Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Uçurumun eşiğinden bir bakış

Dünyamızı seyredenler, kelimenin tarihsel anlamıyla Birinci Dünya Savaşı öncesi kalabalıkların toplanması, İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Alman Panzer tanklarının saldırılarının gerçekleşmesinin yorucu bekleyişi ve dünyanın Berlin, Küba, Ortadoğu’daki 1973 savaşında nükleer savaş korkusuyla nefeslerini tuttuğu uçurumun kenarında olduğunu görür.
Detaylarda herhangi bir eksiklik yok. Rus kuvvetleri Ukrayna sınırında toplanıyor. Rusya Federasyonunun sınırları içinde bunu yapma hakları olduğu açık ve net, ancak topların ve tankların namlularının hedefinde sadece Ukrayna'nın batısı var. Sınırdaki Rus azınlığın varlığı İkinci Dünya Savaşı öncesinde Çekoslovakya'nın Sudetenland bölgesinde bulunan Alman azınlığın varlığı gibi endişe kaynağı. Birçok nedenden dolayı kafası karışık Batı, Kiev'e NATO koruması sağlamak ile Moskova'nın bedel hakkında düşünmesini temin edecek biçimde ona birçok savunma kabiliyeti sağlamak arasında tereddütlü.
Avrupa'dan uzakta bir başka sahne tutuşmuş halde. Uluslararası Abu Dabi Havalimanı'na yapılan canice saldırı, Yemen savaşının devamı ve İran aracılığıyla savaşı yeniden genişletme çabasıdır. İran, nükleer silahıyla ilgili devam eden müzakerelerin, eski anlaşmaya geri dönüş olduğunu bir kez daha teyit etmek istiyor. Bu anlaşmanın ise, ne şimdi insansız hava araçlarının da eklendiği balistik füze sorunu, ne Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'de çeşitli şekillerdeki askeri varlığı ne de İsrail ile arasındaki gizli savaşta olup bitenlerle yakından uzaktan ilgisi yoktu. İşaretler ve göstergeler açık, niyetler bazen gözden kaçmayacak kadar aşikar. Hepsi de uyarı eşiğinde ve ülkelerin iç rekabet arenasına dahil olduklarında alev alıyorlar.
Tüm bunlar olurken ABD-İran anlaşması yakın görünüyor. En önemlisi de anlaşmanın yakın olmasını sağlayan temel taşın, İran ile var olan krizi yatıştırmak konusundaki Rusya-Çin anlaşması olmasıdır. Bu sayede Pekin ve Moskova takip eden gelişmeler üzerinde etkili olabilir.
Her ikisi de kendi açılarından uluslararası ilişkilerde ciddi bir nükleer taraf istemiyorlar. Ayrıca dünyadaki terör devrimine İslami köktendinci bir tarafın liderlik etmesini de istemiyorlar. Zira sağında Afganistan’daki Taliban, solunda da Irak’taki DEAŞ var.
Viyana'da İran nükleer anlaşmasını canlandırmak için yapılan görüşmelerin ilerlemesiyle Çin kendisini bölgede önemli bir oyuncu olarak konumlandırmaya çalıştı. Bu çabasının iyi bir nedeni bulunuyor; çok boyutlu tarihi bir ikili ortaklık imzaladığı İran'a yönelik ABD yaptırımlarının kaldırılması için baskı yapmak, Pekin'in çıkarınadır. Bu boyutların en önemlisi, Pekin’in Tahran'ı ABD ve Batı'nın ekonomik yaptırımları afetinden kurtarmış olması. Çin’in bu adımı, nükleer anlaşmayı canlandırma müzakerelerinin özün tartışıldığı zor bir aşamaya girdiği bir zamanda gelmişti.
Sahne, İran resmi haber ajansının tarafların "müzakerelerin en zor kısmı olan detaylar aşamasına" geldiklerini duyurmasıyla başladı. En büyük engellerden biri, Tahran'ın ABD'nin anlaşmadan bir daha çekilmeyip yaptırımları yeniden devreye sokmayacağına dair garanti vermesi talebi.
Çin, İran krizinde Rusya ile koordineli olarak "büyük bir hayırsever" görüntüsü verirken, Rusya, Suriye arenasında dengeleyici rolü oynuyor gibi görünüyor. ABD'nin askeri varlığının azalmasına rağmen Rusya, İran'a karşı örtülü bir iş birliği içinde İsrail'in ona karşı askeri hamlelerine göz yummayı uygun buluyor. Her halükarda, üç uluslararası taraf, yani ABD, Rusya ve Çin, görmezden gelemeyecekleri dört meydan okuma karşısında endişeliler; birincisi, küresel ekonominin çökmesi olasılığı. İkincisi, son dönemde yeni biçimlerde ve ürkütücü bir kararlılıkla yeniden ortaya çıkan terör. Üçüncüsü, korona pandemisinin ne aşının ne de tedavinin işe yaramadığı bir şiddetle dünyaya geri dönmesi ki iki yılın ardından hiçbir umut ışığı yok. Dördüncüsü, göz ardı edilemeyecek karşılıklı bağımlılık ağları. ABD-Çin ticaret ve finansal ilişkileri hala dünyadaki ilişkiler arasındaki en üst düzey ilişkilerden. Rusya, Avrupa ve doğalgaz ilişkileri bir göbek bağı ile birbirine bağımlı hale geldi.
