Sevsen Şair
TT

“Çatışma yönetimi” oyunu bitti mi?

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan, yıllardır takip ettikleri (geleneksel) yönün aksinde hareket ediyor. Artık menfaatlerini savunma yolundan, bu menfaatler uğruna saldırma yoluna geçtiler. Bu, uluslararası toplumun onayının, rızasının veya kabulünün beklenmediği bir yoldur. Uluslararası toplum denilen şey, maruz kaldığımız kayıplar ve yaptığımız fedakarlıkları umursamayan bir grup ülkenin çıkarlarından başka bir şey değildir.
Şimdi BAE Suriye'ye doğru ilerliyor. Suriye ile temaslar, Beşşar Esed rejimi ile BAE arasındaki ikili ilişkilerle ölçüldüğünde bazılarının radikal sayabileceği bir adımdır. BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed Al Nahyan’ın gerçekleştirdiği bu sürpriz ziyaret, ABD tarafından pek hoş karşılanmadı. Oysa ABD yönetimi, önce kırmızı çizgiler koyan ve ardından onları göz ardı eden bir yönetimdir. Dolayısıyla BAE’nin bu adımı, yalnızca belirli zamanlar ve kurallar kapsamında Suriye rejimine açık olmayı gerektiren Amerikan çıkarlarının dışında bir gelişmedir.
Ziyaret, Rusya ile bir uzlaşının sonucu olarak şekillendi. ABD bunun farkında ve bundan ötürü masaya taleplerini yatırıyor. İran'ın Suriye'deki varlığını azaltmak en öncelikli hedefimizdir ve sadece Amerikan kontrollerine göre hareket etmeye devam edersek bu olmayacak. Hudeyde’de aldığımız dersi akıldan çıkarmayarak Yemen cephesinde ardımıza bakmaksızın askeri savunma hattından taarruz hattına geçilmelidir. Bu geçiş, (uluslararası toplum) çatısı altında herhangi bir ülke tarafından yapılan insani çağrılar bahanesiyle herhangi bir talebi dinlememe gerekliliğinin açık bir örneğidir. Şu anda Marib cephesinde, Hudeyde cephesinde ve Sana Havaalanı’nda olup bitenler, uzun zaman önce yaşanması gereken şeylerdi.
Ayrıca -Fransızların veya başkalarının çağrılarını dinlemeden- Lübnan ile ilişkilerin kesilmesi de İran'ı Lübnan'da kısıtlamak ve Lübnan sokakları ile karşı karşıya bırakmak anlamına geliyor. Irak'la ve özellikle İran karşıtı akımlarla olan büyük açılımın en önemli başarılarından biri, Irak Başbakanı Mustafa Kazımi'ye suikast girişiminde bulunan İranlı milislerin yaşadığı sıkıntıdır.  İran bunun üzerine hemen harekete geçti ve Devrim Muhafızları Komutanı Kaani'yi, Kazımi'yi uyarması için gönderdi. Kazımi, selefi Nuri el-Maliki'nin yöneliminin aksine hareket etmesi ve milislerinin hareketini kısıtlaması halinde suikastla tehdit edildi. 
ABD'nin insansız hava araçlarıyla dolu İran kamyonunun Irak'a gitmesi için günlerce beklemesi tuhaf bir olaydır. Ardından insansız hava araçlarının, petrol kaynaklarını tehdit etmek ve İran'ın nüfuzunu kısıtlayanlara suikast düzenlemek için kullanılacağını bilerek ifşa etti!! İfşa, ABD'nin çatışmayı sona erdirmeye değil, yönetmeye çalışma politikasına devam ettiğini teyit etmektedir. Suudi Arabistan ve BAE'nin hareketini geleneksel yoldan bir ayrılma haline getiren şey budur.
Azerbaycanlılar ve hatta Afganlar ile iletişim kurmayı başarsaydık ve İran’ın kuzey cephesinin sınırlarıyla meşgul olunsaydı on yıllar boyunca takip ettiğimiz yolu değiştirir, her daim ateşkes bahanesiyle öne sürülen “uluslararası toplumun güvenliği” diye adlandırılan yönelimin aksine hareket ederdik.
İsrail, ABD, Bahreyn ve BAE arasında Kızıldeniz'de gerçekleştirilen manevralar, bağlamından çıkarıldığı takdirde radikal bir adımdır. Ancak İran tehdidinin, bu ülkelerin güvenliği için tehdit oluşturması karşısında oldukça doğaldır. Bütün bunlar, Suudi Arabistan'ın İran ile yaptığı keşif görüşmelerinde konumunu güçlendiriyor. Ayrıca Suriye’de tarafsızlaştırmak, İhvan-ı Müslimin ile olan irtibatını kesmek ve Libya’dan elini çekmesini sağlamak üzere Türkiye ile temas devam ediyor. Türkiye Cumhurbaşkanı’nın bugün iç ve dış ilişkilerini geliştirmesi gerekiyor.
Suudi Arabistan Krallığı’nın ve tüm Arap bölgesinin çıkarları göz önünde bulundurulduğunda, uluslararası toplumun talep ettiği çizgilerin boyutları netleştikten sonra uluslararası hat ile uyum sağlamak artık mümkün değildir.