Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Teokratik despotizmin ideoloğu olarak İbni Teymiyye

Takiyüddin İbn Teymiyye, 661 (1263) yılında Harran’da doğmuştur. İbn Teymiyye, ilk eğitimini Şam’daki Sükkeriyye Darü’l Hadisi’nden almıştır.  İbn Teymiyye, Hanbeli mezhebine sıkı sıkıya bağlı bir aileye mensuptur.   683 Yılında  Sükkeriyye Darü’l Hadisi’nde  hocalık yapan İbn Teymiyye, Şam’da tefsir dersleri vermiştir. Selefi  görüşlere sahip bir Hanbeli olan İbni Teymiyye, 695 Yılında Şam’daki Hanbeliyye Medrese’sinde dersler vermiştir.
İbni Teymiyye, yaşadığı dönemin siyasal olaylarına ve mücadelelerine aktif olarak katılmıştır. İbn Teymiyye,  halkı Ermenistan krallığına karşı  cihada teşvik etmek için  Sultan Melikü’l-Mansur tarafından görevlendirilmiştir.  İbn Teymiyye, Moğollara karşı yapılan mücadelenin önsafında yer almıştır.  699 Yılında Şam’ı kuşatan Moğol güçlerinin halka karşı bir katliam yapmasını önlemek için  Moğol hükümdarı Gazan Han’a giden İbn Teymiyye,  hükümdardan eman aldı ve halka karşı bir katliam yapılmasını önledi.  O, Moğollara yardım eden Kisravan Dürzilerine karşı 699 yılında Memlükler tarafından düzenlenen sefere katılmıştır.
İbn Teymiyye, yaşadığı dönemde Memlükler ve Moğollar arasındaki mücadelede Memlüklüleri desteklemiştir.  Memlüklüler ve Moğollar arasında gerçekleşen Şakhap (1303) savaşına katılan İbn Teymiyye,   askerlerden oruçlarını bozmalarını ve bütün güçleriyle  Moğollara karşı savaşmalarını  söylemiştir.Ona göre Moğollara karşı savaşmak yani cihat etmek  bütün Müslümanlara vacibtir. İbn Teymiyye, cihada katılmayı en üstün ibadet olarak değerlendirmektedir. İbn Teymiyye’nin Moğollara karşı verdiği cihad fetvası bugün bile tartışılmaktadır.  İbn Teymiyye’nin fetvasına göre Moğolların kelime-i şahadet getirmeleri, namaz ve diğer ibadetleri yerine getirmeleri, onlara karşı cihad yapılmayacağı anlamına gelmemektedir. İbn Teymiyye’ye göre meşru otoriteye karşı isyan etmelerinden, Cengiz yasasını uygulamalarından ve Hristiyanlarla birlikte Müslüman topraklarına saldırmalarından dolayı Moğollara karşı savaşmak cihattır. İbn Teymiyye, Moğolların durumunu, Ebubekir döneminde irtidat eden mürtedlere veya Ali döneminde ortaya çıkan Haricilere benzetmektedir.
İslam’a aykırı gördüğü gruplarla, bid’atlerle ve hurafelerle mücadele konusunda çok sert bir duruşu olan İbn Teymiyye, radikal ve mücadeleci bir kişiliğe sahiptir.  İbn Teymiyye, enbiyanın ve evliyanın kutsanmasına, onlardan yardım ve şefaat istenmesine, onların aracı kılınmasına, ibadet amacıyla mezarlarının ziyaret edilmesine, taklide, Sufilerin zikir gibi ritüellerine karşı çıkmıştır. Kur’an, Sünnet ve Selef’i Salihi’nin görüşlerini esas alan İbn Teymiyye, bid’at ve hurafelerle mücadelenin sembolü olarak kabul edilmektedir.
İbni Teymiyye, Allah’ı insan suretinde (teşbih)  kabul ettiği suçlamasıyla Kahire’de hapse atıldı. Emir’ül Arab Mühenna b. İsa’nın araya girmesiyle 707(1306) yılında İbn Teymiyye, serbest bırakıldı.   Sufi grupların aleyhinde yürüttükleri propaganda faaliyetleri sonucu İbni Teymiyye, iki defa daha hapsedildi. 709 (1310) Yılında hükümdar Melik’ün Nasır Muhammed b. Kalavun, İbn Teymiye’yi serbest bırakmıştır. Hapislerle ve gerilimlerle geçen üç yıllık Kahire döneminde İbn Teymiyye, Siyaset’üş-Şer’iyye isimli önemli eserini yazmıştır.
