Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

‘Sokrates'ten daha modern’

Atalarımızdan miras aldığımız şeyler ile zamanımızın insanlarından öğrendiklerimiz arasındaki farklılaşma hakkındaki soruyla sık sık karşı karşıya kalıyorum. Geçtiğimiz iki hafta içinde siyasi meşruiyet fikri ve kaynakları hakkında yazmıştım. Şöyle bir soru yöneltildi: Atalarımızın mirasında paralellikler varken neden Batı'da icat edilen kavramları kullanıyoruz?
Onun da öncesinde bir okur alaycı bir dille “Gelenekten kopma çağrısı yapıyorsunuz ve ardından 2 bin 400 yıl önce ölen Sokrates'in görüşlerini aktarıyorsunuz. Müslüman filozoflar Sokrates'ten daha modern değil mi?” şeklinde bir soru yöneltti. Bu tür bir soru bilimsel eleştiri kriterlerine uymuyor. Bilim, kimlikleri ve coğrafyayı tanımaz. Bilim, Sokrates'e veya İbn Sina'ya göre, herhangi bir fark olmaksızın, geçmişte veya günümüzde, nerede olursa olsun delilini arar. Ancak başta soruyu yönelten kişi olmak üzere okuyucuların çoğu, özellikle sunulan fikrin dinle ilgili olduğunu veya dini boyutları bulunduğunu düşünürlerse duruma bu açıdan bakamazlar veya kabul edemezler.
Bu konu geçtiğimiz yıllarda, ‘bilimlerin İslamileştirilmesi’ olarak adlandırdıkları çağrının yaygınlaşması ve bazı yazarların İslam Edebiyatı ve İslam Hikayeciliği topluluklarının birer dernek kurmasıyla büyük ilgi gördü. Bazıları da yozlaşmış bilimleri ayırt etmek için tartışmalar gerçekleştirdi. Bunun sonucunda, örneğin modern sosyolojinin yozlaşmış olduğuna karar verdiler. Çünkü din karşıtı temellere dayanıyordu ve üst düzey teorisyenleri ateistti. Ayrıca İslami tıp, yani eski İslam döneminde geliştirilen tedavi yöntemlerini yeniden canlandırma hakkında konuşmalar duyduk. İslami askeri ve İslami siyaset hakkında hadisler de işittik.
Bu çağrı, genetik ve mikrobiyal mühendislik araştırmalarının aksine, dinin değerleri ve etiğiyle çelişen bilimsel araştırmaları etkisiz hale getirmek için özel bir amaç ile başladı. Ancak -uzmanlık açısından- saf bilim alanından uzak olan bazı aktivistlerin coşkusunu uyandırdı. Bilim alanında Müslümanların ‘öncülüğü’ ve bizim bu alanda Batı'ya ihtiyacımızın olmamasına odaklanan ideolojik bir perspektiften bahsetmeye başladılar.
Bence bu fikrin en güçlü itici kuvveti, ‘eğer bir ürünümüz varsa, onu neden yurtdışından ithal ediyoruz?’ şeklindeki basit varsayımdır. Bu hipotezin etkisi her zaman olduğu gibi söz konusu bilimlerin dini bir ortamda geliştiğine işaret edildiğinde artar.
Ancak söylenenler sorunlu ve yararsız bir hale gelirse itibarı ortadan kalkar. Örneğin, savunucuları günümüz dünyasında hüküm süren teorilerle tartışabilecek bir kalkınma modeli geliştiremeyen ‘İslam ekonomisini’ ele alalım. Sahipleri sadece işlemlerin adını değiştiren ve tefecilik biçimlerinden çıkmak için yeterli olduğunu iddia ettikleri resmi prosedürleri ekleyen ve hiçbir zaman bugün dünyaca tanınan bankacılık çerçevesi dışında bir finansal aracılık modeli geliştirmeyi başaramayan ‘İslami bankacılık’ gibi...
Bu yapılanma kısa sürdü. Çünkü sınavı geçemedi. İnsanın diğerleriyle ve içinde yaşadığı evrenle ilişkisini düzenleyen kozmik bir vizyonu garanti altına almak yerine dini bir pelerin veya boyaya dönüştüren yoksul zeminler üzerine inşa edildiği kısa sürede ortaya çıktı.
İşin aslı şu ki Kur’an-ı  Kerim’İn bir tıp, mühendislik ya da ekonomi kitabı olmadığını, Allah'ın kullarına düşünüp tefekkür etsinler, hayatlarını en iyi şekilde yönetmek için birbirleriyle iş birliği yapsınlar diye akıl vermiş olduğunu kabul etme cesaretini göstermeliyiz. Başkaları tarafından ortaya konulan daha iyi olanı atalarımızın bilimlerine tercih ettiğimizde endişelenmemeliyiz. Bunun tercih edilme kıstası, eskilerin veya diğerlerinin haberleri veya bizim ülkemizde, kültürel çerçevemizde ya da başkalarının ülkelerinde ve onların çerçevesinde doğmuş olması değil, gerçek deneyime dayanmasıdır. En akıllı insanlar, seleflerini ve kitaplarını kutsayanlar değil diğerlerinin akıllarından yararlananlardır.