‘İslamofobi’ nedir? Sözcüğün kendisinden yola çıkarsak, ilk kez 20. yüzyılın başlarında ortaya çıktığını görüyoruz. 1910 yılında Fransız Alain Quellien, yayınladığı bir eserde bu ifadeyi “Batı toplumları ve Hıristiyan medeniyeti nezdinde yaygın olan İslam’a karşı bir önyargı” şeklinde tanımlamıştır. Çağın getirdiği değişimlerle birlikte bu ifade artık genel olarak İslam'a ve Müslüman toplumlara karşı akıl dışı bir ayrımcılık, korku ve nefret olarak anlaşılıyor.
Aslında İslam'a ve Müslümanlara karşı duyulan ‘fobi’ uzun bir süredir var. Tarih boyunca Orta Çağ'daki Haçlı Seferleri’nden tutun modern çağda İslam ülkelerinin sömürülmesine ve 11 Eylül olaylarından sonra Kuran-ı Kerim'in ve camilerin yakılması ile peygamberlere hakaret edilmesi gibi meydana gelen olaylara kadar bu ‘fobi’ hep vardı. Bu, İslam ve Müslümanlara karşı duyulan ‘fobi’nin şekillendirdiği ve Batı medeniyetinin üstün olduğu doktrinini yayan irrasyonel bir tutuculuktur. Batı medeniyetinde bu fobi ve korku, bir hastalık haline gelene kadar durmadan büyüdü.
Bu fobi, kibir ve önyargıdan kaynaklanmaktadır. Fobiler aşırılık ve şiddeti doğurur. Aşırılık her zaman beşeri kültürlerin karanlık köşelerinde gizlenmiştir. İslamofobi kaynaklı ayrımcılık, nefret ve şiddet gibi eylemler başlı başına aşırıcılıktır. Bazı ülkelerdeki aşırı sağcı gruplar ve ırkçılar, El-Kaide ve DEAŞ gibi aşırılık yanlılarının terör faaliyetlerini bahane ederek insanları manipüle edip barış yanlısı Müslümanları birkaç aşırılık yanlısıyla ilişkilendirmeye teşvik ediyorlar. İnsanların Batı'daki sosyal ve ekonomik durgunluğa ve düşük sosyal refaha duydukları öfkesini yatıştırıp bu durumlardan İslam'ı ve tüm Müslümanları sorumlu tutuyorlar. Batılı bazı medya kuruluşları, ortalığı kızıştırıp İslam'ın öğretilerini yanlış yorumladı. ‘İslami tehdit teorisini’ yayıp İslam dünyası ile Batı arasındaki uçurumu ve uyuşmazlıkları derinleştirdi. Böylece ‘İslamofobi’yi beslemiş oldu.
Bazı ülkeler, en büyük ‘İslamofobi’ üreticisi olduklarını ve yaşama ve kalkınma hakkı konusunda Filistin, Afganistan ve diğer İslam ülkelerindeki halkların yaşadığı krizlerin müsebbibi olduklarını bir süre görmezden geldiler. Hatta Çin'i itibarsızlaştırmak için ellerinden geleni yaptılar. Sincan’da ‘dini baskı’ olduğu yönünde yalanlar uydurup bunları yaydılar. Beyhude bir çabayla ‘İslamofobiyi’ Doğu'ya çekmeye ve Çin ile İslam ülkeleri arasındaki dostane ilişkileri zayıflatmaya çalıştılar. Bu tür davranışlar temelde İslam'a zarar verir, kasıtlı olarak Müslümanlarla gayrimüslimler arasında bir çatışma yaratır ve Çin medeniyeti ile İslam medeniyeti arasında alışveriş ve karşılıklı bir öğrenme süreci olduğuna ilişkin temel gerçekleri görmezden gelir.
Tarihe baktığımızda, İslam'ın zuhur etmesinden bu yana Müslümanların Çin'e giden İpek Yolu'nu izlediklerini ve Çin ile İslam ülkeleri arasında bize miras kalan tarihi ve kültürel bağları oluşturduklarını kolayca görebiliriz. Sonu gelmeyen deve kafileleri ve ticari gemilerin akını, Zheng He ve İbn Battuta adlı kaşifler, Quanzhou, Xi'an, Kaşgar ve başka yerlerdeki eski camiler, İslam ülkelerinin her yerinde görülebilen ‘Made in China’ (Çin yapımı) yazısı, Çin kolejlerinde ve üniversitelerinde Arapça dilinin yankıları ve Arap ülkelerindeki Çin kolejlerinde ve üniversitelerinde Çin dilinin yankıları… Bunların tümü, antik tarihten modern zamana kadar Çin-İslam medeniyet alışverişlerinin kesintisiz bir şekilde devam ettiğinin delilidir.
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, farklı ülke ve medeniyetlerin farklılıkları örtüp ortak olan şeyleri öne çıkararak karşılıklı saygı çerçevesinde birlikte kalkınması ve ortak kazanımlar için işbirliği yapması gerektiğine dikkati çekti. Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz barış, ılımlılık, hoşgörü ve sevginin İslam'ın esas anlamları olduğunu vurguladı. Çin uygarlığı her zaman ‘farklılıkla uyum’ şeklindeki geleneksel kavramı uyarınca hareket etmeye bağlı kalmıştır ve İslam her zaman ‘barış’ ve ‘hoşgörü’ fikirlerini savunmuştur. Benzer bir ideolojik çekirdeğe tutunmaları bu iki medeniyetin, dayanışma ve karşılıklı istifade aracılığıyla birbirini anlamasını ve birbirine hoşgörüyle yaklaşmasını sağlamıştır.
Çin, İslamofobi’ye kesinlikle karşıdır. Topraklarındaki İslami inanç özgürlüğüne saygı duyar ve bunu garanti eder. Tüm etnik grupların ve dinlerin uyumlu bir şekilde bir arada yaşamasına büyük özen gösterir. İslam'ın şeytanlaştırılmasını ve din özgürlüğü konularının siyasallaştırılmasını katî suretle reddeder. Kısa bir süre önce Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, aldığı kararla ‘Uluslararası İslamofobi ile Mücadele Günü’ ilan etti. Çin, İslam ülkelerinin taleplerini aktif olarak desteklediği gibi, bu karar taslağının BM Genel Kurulu'na takdim edilmesinde payı olan az sayıdaki gayrimüslim ülkelerden biridir. Çin, İslamofobi’ye net ve kararlı bir şekilde karşı durmak için dünyanın dört bir yanındaki İslam ülkeleriyle birlikte çalışma kararlılığını ifade ediyor.
Çin, ortak kalkınmayı teşvik etme ve barış ile istikrarı koruma noktasında İslam ülkelerini her zaman yakın ortaklar olarak görecektir. Medeniyetler arasındaki uçurumu kapatmak için medeniyetlerin birbirleriyle alışveriş yapması, medeniyetler çatışmasının üstesinden gelmek için medeniyetlerin birbirlerinden bir şeyler öğrenmesi, medeniyetlerin üstünlüğü düşüncesinden kurtulmak içi medeniyetler arasında bir arada yaşamaya teşvik edilmesi, uluslararası toplumda ‘İslamofobi’nin yayılmasının kesin olarak reddedilmesi ve kültürlerin ve dinlerin barış içinde bir arada yaşadığı ve çoğulculuğun gölgesinde geliştiği bir geleceği hep birlikte inşa etme çağrısında İslam ülkelerine katılmaya hazırız.
TT
Çin neden İslamofobi’yi kesinlikle reddediyor?
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة