Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Körfez ve Ukrayna yansımaları!

Bu, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra meydana gelen önceki savaşlardan farklı, büyük bir ülke ile daha küçük bir ülke arasındaki bir savaş. Son 70 yılda yaşanan savaşların çoğu vekalet savaşlarıydı. Ukrayna savaşı esasında Ukrayna ve Rusya Federasyonu arasında, ancak buna çeşitli derecelerde Batılı ülkeler (siyasi anlamda), yani ABD, Avrupa, Avustralya, Japonya, Güney Kore ve siyasi olarak “Batı kampı” olarak bilinen diğer bir dizi ülke de katıldı. Yarın sona ermeyecek bir savaş, çünkü ötesi var. Her kamp kendi kartlarını ortaya koydu ve niyetlerini açık etti. Sovyetler döneminde iki görüşü ayıran ideolojik bir anlaşmazlık olduğundan bahsetmek kolaydı. Artık durum böyle değil, öyleyse çatışmanın günümüzdeki nedenlerinin uyarlaması nedir? En yakın olası uyarlama belki de bunun bir çıkar çatışması ve aynı zamanda önceki ve sonraki tarih üzerine bir mücadele olduğudur! Sebep ne olursa olsun, mevcut göstergelerin yansımaları çok büyük ve savaşın genişleme olasılığı da göz ardı edilmemeli. Ayrıca, bir takım jeopolitik ilişkilerde değişiklik de en yakın olasılıklardan olabilir. Peki, savaşın doğrudan Körfez bölgesi ve Arap dünyası üzerindeki yansımaları nelerdir? 5 ana gösterge kaydedilebilir.

Birincisi; enerji ihtiyacıdır. Rusya'nın Avrupa ülkelerine enerji (petrol ve doğal gaz) sağladığı biliniyor, bu yüzden şimdiye kadar üstünlüğü elinde tutuyor. Ancak Batı'nın kendisini düşman bellemesi, Batı endüstrisine can suyunu vermeye devam etme garantisini ortadan kaldırabilir. Bu noktada Batı kampı, bir enerji deposu olduğu için tekrar Körfez bölgesine yöneldi. Oysa birkaç ay öncesine kadar Batı bölgeye sırtını dönmüştü (mecazi anlamda) ve ister Yemen'deki savaş, ister İran tehdidi, hatta Türk müdahalesi olsun, kaygılarını ciddiye almıyordu. Kurumlarının ifadesiyle odak noktası, en önemli ekonomik ve teknolojik meydan okumayı oluşturduğu için Çin ve çevresiydi. Ukrayna savaşı denklemi değiştirdi. Pek çok Batılı yetkili, enerji arzını teyit etmek, hatta gelecekte daha fazlasını güvence altına almak için Körfez bölgesini ziyaret etti veya telefon görüşmeleri yaptı. Gelgelelim enerji piyasaları, Rus bileşeninin esas olduğu "OPEC+ " olarak bilinen bir ortaklıkta karar kılmış bulunuyor. İşte yüzleşilmesi gereken engel budur ve yüzleşme anlık olmayıp, Ukrayna'daki askeri çatışmanın seyrinin gelişimine büyük ölçüde bağlı olacaktır. Batı kampı aynı zamanda bize daha yakın olan diğer yerlerden, yani İran’dan da enerji arzı bekliyor. Yeni bir nükleer anlaşma imzalar imzalamaz İran petrolünün ve belki de doğalgazının Avrupa ülkelerine akmasını bekliyor. Ancak soru şu: Bunun karşılığında hangi siyasi bedel ödenebilir? İran'ın bölgede elini serbest bırakmak ve milislerini komşu hükümetleri ve toplumları işgal etmeye teşvik etmek mi? Eğer bu gerçekleşirse, en küçük etkisi Batı ülkelerinin ihtiyaç duyduğu enerji arzının düzensizleşmesi olacaktır! Buna ilave olarak, bölgesel güvenlikte büyük bir kargaşa görülecektir. Bu, Batılı karar alıcıların ciddi olarak düşünmesi gereken bir denklemdir.