Yukarıda açıklanan şekliyle sorunun korkutuculuğunun büyük bir kısmı, geçmiş ve gitmiş dünyalardan hazır ve mevcutlarmış gibi ilham alması gerçeğinden kaynaklanıyor. Belki de son yıllarda uluslararası sistemde meydana gelen değişiklikleri anlamadan neler olduğunu anlayamayacağız. Çağdaş tarihte uluslararası ilişkiler için yeni olan bu durum, yalnızca kutupların üçlü olmasından değil, aynı zamanda tarihsel olarak 20. yüzyıl boyunca ve içinde bulunduğumuz yüzyılın ilk 10 yılında olduğundan farklı koşullarda ortaya çıkmasından da kaynaklanıyor.
Teknolojik gelişmeler, üç tarafa Hindistan veya Avrupa Birliği gibi diğer ülke ve güçlere vermediklerini verdi. Korona pandemisinin baş göstermesinden sonra küresel sistemin ve çeşitli siyasi sistemlerin doğasında revizyonlar yapıldı. Meselenin özü, virüsün ülkeler içinde ve arasında, hatta kıtalar arasında hızla yayılması ve bir dereceye kadar gelişmiş dünyaya, Çin, Avrupa ve ABD’ye yoğunlaşması. Bunlar dışında Güney Kore, İran ve Japonya gibi ara noktalar da var. Ancak yeni dünya arayışındaki aceleciliğin, Kovid-19’un ne anlama geldiği ve dünya üzerindeki etkilerini aşarak, hemen tüm dünyayı yeniden yapılandırma ve içindeki gücü dağıtma aşamasına geçmeye çalıştığı kesin. Oysa bu değişkenlerin çoğu, Çin'in Vuhan kentinde ilk vakanın açıklandığı 12 Ocak 2020'den önce başlamıştı. O dönemde Çin'in uluslararası sistemde yükselen bir güç olduğu, ABD'nin dünyadan çekildiği ve “Brexit”in Avrupa Birliği'nin göründüğü gibi olmadığının ilk göstergesi olduğu biliniyordu.
Değişim - söylendiği gibi - zaman duvarının üzerine yazılıydı. O yazı, dünya yeni yönlerde değişiyor şeklindeydi. Değişim bizden önce üç kutuplu bir dünyadan ve aslında ne olduğunu bilmeden önce neyi değiştirdiğinden bahsettiğimiz dördüncü bilimsel devrim sonrası dünyadan bahsediyordu.
Dünya, siyasi, ekonomik ve kültürel küreselleşmenin dağıldığı yeni bir döneme giriyor. Bunu söylememizin nedeni sadece dünyanın bunu Brexit, Avrupa ve Körfez'de ortaya çıkan gelişmeler yoluyla siyasi coğrafya açısından idrak etmesi değil, şirketlerin de küresel ekonominin motoru olarak küreselleşmenin devamını daha zor bulmaları. Kendilerini küresel tedarik zincirlerini yerelleştirerek yeniden şekillendirmek zorunda bulmaları. Nitekim krizden sonra güç alanında kalıcı dönüşümlerin olacağı öngörülüyor
Ekonomik olarak dünyanın en büyük ekonomik krizle karşı karşıya olduğu, küresel ekonominin resesyona doğru gittiği aşikar. Ülkelerin üzerindeki ekonomik yükler artıyor. Yoksulluk oranları artıyor ve gıda güvenliği birçok tehditle karşı karşıya. Bunlara bir de ekonominin makro göstergelerindeki ciddi dengesizlikler ekleniyor.
Son olarak; küreselleşmeyi ve bölgesel sistemleri dağıtma, yalnızlaşma ve kimlik politikaları her an kök salarken, insanlar arası iletişimi hiçbir zaman olmadığı hale getiren yeni teknolojilerle yüzleşme gibi zorluklarıyla yeni bir dünya düzeni ortaya çıkabilir. Mesele bir bütün olarak çelişkili görünebilir. Şahinler ile güvercinler şeklinde dağılan ülkelerin çelişkili davranışlarına bizim için ışık tutabilir. Ama bu çelişkiler her zaman insan evriminin anahtarı olmuştur.