İbn Teymiyye, siyasetle ilgili görüşlerini Siyaset’üş-Şer’iyye (Şer’i Siyaset) isimli eserinde ifade etmektedir. Bu eserde İbn Teymiyye, devlete zorunlu ihtiyaç olduğunu, devlet başkanına itaat etmenin şart olduğunu, devlet başkanının halkın reisi ve koruyucusu olduğunu iddia etmektedir. İbn Teymiyye, halk ve yönetici arasındaki ilişkinin adalet üzerine bina edilmesini savunmaktadır. Yöneticiler, dini ve şeriatı korumak, iyiliği emredip kötülükleri yasaklamak ve toplumsal düzeni korumakla sorumludurlar. Sultanı Allah’ın gölgesi olarak değerlendiren İbn Teymiyye, şeriata dayanan din devletinden yanadır. Allah’ın gölgesi olarak sultanın otoritesini kutsallaştırması, mutlaklaştırması ve meşrulaştırması, siyasal otoriteye itaati Allah’a ve peygambere itaat olarak görmesi, İbn Teymiyye’nin şer’i siyaset   kavramından kastettiği şeyin   şeriat devleti   olduğunu göstermektedir. İbn Teymiyye, bütün  sistemi sultana göre  tasarlamakta ve onun yaptığı her şeyi Allah’ın gölgesinin yansıması olarak değerlendirmektedir. İbn Teymiyye, şeriat içinde davrandığı sürece devlet başkanının meşru ve doğru yolda olan güç olduğunu söylemektedir.
712 (1313) Yılında Şam’a dönen İbn Teymiyye,   beş yıl boyunca müderrislik faaliyetlerine devam etmiştir. İbn Kayyım el-Cevziyye, İbn Teymiyye’nin en meşhur öğrencisidir. İbn Arabi’ye yönelttiği eleştiriler, peygamber mezarlarının ziyaret edilmesinin meşru olmadığı ve Allah katında hiçbir aracının olmayacağı şeklindeki görüşlerinden dolayı defalarca hapsedilmiştir. İbn Teymiyye, 728 (1328) yılında  hapishanede tutuklu olduğu sırada Şam’da vefat etmiştir.
Hicaz bölgesinde Vehhabilik hareketini kuran Muhammed b. Abdülvehhab,  İbn Teymiyye’nin hurafelerle ve bid’atlerle ilgili görüşlerinden çok etkilenmiştir. İbn Teymiyye, Selef-i Salihin’in görüşlerine aykırı gördüğü her kişiyi, fikri ve grubu eleştirmiştir. Taklide karşı çıkan İbni Teymiyye,  akıl ve nakli birbiriyle uzlaştırmaya çalışmıştır.   Sufilere, Rafızilere, Şiilere ve filozoflara karşı Selefi görüşleri savunan İbn Teymiyye, Müslüman ülkelerde ortaya çıkan değişik ihya ve tecdid hareketlerinin verdiği referans kaynağı olmaya devam etmektedir. Onun siyaset teorisinde cihad merkezi bir yer tutmaktadır. İbn Teymiyye’nin siyasal teorisinde cihadın merkezi bir yer tutması, onun günümüzde radikal gruplar üzerinde derin bir etkiye sahip olmasını sağlamıştır.
İbn Teymiyye, şeriat ışığında devletin nasıl olması gerektiği konusuyla ilgilenmiştir. İbn Teymiyye için devlet,   sıradan bir kurum değildir. O, devleti, insan toplumunda dinin, barışın, huzurun ve düzenin korunması için Allah’ın insanlığa vermiş olduğu bir ilahi nimet olarak algılamaktadır. Devletin, Allah’ın insanlığa verilmiş bir ilahi armağan olarak düşünülmesi, devleti, İslam’ın ana asli kurumu haline getirmek anlamına gelmektedir. İslam’da kilise benzeri bir kurum yoktur. Ancak İbni Teymiyye, devleti kutsallaştırmak suretiyle onu kilisevari bir kurum haline getirmektedir. Devlet olduğu sürece dinin olacağını düşünen İbni Teymiyye, devlet ve din özdeşliğini savunmaktadır. Din ve devleti özdeşleştiren İbni Teymiyye, dini bir görev olan siyasetin ibadet olduğuna inanmaktadır. İbni Teymiyye, dini özünde siyasal sisteme ve devlet kurumuna indirgemektedir. İbni Teymiyye’nin yaklaşımını din, siyasetten ve devletten ibarettir diyebiliriz. İbni Teymiyye, devletsiz ve siyasetsiz bir dinin hiçbir şekilde mümkün olmadığına inanmaktadır.