İkincisi; Batılı ülkelerin silahlanmasıdır. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, neredeyse 70 yıldır uykuda olan Alman askeri cininin uyanışı olarak bilinen olaydır. Almanya, Batı Avrupa'da endüstrinin kalbi ve diğer Avrupa ülkelerinden daha fazla teknik ve teknolojik kapasiteye sahiptir. Silahlanmaya, hatta belki de zorunlu askerliğe yönelerek, görece kısa bir süre içinde, (birçok tarihsel emelleri olduğundan) öncelikleri değişebilecek vurucu bir güç haline gelebilir. Bunun dışında, Ukrayna'daki savaş davulları ile genel olarak Avrupa, bağımsız veya yarı bağımsız bir askeri güce sahip olmanın öneminin ayrımına vardı. Bu bir fikir olarak Avrupa Birliği koridorlarında dolaşıyor ve tartışılıyordu, ancak kendisine asıl ihtiyaç Ukrayna savaşının patlak vermesinden sonra güçlü bir şekilde açığa çıktı. Avrupa ülkeleri, hatta küçük olanlar bile, ABD'nin doğrudan korumasına ihtiyaç duymadan silah kapasitelerini yenilemeye ve en kötü senaryoya hazırlanmaya başladılar.

Üçüncüsü; ülkelerin tutumlarının değişmesidir. Şu anda kendi deyimleriyle “tarafsızlık” cephesinde oturan ülkeler üzerindeki iki kampın baskısı sonucunda birçok ülkenin konumunun değişeceği kesinliğe yakın bir olasılıktır. Zira bu noktada tarafsızlık (iki kampın bakış açısına göre) siyasi saflaşmada ellerinden önemli kartları almaktır! Yakında, “Bizimle olmayan bize karşıdır” sözleri yükselecektir. Bu ise, her kampın kendi yararına kullandığı kimisi iç, kimisi çevresel, yerel ve bölgesel çelişkilerden yararlanarak sahip olduğu tüm güçle körükleyeceği ülkeler arası çatışmaları ateşleyebilir.

Dördüncüsü; bölgesel risktir. Şu ana kadar İsrail tarafsız bir tutum benimsiyor, hatta bazı politikacıları savaşan taraflar arasında arabuluculuk yapmayı temenni ediyor. Ama aynı zamanda tüm dikkatini İran nükleer anlaşmasına odaklamış bulunuyor. Eğer ABD, Tel Aviv'in hayati çıkarlarının tehdit altında olduğunu hissetmesine yol açacak ölçüde Tahran'ı memnun etme yoluna giderse, sıcak bir çatışma yaşanabilir. Bu durumda ABD (içindeki güçlü İsrail lobisi nedeniyle) İsrail'in yanında yer almak zorunda kalabilir. Rusya da İran'ın yanında yer almaya, Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen, hatta İran’ın içinde kuluçka olarak kullanabileceği bir tabanın olduğunu düşündüğü ülkelerde daha rahat hareket etmesini sağlamaya zorlanabilir! Bu noktada tehlike Arap petrol kuyularına yaklaşacak ve bölge belirsizlik alanına girecektir!

Beşincisi; seçeneklerdir. Tarihte doğru yeri seçmek zor bir süreçtir. Arap siyasi literatüründe Arapların tarihte sıklıkla yanlış yeri seçmeleri hep eleştirilmiştir ve bazıları şimdi de bunu yapıyor. Rasyonel seçim, açıkça “Bir devletin başka bir devlete saldırısını yasaklayan ve suç sayan” uluslararası hukuktan yana olmaktır ve Ukrayna örneğinde de bu yaşandı.
Batı kampı; çirkinlikleri bir yana, çok sayıdaki ortak çıkarları düzene koymak için kendisi ile iş birliği alanı bulunabilecek bir kamptır. Aynı şekilde, totaliter bir rejimin yanında yer almak, anlık çıkarlar elde etmeyi sağlasa bile, tarihsel olarak üzerine oynamanın akıllıca olmayabileceği bir bahistir. En akıllıca olanı, "herkesin kendi başının çaresine bakması" gerektiği mesajını veren uluslararası mücadelenin daha doğru anlaşılmasıdır. Burada, “mevcut katılımcıları” ile Arap ekseninin, esasında kendi gücüne dayanan, rekabeti ortadan kaldıran ve güvenlik çıkarlarını birbirine bağlayan iki dereceden oluşan bir Arap duvarı tesis etmeyi düşünmesi son derece önemlidir.
Son söz; Arap araştırma merkezleri, etrafımızda meydana gelen büyük dönüşümleri ele almak için insani ve fikri kaynaklarını bir araya getirmelidir.