Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Arap ulus devleti ve görünen çelişkiler

Arap dünyasının doğusuna ve batısına iki çelişkili sahne hakim. İlk sahne, kimlik, aidiyet ve politik pratik üzerine çatışmalarla dolu. Silahlar yoğun bir şekilde kullanılıyor, krizler yaşam tarzını ve istikrarı sarsıyor. İkinci sahnede, ulus-devlet kültürünün öne çıktığı, bir arada yaşamanın avantajları, çeşitliliği kucaklayan ve sürdürülebilir kalkınma yolunda ilerleyen bir vatandaşlık hakkında konuşmaların ve tartışmaların döndüğü istikrarlı ülkeler ve rejimler görülüyor.
Aklımdan bu iki sahne arasındaki çelişki aklımdan geçti. Çünkü hem kendisi hem de Suriye ve Irak gibi çevresi ilk sahnenin görünümleri ve fenomenleriyle dolu olan Lübnan'dan, dünya sahnesine çıkışının 50’inci yılını kutlayan Birleşik Arap Emirlikleri'ne geldim. Yedi emirliğin birlik değil de "federal" bir sistemde bir araya gelmesinden oluşmasına rağmen BAE’de kapsayıcı bir ulusal kültür, gelişmiş bir yaşam biçimi, vatana, düzene ve hukukun üstünlüğüne güçlü ve derin bir bağlılık bulunuyor. Abu Dabi'ye geldim ve burada Barışı Teşvik Forumu'nda (sekizincisi düzenlenen) kapsayıcı, çeşitliliği ve “ortak vicdan” statüsüne ulaşan bir arada yaşamı kucaklayan vatandaşlık konulu bir konferans verdim. Abu Dabi'de iken ulus-devletin ve Expo - 2020’nin başarılarına tanık oldum. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Umman Sultanlığı ve BAE'yi ziyaret ediyordu. Bölgesel istikrarın ve barışın, kalkınma başarıları ve iş birliğinin, dayanışma ve entegrasyonun derinleştirilmesi hakkındaki konuşmalar sadece yetkililer tarafından değil, herkes tarafından yapılıyordu. Üzücü ve acı verici olan, bir arada yaşam ve vatandaşlık devleti ifadelerinin Arap dünyasında ilk olarak hem Lübnan hem de Irak'taki kültürel ve politik dillerde ortaya çıkmış veya kullanılmış olmasıdır. Ne var ki bu ifadeler, söz konusu ülkelerde tek başlarına egemen değillerdi. Çünkü milliyetçi-devleti ulus- devletine, birleşik yaşamayı bir arada yaşamaya tercih eden taraflar da vardı. Birlik ve birleşme yanlısı milliyetçilerin sömürgeciliğin bir sonucu olduğu için “”ulus-devlet” dedikleri olgudan duydukları memnuniyetsizlik, Lübnan ve Irak ile sınırlı olmayıp, Suriye, Yemen ve Libya'yı da kapsıyordu. Bu tüm Arapları birleştirme arzusuna sahip ülkelerin bugün, hatta yıllardan beri sonsuz kargaşa ve çatışma ülkelerinin aynısı olması tesadüf değildir. Tüm bu birlik ve birleşme taraftarlarının söylemlerinde, KİK (Körfez İşbirliği Konseyi) ulus-devletleri istenmeyen bir modeldi. Milliyetçi emellere uymadığı için tümü tarafından küçümseniyordu. Ama olan şu ki – yakın tarih inkar edilemez- ilerici sorunlu ülkelerin seçkinlerinin yarısı bilgi ve daha iyi bir yaşam arayışıyla bu istenmeyen ülkelerde toplandı. Diğer üçte biri ise aynı amaçlarla Amerika Kıtası’na ve ötesine göç etti. Geri kalan eğitimli ve eğitimsizlere gelince; tek düşündükleri herhangi bir yere göç etmek!
