1. Adım:
Aklın ve duyu organlarının anlama alanı insanı Allah'ın varlığı'na götürür. Allah'ın varlığının ayrıntıları ise Vahyî bildirimlerde açıklanır. Allah'ın var olduğu gerçeğine ulaşan akıl ikinci aşamada Allah'ın tekliği sonucuna ulaşır. "Varlık ve Teklik" aklın ulaştığı temel sonuçlardır.
Kur'an Allah'ın varlığını delile ihtiyacı olmayan apaçık bir konu bilmekte ve bu husustaki her türlü şek ve şüpheyi yersiz saymaktadır. Nitekim şöyle buyuruyor: "Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var?!" (İbrahim, 10)
Allah Teala'nın varlığı apaçık bir konu olmasına rağmen, Kur'an delil ve düşünme yoluyla Allah'ı tanıyıp akıllarına takılabilecek her türlü şek ve şüpheyi gidermek isteyen kimseler için bir takım yollar göstermiştir. Onların en önemlileri şunlardır:
1- İnsanın özel şartlar altında kendini gösteren daha üstün bir varlığa ihtiyaç ve bağımlılık hissi, onu yaratılışın kaynağına götüren fıtratının sesidir. Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
"Sen yüzünü, Allah'ı birleyici olarak doğruca dine çevir: Allah'ın yaratışına ki, insanları ona göre yaratmıştır." (Rum, 30/30)
Yine şöyle buyuruyor: "Gemiye bindikleri zaman (gemileri denizin kükreyen dalgaları arasında batmak üzere olunca), dini yalnız Allah'a has kılarak O'na yalvarırlar. Fakat (Allah) onları salimen karaya çıkarınca hemen (O'na) ortak koşarlar." (Ankebut, 29/65)
2- Tabiat alemi ve ondaki Allah'ı varlığının apaçık nişaneleri olan insanı hayrete düşüren şeyler üzerinde inceleme yapmaya davet! Bu nişaneler, varlık aleminde bilim, güç ve hekimane bir yönetimin parmağı olduğunu göstermektedir:
"Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette sağduyu sahipleri için ibretler vardır." (Âl-i İmrân, 3/190)
TEVHİD MERHALELERİ
Bütün semavî dinler tevhid ve tek ilaha tapmak esasına dayanmaktadır ve bunlar arasındaki en açık ortak nokta, tek olan Allah'a inanmaktır; ama bu dinlerin bazı takipçileri arasında bu ortak inançta sapmalar meydana gelmiştir. Aşağıda Kur'an-ı Kerim ve hadislerden ilham alarak ve yine aklî deliller yardımıyla tevhid mertebelerini açıklayacağız:
Birinci Aşama:
Tevhidin ilk aşaması, Tehvid-i zatîdir. Tevhid-i zatî iki kısımdır:
a- Allah Teala'nın zatı tek ve eşsizdir; O'nun için eş ve benzer düşünülemez.
b- Allah Teala'nın zatı basittir (yalındır); O'nda hiçbir şekilde kesret ve terkip söz konusu değildir.
Tevhid hakkında Müslümanların inancını açıklayan İhlas suresi her iki merhaleye işaret etmektedir: Birinci kısma "Hiçbir şey O'nun dengi değildir" ayetiyle ve ikinci kısma ise "De ki: O Allah birdir" ayetiyle değinmektedir.
Dolayısıyla, Hıristiyanlıktaki teslis=üçleme (baba, oğul, Ruh-ul Kudüs) İslam mantığı açısından batıldır ve Kur'an-ı Kerim ayetlerinde onun doğru olmadığı açıklanmıştır; nitekim kelam kitaplarında da bu konu genişçe açıklanmıştır. Biz burada sadece şu açıklamayla yetiniyoruz:
Üç ilahın varlığı anlamında teslis=üçleme, şu iki şıktan biridir:
1-Bu üç ilahtan her biri diğerinden ayrı bir varlık ve kişiliğe sahiptir; yani her biri tüm ilahlık özelliğine sahiptir. Bu durumda birinci anlamdaki tevhid-i zatîye (O'nun eşi ve benzeri yoktur) ters düşer.
2- Üç ilah bir şahsiyeti teşkil etmekte ve her biri onun bir bölümünü oluşturmaktadır; bu durumda da terkibi gerektirmekte ve tevhid-i zatînin ikinci anlamına (O, basittir) ters düşmektedir.
2. Aşama
Tevhidin ikinci aşaması, Allah'ın zatî sıfatlarında tevhittir. Biz Allah'ı tüm kemalî sıfatlara sahip bilmekteyiz. Akıl ve vahiy de bu kemal sıfatlarının Allah Teala'da varlığına delalet etmektedir. Dolayısıyla Allah Teala: Alim, Kadir, Hay, Duyan, Gören vs...dir. Bu sıfatlar anlam bakımından birbirinden farklıdırlar. "Alim" kelimesinden anladığımız şey "kadir" kelimesinden anladığımızdan farklıdır. Fakat asıl bahis konusu şudur: Bu sıfatlar mana ve mefhumda birbirlerinden farklı oldukları gibi gerçekte de birbirlerinden farklı mıdırlar; yani acaba Allah Teala'nın varlığında da birbirinden ayrı mıdırlar, yoksa bir midirler?
