Hüseyin Şubukşi
TT

Bilim ve inanç: Tartışma sürüyor

Görünen o ki, dini anlama konusunda geleneksel bir görüşe sahip olanlar ile modern bilimin ve gelişiminin destekçileri arasında yeni ve farklı bir yüzleşme aşamasının eşiğindeyiz. Bu, iki taraf arasındaki ilk savaş olmayacak. Tarih, geleneksel dini görüşe sahip olanlar ile yalnızca bilimsel yaklaşımı benimseyenler arasındaki çatışmanın yoğunlaşmasına tanık olan yüzleşmeler, durumlar ve tartışmalarla dolu. Bu tartışmalar ve yüzleşmeler, kefenin zaman zaman bir taraf, bazen de diğer tarafın lehine eğildiği birçok savaşa tanık oldu.
Şimdi, birçok alanda ve birkaçını saymak gerekirse, tıp, astronomi, jeoloji ve anatomi alanında tanık olunan büyük ve muazzam bilimsel büyüme döneminde, geleneksel din görüşüne sahip olanlara metinsel oldukları ve kendilerini eski kalıplaşmış yorumlarla sınırlandırdıkları eleştirisi yöneltiliyor. Bu kalıplaşmış yorumlar, daha önce yorumlananlardan farklı gerçeklere dayanan yeni maddi bilimsel yorumlara ayak uydurmuyorlar. Yapıldıkları dönemde insanlığın sahip olduğu bilgi ve bilimle sınırlılar ve daha sonra keşfedilenlerle uyuşmuyorlar.
İlginç bir istatistiğe göre, insanlık tarihindeki tüm bilim adamlarının yüzde 80'inden fazlası son 50 yılda doğdu. Bu, on yıllar boyunca tanık olduğumuz ve iş, yaşam, sağlık, eğitim ve yaşam kalitesi olsun insan yaşamının tüm alanlarını etkileyen büyük bilimsel patlamayı tamamen açıklıyor.
Eskiden bir tür mucize ve hayal ötesi olan şeyler, insanların hayatlarına dokunan, insanlığın karşı karşıya kaldığı modern dijital bilimsel teknik zorlu sorunlara, afet ve pandemilere çözümler sunmaya katkıda bulunan sıradan, düzenli, somut bir gerçek haline geldi. İnsanlık artık uzaktan öğrenir, çalışır ve göz açıp kapayıncaya kadar dünyanın uzak köşelerine seyahat eder hale geldi ve bilim daha şaşırtıcı çözümler, öneriler vaat etmeye devam ediyor.
Seksenli yıllarda, Arap dünyasının birçok ülkesinde devlet televizyonları, Mısırlı araştırmacı ve doktor Dr. Mustafa Mahmud tarafından sunulan “Bilim ve İnanç” adlı bir programı yayınlardı. Program, bilimsel konuları, sorunları, hadiseleri ve bilim, tıp, sağlık, astronomi ve jeoloji laboratuarlarında varılan keşifleri sunar ve bunları bir inanç perspektifiyle anlatırdı. Biri lehine diğerini reddetmeden bilim ile inanç arasında eşit bir ilişki kurardı. Bu sunumuyla bilime saygı duyar ve anlamlarına değer verirdi. İnancın geniş bir konu olduğunu ve insan üretimi metinlerle sınırlı olmadığını, ilahî kelâmın yorumunun bir beşerî metinle sınırlandırılmaması gerektiğini idrak etmişti. Çünkü ilahî kelam mutlaktır, beşerî anlayış ise sınırlı ve görecelidir.
Kutsal metinleri beşerî yorumlara bağlayan kısıtlamalar onlara aynı veya yakın bir kutsallık da kazandırdı. Yorumlara saygısızlık, kutsalların kutsalını hedef almak gibi oldu. Bu da çağdaş meseleler karşısında tamamen dini bir mefhum ile hareket özgürlüğünü kısıtladı. Bilim kavramı yalnızca dini bilimlerle sınırlıydı ve bu nedenle insanlık tarihinin çeşitli dönemleri boyunca din adamlarının otoritesi altında (bilim kavramının tek anlamını tanımlama konusunda mutlak hakka sahipti) büyük bilimsel kişilikler, sapkın, zındık ve kâfir ilan edildiler. Günümüzde bilim fikri ve mefhumu, genç nesiller arasında yavaş yavaş dinamik kazanıyor, insan onuru, çeşitli alanlarda ve yönlerde yaşamına ve kalitesine yansımaları açısından daha etkili ve bütünleştirici, daha geniş ve kapsamlı hale geliyor.  
Ummanlı yazar Muammer el-Tevbi'nin 2019 yılında yayınladığı “Bilim ve İnanç Arasında” başlığını taşıyan kitap, bilim ve inanç arasındaki çatışmayı analiz etme bağlamında yakın zamanda Arap kütüphanesinde yayınlanan kitapların belki de en öne çıkanı. Kitapta, yazar, yıllar süren ve daha sonra çevresinde kök salan düşünce birikimiyle akışına kapıldığı kavramlarla arasındaki fikri mücadeleyi başlatan çeşitli ana eksenleri tartışıyor. Bu birikim, Einstein, ondan önce Isaac Newton ve ondan da önce Aristoteles'in, daha sonra Stephen Hawking'in Samanyolu ve güneş sistemi gezegenlerinde neler olup bittiğine ve ışık hadiselerine dair yorumlarıyla ilgili görüşleri reddediyordu. Keza Charles Darwin'in yaratılış, doğa, evrim, köken ve gelişme hakkındaki yorumlarını da. Yazar, düşüncesini sınırlı inançtan soyutlayıp mutlak inanca yükseldiğinde, akla saygı duyan, sonuçlarıyla bilime değer veren, bütün bunları ilahi bir emir, Allah'ın kullarına bahşettiği ve onlara ufuklar açan bir ilim olarak kabul eden yeni kanaatlere nasıl ulaştığından da bahsediyor. Bunun geçmişte bu tür sunumlara karşı davranışlarından tamamen farklı bir anlayış olduğunu anlatıyor.
Bilim ve inanç arasındaki mücadele, son zamanlarda farklı biçimler kazanmış olsa da devam ediyor. Bilim ve inanç arasındaki uyumu mevcut kılan yeni bir mefhuma yer açacak şekilde alanını genişletiyor.
Uyum ile sınırlı beşerî metinsel anlayış ile kısıtlanmamış mutlak ve geniş inanç fikri sahasının genişletilmesini kastediyoruz.
Allah mutlak, insan ise sınırlıdır, işte gerçek bilim budur!