Merhum Mısırlı düşünür Celal Emin, eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek günlerinde Mısırlıların hayatlarındaki değişiklikleri düşünerek, örneğin “Mısırlılara neler oldu?” gibi bir tür hüzün veren başlıklara sahip yazılar yazardı. Mısırlıların başına gelenler, Allah’a şükür, Lübnanlıların, Suriyelilerin, Iraklıların, Libyalıların ve Yemenlilerin başına gelenlerle uzaktan yakından kıyaslanamaz! Ayrıca diğer veya ikinci sahnedeki koşulların düzenliliği yalnızca zengin Körfez devletlerini kapsamıyor. Onlara ilaveten Mısır, Fas ve doğal kaynaklara sahip olmayan diğer ülkeleri de kapsıyor. Dahası zenginlik, mutlaka istikrar ve ilerleme anlamına gelmiyor. Öyle olsaydı hem Irak hem de Libya dünya ülkeleri arasında ön planda olurdu.
O halde mesele siyasi yönetimdedir. Bütün bu ülkelerde dış müdahaleden şikayet ediyoruz. Ancak Irak dışında bu ülkelerin herhangi biri işgal edilmedi. Daha ziyade, siyasi rakibine veya hakim yöneticisine karşı kendisine yardım etmesi için yabancı müdahaleyi ülkesine davet eden siyasi bir taraf var. Bu ülkeler birkaç yıl içinde ya müdahalecilerin ya da onların milislerinin eliyle çalkantılı hale geldi. Amerikalılar tarafından işgal edilen Irak’ta dahi işgal sırasında ve sonrasında ülke yönetiminin teslim edildiği Saddam Hüseyin'e muhalif Iraklıların idaresi o kadar kötü bir kerteye vardı ki halk, Saddam dönemini özler oldu!
Peki, şu an ne oluyor? İstikrarlı ve başarılı Araplar ilerlerken bahsettiğimiz beş ülkede durum daha da kötüye gidiyor. Ve tabii ki halen yöneticileri – ki kendileri gittikçe azalan bir azınlık -  iktidara ve onları destekleyen müdahaleci güçlere sarılıyorlar. Yeni olan ise bugüne kadar göç etmeyenlerin çoğunluğunun, bütün yanılsamaları (birçoğu için büyük ve önemli değildi) ortadan kalktıktan sonra kurtuluşu istemeleridir. Ancak bu “vatandaşlar” zayıf, kontrol eden taraflarsa güçlü. Uluslararası sistem o kadar akışkan ki kendisinden destek veya yardım, hatta uluslararası kararların uygulanması bile umulamaz. Bu Lübnan, Suriye ve Yemen'de açıkça görülüyor. Libya'da az da olsa uluslararası kararların uygulanmasına önem verilse de büyük olasılıkla ya başarısız olunacak ya da uygulanamayacak!
Gerçek şu ki bizim için geriye sadece istikrarlı, gelişmiş, öngörülü, dünyayı ve koşullarını iyi bilinen modeli temsil eden Araplar kalıyor. Nitekim Suudi Arabistan-Umman temaslarına ilişkin yapılan ortak açıklamada, seçimlerden sonra Irak'ta ve işler biraz normale döndükten sonra Sudan’da yaşananlara dair ilgi ve kaygı da vardı. Fransa Cumhurbaşkanı'nın Suudi Arabistan'daki temaslarını dikkatle incelediğimizde, Lübnan'ın ihtiyaçları, bağımsızlığını, istikrarını ve normal yaşam tarzını geri kazanma kaygısıyla işlerin düzeltilmesinin gerekliliği konusunda güçlü bir Suudi Arabistan farkındalığıyla karşılaşırız. Müdahale eden devletlere ve uluslararası topluma hitap edebilen bu güçlü ve kendinden istikrarlı devletler, uygun koşullar sağlandığında kardeşlerini düştükleri çukurdan yavaş yavaş kurtarabilirler.
Arap çevresinin istikrarlı ve normal bir yaşam sürmesi, Arap istikrar ve refah vahalarının çıkarınadır. İstikrar ve düzen Arapları ile İran ve Türkiye arasında istikşafi tartışmalar ve görüşmeler bulunmaktadır. Hiç şüphe yok ki bu bilge ve sağgörülü Araplar müdahalelerden kurtulmaya, militanları ve politikacılarıyla sorunlu ülkelerde istikrarın yeniden sağlanmasına ve yeniden imarın yaygınlaştırılmasına katkıda bulunmaya yarayan baskı imkanlarına ve araçlarına sahiptirler veya sahip olacaklardır.