nin ihlal edilen Lübnan egemenliğine duyduğu üzüntünün ne faydası var? Dünyanın herhangi bir ülkesinde, egemenlik ihlal edildiğinde başbakanlar istifa eder ve hükümetler çöker. Ancak işin tuhafı, akaryakıt operasyonunun Lübnan hükümetinden izole bir şekilde gerçekleştiğini kabul eden Mikati'nin Lübnan'a karşı yaptırımlardan korkmaması, acaba kendisi neye güveniyor?
Daha da şaşırtıcı olan, Lübnan’ın yaptırımlara maruz kalmayacağı konusundaki müthiş rahatlığına ilaveten, kardeş Arap ülkelerinin yeniden desteğinin kazanılması konusunda iyimser olduğunu belirtmekten kaçınmaması. Oysa henüz hiçbir Arap başkentinden kendisini arayan olmadı. Bu bağlamda şunları söylemekten de çekinmedi; “Lübnan çok hasta, hastanenin acil servisinin önünde can çekişiyor, büyük Arap kardeşinin gelip onu götürmesini bekliyor. Onu ameliyat için ameliyathane nakletmesini, ardından yoğun bakıma almasını, nekahet dönemini geçirip nihai olarak iyileşmeyi istiyor.”
Başbakan, Hizbullah’ın her gün suçlama ve tehdit bombardımanına tuttuğu, uyuşturucuya boğmaya çalıştığı “büyük Arap kardeşine” güvendiğini ve onu beklediğini söylüyor. Pratik olarak, bilhassa Cumhurbaşkanı Avn’ın Hizbullah ile ittifak kurmasından sonra başlayan bu dönemde Hizbullah devletçiğinin karar sahibi, son sözü söyleyen taraf olmasından sonra “büyük Arap kardeşinin” yabancılaşmasına ve uzaklaşmasına daha çok üzülmeli. Lübnan’ın egemenliğinin ihlal edilmesine üzüldüğünü söylüyor, fakat kardeş Arap ülkelerini özellikle de Körfez ülkelerini hedef alan taraflılık, ithamlar ve uyuşturucu, Lübnan egemenliğinin ihlal edilmesinden daha menfur ve çirkin bir ihlaldir.
Üzüntünün bu siyasi ekibin değil, sadece Lübnan halkının hakkı olduğunu söylersek abartmış olmayız. Bu siyasi ekip ki, Pazartesi günü Lübnan'ın ulaştığı korkunç çöküşün boyutunu gözler önüne seren kusurlu ve skandal bir meclis oturumunda verdiği güvenoyu ile bize İran akaryakıtı kokusu ve tadı taşıyan bir hükümet hediye etti. Bilindiği üzere 2019'da “17 Ekim” devriminin patlak vermesi ve protestocuların Necme Meydanı'ndaki parlamento binasına ulaşma girişiminin ardından devlet, milyonlarca dolara mal olan demir ve beton engellerle parlamentoya giden yolları ve geçitleri kapattı.
Öte yandan, ülke ekonomik çöküşle boğuşurken, Temsilciler Meclisi Kültür Bakanlığı’na bağlı UNESCO binasına taşınma kararı aldı. Milletvekillerinin rahatına ve parlak fikirlerine önem verildiği için de klimaların onarımına hemen 60 milyon Lübnan lirası harcandı. Bunun ardından geçtiğimiz Cumartesi günü, adını “kararlılık hükümeti”nden “Kurtuluş için hep birlikte” olarak değiştiren Mikati hükümetine güven oyu oturumu toplantısının UNESCO binasında yapılmasına karar verildi. Adını değiştirmek, “kararlılık” yerine “hep birlikte” (ve izin vermediler) diyerek beklenen kaçınılmaz başarısızlığı genelleştirmeye yönelik açık bir önleyici girişimdir.
Cumartesi günü milletvekilleri UNESCO binasına akın ettiler ama onları bir sürpriz bekliyordu, o da elektrik kesintisi. Bu, aslında tüm ülkeyi ve halkı kapsayan bir durum. Milletvekilleri iki ağır şaka ile karşı karşıya kaldılar. Birincisi, binaya ait jeneratörlerin akaryakıt olmadığı için çalıştırılamaması, ikincisi de Hizbullah’ın gönderdiği söylenen akaryakıt taşıyan tır gelene kadar 40 dakika boyunca karanlık koridorda beklemek zorunda kalmaları. Hizbullah tarafından yayılan bir diğer rivayet şöyle; bizden yardım istenmesi üzerine UNESCO binasına bir jeneratör gönderdik. Ama sadece yakıta ihtiyaçları vardı, biz de bir tır gönderdik. İran yakıtı ile yazılmasına rağmen, bilhassa siyasetçilerin odak noktasını oluşturacak milletvekili seçimleri dönemi başlamadan önce mucizeler yaratması için önünde sadece 4 ay olduğundan iyimserlikte çok yükseklerde uçan bakanlık bildirisinden bahsetmeye gerek yok. Ancak Mikati Kuveytli “el-Ceride” gazetesine verdiği demeçte; “Geleneksel anlamda bir hükümet değil de Lübnan'ı krizlerinden kurtarmayı amaçlayan kapsamlı bir reform programına ulaşmakla somutlaşacak belirli görevleri olan bir çalışma ekibi” kurduğunu söyledi. Eğer öyleyse, örneğin, en azından büyük hükümetine güven oyu vermek için düzenlenen oturuma elektrik temin etmekle başlayabilirdi. Ama bunun yerine Lübnanlılara, İran akaryakıtının kokusuna bulanmış ve ihlal edilmiş egemenlik konusundaki üzüntüsünden bahsetti!
Bu başarısız devlette bir başkası gibi Başbakan da ne akaryakıt ve çok daha önemli şeylerle ihlal edilen egemenliğe ne de kötü durumdaki, büyük Arap kardeşini beklerken hastanenin acil servisi önünde can çekişen hasta Lübnan’a duyduğu üzüntüden bahsetmemeli. Asıl hatırlaması gereken, Lübnan’ı can çekişen bir halde acil bölümünün önüne atanın kendisi ve yozlaşmış siyasi ekip olduğudur. En çok da büyük Arap kardeşin harap ettikleri Lübnan için üzgün olduğunu, kurtuluşun her gün kendisini suçlamalar, hakaretler ve uyuşturucularla hedef alanların bulunduğu kardeşlerde değil, kendi ellerinde olduğunu hatırlamaları gerekir.