Bekir Uveyda
TT

İklim değişiyor, tarih de...

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres yaptığı açıklamada “Okyanusların derinliklerinden dağların zirvelerine, eriyen buzullardan süreklilik arz eden aşırı hava olaylarına kadar dünyanın dört bir yanında ekosistemler ve toplumlar harap oluyor” dedi. Bilindiği gibi, BM Genel Sekreteri’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşma öylesine değil, gezegenimizin doğu batı, kuzey ve güneyinde tüm insanların gözleri önünde olup biten bir gerçekliğe karşı uyarma niyetiyle gerçekleşti. Guterres'in konuşması, Glasgow İklim Zirvesi hazırlıkları sürecinde, Dünya Meteoroloji Örgütü tarafından yakın zamanda yayınlanan "2021 İklimin Durumu" raporuna ilişkin yorumlar çerçevesinde geldi.  Küresel toplantı pazar akşamı çalışmalarına başladı. Öncesinde her gözlemci muhtemelen iklim değişikliği sonucunda dünya halklarının karşı karşıya olduğu trajedilerle ilgili birçok ülkeden gelen sorumsuz açıklamalara ilişkin panikle karışık bir gerilim hissetmiş olmalılar. Nitekim İngiltere Başbakanı Boris Johnson açılış konuşmasında, güzel sözler sarf etme derdini bir kenara bırakıp açıkça savaş dilinde “sıfır saati” anlamına gelen “gece yarısına yaklaşıyoruz” çıkışında bulundu. İnsan, ev sahibi ülkenin Başbakanı bu tür bir zaman sınırlaması yaptığı için mutlu olabilir. Fakat ardından şunu merak edebilir: Johnson nasıl özellikle o anı seçti? Dahası çalışkanlığıyla tanınan bir tarihçi olarak kendisi, dünyayı ihmal nedeniyle azarlamakla kalmayıp ülkesini iklim değişikliğinden korumak ve gerçekleştirdiği iklimsel başarılarla tarihe geçmek için ne yapıyor?
Gerçek şu ki bu soru herkesi kapsamalı. Bu bağlamda “Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz” hadis-i şerifi hatırlanabilir. İklim değişikliği felaketleri birden fazla düzeyde ve bağlamda, farklı yüzlerde kargaşadan muzdarip dünyanın çeşitli bölgelerinde meydana geliyor. Ancak sorumluluğu genelleştirmek, mutlaka herkesin kriterlerini belirleme konusunda eşit olduğu anlamına gelmez. Eşitlikten bahsetmek mantık dışılıktır. Kaynaklar yönünden yoksul toplumlara, örneğin araç egzozlarından kaynaklanan emisyonlar konusunda, geçim kaynaklarının bol olduğu, birçok ferdinin yeni model araçları için fakir ülkelerde insanların bulamadığı temiz sudan daha fazla yakıt harcayan toplumlar ile eşit sorumluluk yüklemektir. Böyle bir eşitlik adil midir? Kesinlikle hayır. Çin ve ABD gibi iki ülke, Afrika, Asya ve Latin Amerika’da günlük yaşamlarının her alanında aşırı yoksulluktan muzdarip ve acı çeken ülkelerin halklarıyla nasıl eşit bir zemine yerleştirilebilir? Böyle bir şeyin olması imkansızdır. Bu nedenle gelişmiş sanayi ülkelerinin, gelişmekte olarak nitelendirilen (ama normal büyüme oranlarının altında tanımlamasının onlar için daha doğru olacağı) ülkelerin halklarına yardım için 100 milyar dolar tahsis etmeleri son derece adildir.
Daha fazla tehlikenin gerçekleşmesini önlemek için çok mu geç kaldık? Bu soru bana 30 yıl önce Suriye’ye yaptığım bir ziyaret (ki bu ülkeye son ziyaretim oldu) sırasında yaşadığım bir olayı hatırlattı. 1989 yılıydı ve sonbaharın başıydı. Ailevi bir mesele için Şam’a gitmek zorunda kalmıştım ve şehir halen yakıcı bir yaz sıcaklığıyla kavruluyordu. Dehşet içinde ‘Geniş bahçeleri ve yeşil ağaçları ile Guta’nın çevrelediği başkentte ne oldu da sonbahar bu kadar sıcak geçiyor?’ diye sormuştum. Otelin resepsiyon görevlisi gülümseyerek “Acaba Guta nerede? Tamamen yok olmak üzere. Çölleşme ilerleyerek yüksek binalara alan açıyor” karşılığını vermişti. Halep’te de benzer sözler duymuştum. Birisi esefle yaz ayları boyunca Körfez ülkelerinden kardeşlerini konuk eden Suriye’nin artık bizzat kendi yazının çekilmez hale geldiğini söylemişti.
İklimsel düzeyde Suriye’de yaşananlar başka Arap ülkelerinde de meydana geldi. Peki, neden? Çünkü iklim değişikliği bir bakıma değişen tarihin bir yansımasıdır ve bu nedenle her zaman eylemsizliğe ve donukluğa isyan eder. Sorun, tarihin hareketinin değişmesi, gelişmeye eşlik edenlerin ileri gitmekte ısrar etmesi, geriye gitmeye engel olmakta diretmeleri değildir. Asıl büyük sorun, iklim değişikliği felaketlerini önlemeye yönelik temellerin uygulanmasını sağlamak da dahil, hatta başta olmak üzere değişen tarihin gerekleriyle başa çıkmakta sağlam bir temele dayalı bilimsel bir hazırlığın olmamasıdır. İklim değişikliğinin tehlikeleri geçen yüzyılın ortalarından itibaren tecrübe sahibi herkes için netleşmeye başladı. Ama görmezden gelmek, gözleri kapatmak ve öğütlere kulak vermeyi reddetmek mevcut duruma yol açtı. Bir kez daha soralım; çok mu geç kaldık? Belki, ama halen umut var.