İnsanın doğası gereği sosyal olduğunu, diğer insanlarla yardımlaşma ve işbirliği içinde yaşamaya ihtiyaç duyduğunu, toplumsal hayatın düzenlenmesi için belirli kurallar ve kanunlar içinde yaşamak gerektiğini ifade eden İbn Teymiyye, siyasal otoritenin varlığını sosyal hayatın devamı için gerekli görmektedir. Toplum halinde yaşayan insanların düzen içerisinde işbirliği ve yardımlaşma ilişkilerini sürdürmeleri için bir siyasal ve toplumsal otoriteye ihtiyaçları vardır.  Ona göre şer’i siyaset, çobanın sürüyü gütmesi gibi, yöneticinin de (rai) halkı (reaya) ıslah etmesi için kullandığı yoldur. Şeriati en üstün otorite olarak gören İbn Teymiyye, toplu halde yaşamanın doğal bir şekilde bir başı, yani çobanı gerektirdiğini düşünmektedir. İnsanlara iyiliği emredecek kötülükten sakındıracak amirlerin olması bir zorunluluk olduğu gibi,  büyük toplumsal işlerin yürütülmesi için de bir reisin, yani devlet başkanının varlığı, dini ve sosyal bir gerekliliktir.
İbn Teymiyye’ye göre devletin varlığı, dini gereklilik anlamında vaciptir. Dinin devletin varlığı sayesinde yaşanılabileceğini düşünen İbn Teymiyye, devleti, dini tamamlayan bir araç olarak düşünmektedir. Devletin dinin hizmetinde bir araç olarak işlevini yerine getirmesi için yöneticilerin, topluluk halinde yaşayan insanlar arasında dinin öngördüğü iyiliği emretme, kötülükten sakınma görevlerini yerine getirmeleri gerekmektedir. Devletin varlığı dini bir gereklilik olduğu gibi sosyolojik bir gerekliliktir. İbn Teymiyye, devletin varlığını teolojik ve sosyolojik bir zorunluluk olarak değerlendirmektedir.
İbn Teymiyye, hilafet kavramını ilk dört halife ve Emevi Halifesi Ömer B. Abdülaziz için kullanmaktadır. İmamet kavramını daha çok kullanan İbn Teymiyye, devlet başkanlığının dini zorunluluğu olan bir makam olduğunu ifade etmektedir. Devlet başkanlığının en üst dini makam olarak görülmesi, İbn Teymiyye’nin din ve devlet arasında bir ayırım yapmadığını göstermektedir. İbn Teymiyye, devletin dine hizmet etme görevi olduğunu ve devlet başkanının dinin hizmetinde olan bir yönetici olmasını ifade etmektedir. Dini hayatın sürmesi için   devlet desteğinin ve korumasının şart olduğunu düşünen İbn Teymiyye, devleti, dini hayat için bir araç olarak görmektedir.
Devlet başkanlığı ve bütün kamusal işlerin yönetimini ifade etmek için İbni Teymiyye, vilayet ve imaret kavramlarını kullanmaktadır. Kamusal ve idari işler için vilayet ve imaret kavramlarını kullanan İbn Teymiyye’ye göre kamu görevlerini üstlenmek, her müslümanın yerine getirmek zorunda olduğu bir sorumluluktur. Bir grup insanın, Müslüman toplum adına kamuda görev alması yeterlidir, yani farz-ı kifayedir.  Kuran ve sünnet, müslümanların kamuda görev almasını emretmektedir. Allah’a itaat eden ve Peygamber’i takip eden kişiler, yaptıkları kamu hizmeti görevini takva bilinciyle bir ibadet olarak yerine getirirler. Kamu görevi yapan kişiler, bu görevi Allah’a kulluk görevini yerine getirmenin aracı olarak görmelidirler.
