Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Tarih kutsal değildir!

İnsanlığın felsefesi, bilimi, hukuku, ahlakı, dini, maneviyatı, sanatı, müziği ve kültürü tamamen tarih içinde oluşmuştur. İnsanlığın dinleri, tarihsel tecrübelerin sonununda ortaya çıkan ve gelişen ve değişen olgulardır. Bir dinin tarihi, o dinin tarihiyle birlikte kutsal olduğu anlamına gelmemektedir. Bir dinin tarihi, bir dini doktrinin tarihsel süreç içinde gelişimini esas alan ve inceleyen teolojik ve tarihsel bakışaçılarıyla incelenmesi anlamına gelmektedir. Tarih ve teolojinin birbirinden ayrılması mümkün değildir. Tarihten kopuk veya tarih üstü bir din veya teoloji yoktur.
İnsanlar büyük günah, Kuran’ın yaratılıp yaratılmadığı, sonradan yazılan Hadis kaynaklarının dindeki yeri, Peygamber’in ölümünden sonra onun takipçileri arasında ortaya çıkan siyasi iktidar mücadelelerine verilen teolojik anlamlar, dinin devletle birleştirilmesi, siyasi bir kurum olan halifeliğin dini otorite haline gelmesi, akıl-nakil ilişkisi gibi konularda farklı tarihsel süreçler içinde farklı yorumlarda bulunmuşlardır. Ortaçağdaki din anlayışıyla, İslam’ın ilk doğuş yıllarındaki dini anlayış aynı değildir. Mekke ve Medine’deki sahabiler ile Bağdat, Kufe ve Basra’daki merkezlerde yaşayan hadisçilerin ve fıkıhçıların din anlayışı aynı değildir. Tarihsel süreç içinde   inançlar, tarikatlar, mezhepler, sapkın olarak görülen akımlar ve dinde otorite görülen kişi, gruplar ve kurumlar ortaya çıkmıştır.
Din tarihi, bir inancın aslında din haline gelişinin tarihidir. Teolojiyi muhteva ve form olarak şekillendiren tarihtir. Din haline gelmiş bir inancın diğer farklı akımlardan, kültlerden özgünlüğünü ancak onun tarihsel süreç içindeki değişimiyle   anlayabiliriz. İslam Peygamberi’nin özgün tarihsel tecrübesini, onun ölümünden hemen sonra ortaya çıkan yalancı peygamberlerden ayırmak için teolojik tarih yaklaşımına ihtiyaç vardır. Din tarihinin amacı, bir dinin akidesinin zaman içerisinde gelişimini ortaya koymaya çalışmaktır. Tarih boyunca insanların değişik doktrinleri nasıl anladıkları ve bu farklı anlayışların neden olduğu   olumsuz veya olumlu olayların incelenmesi için dine tarihsel bir teolojiyle yaklaşmaya ihtiyaç vardır. Kur’an’ın mahluk olup olmadığı tartışmasının neden olduğu Mihne olayını, ancak tarihsel ve teolojik bir bağlam içinde ele alabiliriz.
İslam bağlamında İslam tarihi ile İslam devletleri tarihini birbirinden ayırmak nerdeyse imkansız gibidir. İslam tarihi kavramı, tarih boyunca Müslüman toplumlarda meydana gelen farklılaşmaları, hareketleri, kurumları, kaynakları ve otoriteleri kapsamaktadır. İslam tarihi, İslam doktrin ve pratiğinin tarihidir. İslam, bir din olarak tarihsel süreç içinde geliştiği gibi, devletle bütünleşmiş bir akidedir. İslam tarihi olarak ifade edilen şey, aslında tarihte Müslüman devletler olarak nitelenen devletlerin tarihinden oluşmaktadır. İslam tarihi, Halifeler dönemi, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Babürlüler, Safeviler, Kaçarlar, Fatımiler, Samanoğulları, Gazneliler, Karahanlılar, Selçuklular ve Osmanlılar gibi devlet ve imparatorlukların tarihidir. İslam tarihi, Müslüman bireylerin veya toplumların tarihi değildir. İslam tarihi, kendilerini İslam devleti olarak gören devlet ve imparatorlukların tarihidir. İslam’da kilise yoktur, devlet vardır. İslam tarihi, devletler tarihidir. Peygamber’in tebliğe başlamasından itibaren İslam inancı, savunulmakta ve eleştirilere maruz kalmaktadır. Devletler, İslam dinini her türlü eleştiriye ve saldırıya karşı savunmayı kendi asli görevleri olduğunu iddia etmişlerdir.
İnsan, tecrübeleriyle inançlarını, değerlerini, felsefelerini, sanatlarını ve ideolojilerini oluşturmaktadır. İnsanın önünde kayıtsız şartsız, şeksiz şüphesiz teslim olacağı bir gerçeklik bulunmamaktadır. Din adına bazı insanlar, vahşi kurtlar gibi kendi inançlarını mutlak doğrular olarak dayatmışlar ve onlara inanmayanları sapkınlar diye yok etmeye kalkmışlardır.  Tarih ve teoloji, insan tecrübesinin gelişimiyle inançların ve fikirlerin geliştiğini, değiştiğini ve açıklığa kavuştuğunu göstermekte ve birbirimize inanç adına vahşi kurtlar gibi saldırmamayı öğretmektedir.
Dinin tarihi, insanın tarihidir. Dinin tarihi, Tanrı’nın tarihi değildir. Tanrı, insanın ruhuna kendi özünden üflemiştir. Tanrısal bir öze sahip sahip olan insan, felsefesinin, ahlakının, biliminin, sanatının ve inancının tarihini yazmaktadır. Dinler tarihindeki sahici anlamdaki bilge ve maneviyat insanlarının fikirlerinden, eserlerinden ve tecrübelerinden yararlanmak değerlidir. Hiçbirinsanın inanç ve maneviyat tecrübesi ve anlayışı, kutsallaştırılmamalıdır.
Tarihi, tanrılar değil insanlar yazar. Tarihi yazan insanlar, aslında tarihte kendi tecrübelerini yazmaktadırlar. İnsanlar tarihi yazmaya devam etmektedirler. İnsanla birlikte tarih de ilerlemektedir. Tarih içinde yürümeyi bilen insanlar, tarihsel akış içinde savsrulmazlar, tarih yapıcı ve yazıcı rollerini sürdürmeye devam ederler.