Bu sorunun cevabında şunu söylemek gerekir: Bu sıfatların Allah Teala'nın zatında ayrılıkları, O'nun zatında kesret ve terkibi gerektirdiğinden, kesinlikle bu sıfatların, mana ve mefhumda birbirinden farklı ve ayrı şeyler olmalarına rağmen, bir ve aynı şeydirler. Başka bir tabirle: Allah Teala'nın zatı basit (yalın) olmasına rağmen bu sıfatların tümüne sahiptir; Allah Teala'nın zatının bir bölümünü ilim, diğer bölümünü kudret ve bir başka bölümünü de hay ve diri oluşu teşkil etmez ve araştırmacıların tabiriyle: O'nun tümü ilimdir, tümü kudrettir ve tümü dirlik ve hayattır.
Dolayısıyla, Allah Teala'nın zatî sıfatları, kadim ve ezelî olmakla birlikte O'nun zatının aynıdır. Allah Teala'nın sıfatlarını ezelî ve kadim, fakat zatıyla aynı olduğunu kabul etmeyenlerin görüşleri ise doğru değildir. Çünkü, bu görüş gerçekte Allah Teala'nın sıfatlarını insana benzetmekten kaynaklanmış ve insandaki sıfatlar onun zatından ayrı olduğu için Allah Teala'da da böyle olduğunu sanmışlardır.
3. Aşama
Tevhidin üçüncü merhalesi, yaratıcılığında tevhiddir. Yani, Allah Teala'dan başka yaratıcı yoktur ve varlıkların tümünü yaratan O'dur. Kur'an tevhidin bu merhalesini vurgulayarak şöyle buyuruyor:
"Her şeyin yaratıcısı Allah'tır. O, tektir, kahredendir." (Ra'd, 16)
"İşte her şeyin yaratıcısı olan Rabb'iniz Allah budur. O'ndan başka tanrı yoktur." (Mü'min, 62)
Vahiy dışında, akıl da yaratıcılıkta tevhide tanıklık etmektedir; çünkü Allah'tan başka her şey mümkün ve muhtaç bir varlıktır ve doğal olarak onun ihtiyacı Allah tarafından giderilmekte ve varlık boyutunda isteklerini O temin etmektedir.
Yaratıcılıkta tevhid, tabii ki varlık aleminde sebep sonuç ilkesini reddetmek anlamında değildir. Çünkü mümkün varlıkların birbiri üzerinde etkisi, Allah'ın iznine bağlıdır; sebebin varlığı ve varlıkların sebebiyeti -her ikisi de- O'nun iradesinin görüntülerinden sayılmaktadır. Güneş ve aya sıcaklık ve parlaklık veren O'dur ve istediği zaman da onlardan bu etkiyi alır. Bu açıdan O tek ve eşsiz yaratıcıdır.
Altıncı ilkede değindiğimiz gibi, Kur'an-ı Kerim de sebep sonuç düzenini onaylamıştır. Nitekim şöyle buyuruyor: "Rüzgarları gönderen, bulutları kaldıran, sonra onu göğe dilediği gibi yayan Allah'tır." (Rum, 48) Bu ayette, bulutları hareket ettirmede rüzgarın etkisi açıkça beyan edilmektedir.
Allah Teala'nın yaratıcılık dairesinin tüm varlıkları kapsamına alması, kulların çirkin işlerinin Allah Teala'ya nispet verilmesini gerektirmez. Çünkü her varlık, mümkün bir varlık olması hasebiyle, Allah'ın genel irade ve gücüne istinat etmeden var olamaz; ancak insan hakkında, onun kendi fiilinde iradeli ve muhtar bir varlık olduğu için, Allah'ın takdiriyle karar verme hakkına sahiptir, itaat ve itaatsizlik bakımından fiilin gerçekleşmesi onun iradesine ve aldığı karara bağlıdır.
Başka bir tabirle: Allah Teala varlıkları yoktan var edendir ve varlık mutlak olarak O'ndandır ve O'na istinat edilir; bu açıdan hiçbir kötülük söz konusu değildir. Nitekim şöyle buyuruyor: "O'dur ki her şeyin yaratılışını güzel yaptı." (Secde, 7) Ancak onun akıl ve din ölçüleriyle bağdaşıp bağdaşmamasına neden olan insanın kararıdır. Konunun daha fazla açıklık kazanması için "yemek" ve "içmek" gibi insanın fiillerinden ikisini göz önünde bulundurduğumuz takdirde, bu iki fiil varlık oldukları için Allah'a isnat edilmekte; fakat varlık onlarda "yemek" ve "içmek" şekline gerçekleştiği ve insan kendi organlarının iradî faaliyetiyle onu bu şekle getirdiği için de bunların faile ait olmaları gerekmektedir; çünkü kesinlikle bu iki fiil bu şekilde Allah'a isnat edilemez. Dolayısıyla, Allah varedendir; insan ise yiyen, içen, fail ve işi yapandır.
Bir sonraki yazımızda devam edelim