Ümmetin icmasıyla işbaşına gelen Ulu’l emr (devlet başkanı), Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir. Ulu’l emrin tayin ettiği sivil, askeri, mali ve dini memurlar, İslam ümmetinin sosyal, siyasal ve dini birliğini sağlamakla görevli Allah’ın temsilcileri konumundadırlar.  Başka bir ifade ile kamu hizmetlerinin yerine getirilmesi, bir ibadetin yerine getirilmesidir. Kamu görevlerini yerine getirme, insanların Allah’a karşı olan kulluk görevlerinin yerine getirilmesi anlamına gelmektedir. İbni Teymiyye, devlet görevlerinin bizzat kendisinin ibadet olduğunu söylemektedir. İbadet olarak kabul edilen kamu görevleri, iktidar ve ekonomik çıkar elde etmenin araçları olarak düşünülemezler. Allah’a itaat eden ve Peygamber’i örnek alan kişiler, yaptıkları kamu hizmeti görevini takva bilinciyle bir ibadet olarak geliştirirler. Firavun gibi iktidar, Karun gibi servet isteyen kişilerin, kamu görevlerini araç olarak kullanmaları, onların sonunun felaket olmasına neden olmaktadır. Devlette Firavunlaşmak ve Karunlaşmak, siyasal, dinsel ve sosyal düzeni bir bütün olarak yozlaştırmaktadır.
İnsanlar, kurallara ve kanunlara uygun şekilde yaşamak zorundadırlar. İnsanların şeriate uygun yaşamasını sağlayacak, insanlara iyiliğe yönelmeleri, kötülükten sakınmaları için gerektiğinde zor kullanacak güçlü yöneticilere ihtiyaç vardır. Her halükarda devletin varlığını  zorunlu gören İbn Teymiyye’ye göre, zalim bile olsa   yöneticiye  itaat gereklidir. Ona göre, altmış sene zalim bir yöneticinin tahakkümü altında yaşamak, bir gece devlet başkanı olmadan yaşamaktan iyidir.  İbni Teymiyye için en büyük tehlike, fitnedir. Fitne, zalim bir hükümdardan daha tehlikelidir. Siyasal, sosyal ve dinsel düzene yönelik her türlü eleştiri ve karşı koyuş fitne olarak değerlendirilmektedir. Devleti ve siyasal düzeni her türlü şart altında korumak, herkese yüklenen dini bir görevdir. Devlet otoritesinin her şart altında olması gerektiğini söyleyen İbn Teymiyye, otoritenin kendisinin bir gereklilik, hukuktan önce gelen bir ihtiyaç olduğunu düşünmektedir. Dinde ilme, amele ve ahlaka vurgular yapmasına rağmen İbni Teymiyye için siyasetin ve devletin merkezliği hiçbir şekilde değişmemektedir.
İbn Teymiyye, adalete, şeriate v e ulu’l emre itaatin dini bir emir olduğu fikrini sistematik bir şekilde vurgulamaktadır. Sultanın otoritesi mutlaktır. Sultanı sınırlayan ve bağlayan tek şey, şeriattir. İbn Teymiyye, siyasal otoriteye başkaldırmayı hiçbir şekilde tasvip etmemektedir. Ona göre siyasal otoriteye isyan, daha fazla fitneye ve kötülüğe sebeb olacağından isyan ve itaatsizlik meşru değildir. Otoriteyi yücelten İbni Teymiyye’yi teokratik despotizmin savunucusu olarak niteleyebiliriz. İbn Teymiyye, statükoyu ve düzeni koruma adına siyasal otoriteyi yüceltmekte ve kutsallaştırmaktadır. Her ne pahasına olursa olsun siyasal otoritenin varlığının korunması anlayışı,  adaleti önemsizleştiren bir sonuç doğurmaktadır.  İbni Teymiyye, yönetimin iyi ve adil nitelikleri üzerine doyurucu ve derinlikli bir bakış ortaya koymamaktadır.  İbni Teymiyye örneğinde görüldüğü üzere Sünni siyaset anlayışının yöneticinin bizzat kendisini yüceltmesi ve meşrulaştırması, Müslüman siyasal zihniyetinin statüko ve otorite merkezli olmasına neden olmuştur. Toplumun fitne ve kaosla korkutularak   zalim yöneticilere itaatin zorunluluğu üzerinde durulması, Müslüman zihninde siyasal bir kadercilik üretmiştir. Devletsizliğin fitneye neden olacağı korkusuyla hareket eden İbn Teymiyye, zalim bile olsa bütün siyasal yönetim biçimlerine itaat etmenin meşru ve gerekli olduğunu savunmaktadır. Bu statükocu ve despotik yaklaşımın sonucu olarak Müslüman geleneğinde  sistematik  şekilde bir siyasal muhalefet ve  sivil itaatsizlik geleneği oluşmuş değildir.
