Batı ülkelerinden birinde faaliyet gösteren büyük bir İslami merkez, eşcinselliği destekleyen bir kurumdan merkezin salonlarından birini kiralamak üzere talep aldı. Kurum burada danışmanlık ve yönlendirme amaçlı tavsiyeler vermek üzere oturumlar düzenlemeyi planladığını belirtti. Aynı şekilde ‘gökkuşağı’ bayraklarını dalgalandırmalarına izin vermelerini istedi. Taleplerinin gerekçesi olarak da etnik, dini, mezhepsel veya ideolojik mensubiyetleri ne olursa olsun Batılı hayır kurumlarının sorumluluklarından birinin, bu kurumların olanaklarını aidiyetlerine, görüşlerine ve faaliyetlerine bakmaksızın farklı toplum gruplarının kullanımına sunmak olduğunu söylediler. İslami merkezin görevlileri bu ‘ilginç’ talebi görüşmek üzere toplandıklarında, açık sözlü muhalif muhafazakârlar ve pragmatist mutabık muhafazakârlar olarak iki gruba ayrılmaları normaldi. Muhalif grubun çıkış noktası tamamen diniydi ve kurumun referans noktası ‘İslam’ olduğu için cevabın olumsuz olması normaldi.
Talebi kabul etme taraftarı olan pragmatist gruba gelirsek, bu grup konuya toplumsal, hukuki ve sistemik açılardan baktı. Onlara göre talebin reddedilmesi, bu İslami kurumu, hukuki olarak yaptırımla karşı karşıya bırakabilir. Avukatların çekmecelerinde hazır bulunan dini nefreti benimsemek, toplumsal huzuru bozmak ve özgürce tercihini yapan bir kesime karşı ayrımcılık yapmak gibi bir suçlama ve bahaneler listesi altında kurumun yetkililerini mahkemelere sürükleyebilir.
Hatta aynı muhalif duruşu sergileyen herhangi bir İslami kuruma karşı mahkemenin kazanılması, yönetim kurulunun feshedilmesine, üyelerin ihraç edilmesine ve davayı açanların toplumun diğer tüm kesimleri ile bir arada yaşama konusunda açık, hoşgörüleri olduğunu söyledikleri yeni üyeleri aday göstermelerine yol açabilirdi. Muhalif grup, rezervasyonların dolu olduğunu öne sürerek, salonu kiralama talebinden ‘kaçınmaya’ çalıştı. İçlerinden biri şöyle sordu: “Ya daha kısa veya daha uzun bir süre sonra salonun rezerve edilmesini isterlerse?” Bu tepki şaşkınlığa yol açtı.
İslam dünyası ülkelerinden Batı ülkelerine göç edilmesi, vatandaşlık alınması veya oturma izinleri alınması, artık başarılar, maceralar ve daha iyi gelirlerle dolu bir hayat demek değil. Bilakis son on yılda yaşanan siyasi değişimler, toplumsal dönüşümler ve ekonomik zorluklardan sonra güçlükler, sıkıntılar ve problemlerle dolu bir hayat demek oldu. Batı ve hatta doğu ülkelerindeki Müslüman azınlıkların liderlerinin, ‘muvazene fıkhına’ odaklanmanın yanı sıra çetrefilli meselelerle ciddi şekilde rasyonellik, bilgelik ve “gerçekçilik” ile ilgilenme konusunda başı çekmeleri gerekiyor. İstikrarın yüksek bir bedeli olduğunu teorik olarak değil, pratik olarak idrak etmeleri lazım.
Dikkate değer ve önemli bir örnekte ise; Batılı bir ülkede çeşitli
dinlere, mezheplere ve etnik köklere mensup olan toplum kesimleriyle ilişki
köprüleri kurma ve koordinasyon sağlamada başarılar elde etmiş olan hatta fahri
onursal başkanının Müslüman olmadığı İslami kurumlardan biri ile bir eşcinsel kurum
arasında yapılan yazışmada, onursal başkana bir konuda danışıldığında
kendisinin cevabı: Ben de ‘eşcinselim’ oldu.