İnsanların   yöneticilere itaat etmesinin ve fitneden kaçınmalarının yararlarına olacağını düşünen İbn Teymiyye, devletin temelinde adalet olması gerektiğini söylemektedir. O, topluma adaletle davranan bir yönetime, kafir bile olsa Allah’ın yardım edeceğini, ama zalim bir müslüman yönetime ilahi yardım olmayacağı şeklinde bir kanaate sahiptir. Fitne ve adalet arasında bir denge kurma çabası, İbni Teymiyye’nin devlete ve siyasi otoriteye bakışını belirlemektedir.
İnsan olan yöneticilerin ilahileştirilmesi fikrini İbn Teymiyye savunmaktadır. Ona göre imam yani reis, Allah’ın iradesini yeryüzünde güneş gibi yansıtan güçtür. Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olan yöneticiler, bütün canlıların kendilerine sığındığı bir güvenlik limanı gibidirler. Allah’ın gölgesi olarak görülen sultan,   kızgın sıcaklıktan korur gibi toplumu kötü yola düşmekten, fitneden ve çatışmadan korumalıdır. Allah’a sığınmak ile İmam (reis)  olan kişiye sığınmak arasında fark yoktur. Yöneticiye itaat, Allah’a itaat düzeyindedir. İbn Teymiyye, ilahi vasıflarla donatılan yöneticinin merkezde olduğu teokratik bir siyasal düzenden yanadır. Zalim yönetimler dahil bütün yönetimlere itaatin emredilmesi, din dahil her şeyin yöneticilerin iktidarına uydurulması anlamına gelmektedir. İbn Teymiyye’nin siyasal yaklaşımında, insan ve toplum yoktur. Yönetici, sahip olduğu güç sayesinde kendi gölgesine sığınanları koruyabilir ve işleri doğru şekilde sürdürebilir. İbn Teymiyye, siyasal, sosyal ve dinsel hayatın iyi gidip gitmeyeceğini tamamen yönetici olan kişinin karakterine bağlamaktadır. Adil ve ahlaklı bir yönetici, insanları felaha da felakete de götürebilir.
Siyasal otoritenin temel görevi şeriatı uygulamak ve toplumu şeriata göre yönetmektir.  İbn Teymiye, teokratik düzenin amacının Allah’ın kelimesini hakim kılmak (İlay-ı kelimetullah) şeklinde bir hakimiyet ve yayılma teolojisi olduğunu söylemektedir. Peygamberlerin ve müslümanların Allah’ın ismini hakim kılma uğruna cihat ettiklerini söyleyen İbni Teymiyye, devletin bu amaca uygun şekilde  iyiliği emretmek ve kötülükten sakınma görevi olduğunu iddia etmektedir.İbni Teymiyye, devletin kurulmasını ve Şeriat düzeninin hakim kılınmasını bütün peygamberlerin ve müslümanların asli görevi olarak değerlendirmektedir.
İnsanın bütün işlerinde şeriata uyması onun yararınadır. Şeriatin emrettiği iyliklerin gerçekleşmesi, kötülüklerin sakındırılması için  otoriteye ihtiyaç vardır. Siyasal otoritenin görevi, din ve dünya işlerini birlikte yürütmektir İbn Teymiyye, imamla yani sultanla devleti özdeşleştirmektedir. Sultanın görevleri, devletin görevleridir. Sultan, helal mal alışverişinin yapılmasını sağlamakla, kişilerin güvenliğini temin etmekle, altyapı hizmetlerini yapmakla, sınırları korumakla ve memurların maaşını ödemekle sorumludur. Mahkemelerin işini yapması ve cihadın yapılması, sultanın kritik görevleri arasındadır. İbn Teymiyye,  cihadın hiçbir şekilde ihmal edilemeyecek farz bir görev olduğunu söylemektedir. İbn Teymiyye, Ulu’l emr (sultan) pozisyonunda olan şahsın kişisel özelliklerinden ziyade, görevlerini öne çıkarmaya çalışmaktadır.
İyiliği emreden ve kötülükten sakındıran siyasal otorite, Müslümanların hakimidir ve reise itaat etmek, dini bir görevdir. İbn Teymiyye, sultanın  yani devletin dini hayatta aktif düzenleyici ve yönetici konumda olmasını istemektedir. İyiliğin emredilmesi ve kötülükten sakındırma görevinin gerçekleştirilmesi için devlet içinde muhtesiplik kurumunun kurulmasını savunmaktadır. Ahlak polisi konumunda olan muhtesip, insanların yalan söylememesini, emanete riayet etmesini, aldatmamasını, ticari işlerde hile yapmamasını sağlayan kişidir Fiyatları belirleyen kişi konumunda olan muhtesip, alışverişlerde hile ve sahtekarlık yapılmasını önlemekle de sorumludur.
İbni Teymiyye’nin öngördüğü teokratik devlet, kitaba ve demire dayanmaktadır. Kitap, şeriatı ifade ederken, demir ise gücü ifade etmektedir. Yöneticiler, şeriate uymak zorundadırlar. Şeriatten ayrılan yöneticilere ve gruplara karşı güç kullanılması gerektiğini, başka bir ifade ile onların demir ile yola getirilmesini İbni Teymiyye söylemektedir. Kitap sayesinde din kurulmasına rağmen, dini yaşatan şey ise güçtür. Kitap ve demir sayesinde yöneticiler, mizanı, yani siyasal, sosyal, bürokratik ve mali işleri yürütmek zorundadırlar.
İbni Teymiyye, devlet başkanının kamu hizmetinde liyakat sahibi kişileri görevlendirmekle sorumlu olduğunu ifade etmektedir. Torpil, adam kayırmacılık ve nepotism gibi gerekçelerle hiç kimsenin kamuda görevlendirilmeyeceğini söyleyen İbni Teymiyye, görevlendirmelerde ehliyet ve yeterlilik esasına vurgu yapmaktadır. Devlette makam talep etmeyi uygun görmeyen İbni Teymiyye, asıl olanın görevin uygun kişiye teklif edilmesi olduğunu ifade etmektedir. Sahip oldukları makamın emanet olduğu bilinciyle yöneticilerin, kamu görevlerini en ehil olana vermek için ciddi bir bilgiye sahip olmaları ve çaba göstermeleri gerekmektedir. Kamuda görev alanların acizlik gösteren kişiler olmamaları, kuvvetli, yeterli ve güvenilir olma özelliklerine sahip olmaları, onların seçiminde belirleyici olmalıdır. İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak için var olan kamu görevleri, ancak, emanet, ehliyet ve kuvvet sahibi kişiler tarafından yerine getirilebilirler.
İbni Teymiyye, alimleri devlet düzeni içinde merkezi bir aktör olarak konumlandırmaktadır. Ona göre yöneticiler kılıç ehli iken, alimler kitap ehlidirler. Kitap ehli olan alimler, din ve şeriatı yöneticilerden daha iyi bilmektedirler. Alimler, yöneticilere şeriata ve dine uygun politikalar önermelidirler. Yöneticiler, alimlerin önerdiği politikaları uygulamakla sorumludurlar. Alimler, yöneticilerin sadece danışmanı değildirler. Alimler, yönetimde yöneticilerin ortağıdırlar ve hatta onların üstünde bir pozisyona sahiptirler, çünkü alimler, yöneticilerden daha fazla din ve şeriatın ne istediğini bilmektedirler.  İbni Teymiyye, yönetim üzerinde alimlerin vesayetini öngörmektedir. Şura prensibinin Şeriat düzeninin temel mekanizması olduğunu söyleyen İbni Teymiyye, yöneticilerin işleri alimlerle istişare ederek yürütmesi gerekliliğinin altını çizmektedir. Şura, hem tavsiye edici, hemde zorlayıcı bir mekanizmadır. Yöneticiler, şura sonucu alınan kararları uygulamak zorundadırlar. Sultan, yapmış olduğu bütün işlerde dini bir emir olan şura prensibine bağlı olmalı, kendisini şuranın yani danışma mekanizmasının üstünde görmemelidir.
İbn Teymiyye, şer’i siyaset teorisinde mutlakiyetçi teokratik   devlet anlayışını savunmaktadır. Şer’i siyaset teorisinde halk, yani reaya, etkin değildir. Etkin olan Sultan’dır (Rai). Sultan’ın Allah’ın yeryüzündeki güçlü gölgesi olduğunu söyleyen İbni Teymiyye, devletin ve siyasetin gerekliliğini dini kaynaklara ve seriate dayanmaktadır. Siyasal İslam’ın “İslam, hem dindir, hem devlettir, hem ibadettir, hem siyasettir” şeklindeki ideolojisinin en iyi savunucusu olan İbni Teymiyye, şer’i siyaset kavramıyla teokratik despotizm olarak niteleyebileceğimiz bir siyasal anlayışı ortaya koymuştur.