Askeri paktların oluşumu, üstesinden gelinmesi zor yapısal koşullara sahip karmaşık bir süreçtir. Pakt, medyada sıkça sanki kendisinin eşi ya da gerçekten kendisiymiş gibi kullanılan yaygın “koalisyon” ifadesinden farklılık gösterir. İkisinin eş anlamlı kullanılması, uluslararası ilişkilerde ve spesifik olarak da birden fazla ülkenin katıldığı ve diğer gruba karşı mücadelede her grubun kendine özgü bir bağının olduğu dünya savaşları tarihinde uzman olmayanlar için kafa karışıklığına neden oluyor.
Pakt ile koalisyon arasındaki en önemli farklardan biri, paktın kurumsal bir yapıya, bir bütün olarak paktın faaliyetleri üzerinde etkili bir komutaya, belirli mali ve askeri taahhütlerin yanı sıra amaçlarını ve işleyişini tanımlayan bir belgeye sahip olmasıdır. Paktın iki temel özelliği bulunur. Birincisi, pakt üyelerinden birinin dış saldırıya maruz kalması durumunda kolektif savunma operasyonu düzenlenmesi. İkincisi de genel misyonunun, harekat sahasının açık bir tanımının ve gerektiğinde paktın kapasitesinin seferber edilmesine nasıl hazırlanacağının belirlenmesidir. Ayrıca paktın, üye devletlerin ordularının tek bir askeri ve komuta potasında eritilmesine yol açmadığı, üye devletlerin ordularının, belirli bir süre ve belirli bir amaç için üzerinde anlaşmaya varılan ortak bir misyonu yerine getirmek için seferber edilen kuvvetlerden ayrı kalacakları da akılda tutulmalı.
Koalisyon pakttan çok daha dardır. Kalıcı bir kurumsal karaktere sahip değildir ve oluşumu siyasi esnekliğe tabidir. Amacı belirli bir zamanda bir grup ülkenin ortak çıkarlarını gerçekleştiren belirli bir misyonu yerine getirmektir. Koalisyon, üyelerine belirli mali yükümlülükler getirmez ve her üye misyona kapasitesine göre katkıda bulunur. En belirgin örneği, Başkan Biden'ın ABD kuvvetlerinin görevine son verme kararıyla tamamen dağılan Afganistan'daki "Taliban" örgütüne karşı kurulan uluslararası koalisyondur. Paktla benzerliği, yalnızca kolektif bir askeri operasyonla bağlantılı olmasıdır. Operasyon tamamlandığında ise koalisyon dağılır. İkinci benzerliği, misyon tamamlanana kadar koalisyona katılanlar arasında koordinasyonu sağlayan bir komutanın bulunmasıdır. Ama bu komuta kalıcı değil geçicidir.
Pakt ve koalisyon kavramları arasındaki bu yapısal farklılıklar, medyada "Arap NATO”su olarak bilinen şeye ilişkin olarak son 6 yılda meydana çıkan karışıklıkların ve karmaşıklıkların çözülmesine büyük ölçüde yardımcı oluyor. Bazen buna İsrail de ekleniyor. Ancak bu varsayımsal durumda söz konusu olan bir Arap paktı değil, Ortadoğu paktı olacaktır. Bu terim, en azından kimi zaman, terörle mücadele gibi belirli Arap çıkarlarını güvence altına almaya yönelik tamamen Arap çabalara da atıfta bulunuyor. Bununla birlikte kalıcı bir kurumsal karakterin yokluğu, koalisyonu kırılgan ve geçici hale getirerek, üyelerinin kendi değerlendirmelerine ve olayların gelişimine göre gerekli seferberliğe katılmasına veya çekilmesine olanak tanıyor. Bu yapısal farklılıklar, Ürdün Kralı 2. Abdullah'ın misyonunun kesin bir şekilde tanımlanması koşuluyla, bir "Arap NATO”sunun kurulmasına kişisel desteğini ifade ettiği açıklamalarının anlaşılmasına yardımcı oluyor. Bazı Ürdünlü kaynaklar bu açıklamaları, Kral 2. Abdullah'ın, amacının öncelikle savunma, çerçevesinin belirlenmemiş, birçok yoruma tabi olan bir düşman veya rakibe saldırıyı başlatmak değil de olası saldırganlıkları caydırma olması temelinde, bilinen NATO'ya benzer bir formatı desteklediği şeklinde izah ettiler.
NATO'ya yapılan atıf, Ürdün Kralı'nın kurumsal bir yapıya sahip, üye devlet liderlerinin periyodik toplantılar düzenlediği, üye devletlerden delegelerin katıldığı bir operasyon odası olan, dolayısıyla üyelerin mali ve lojistik yükümlülüklerinin, paktın üstlendiği taahhütler için özel belirli sayıda birliklerin yanı sıra belirtilmeyen belirli bir komutanın bulunduğu bir pakt formatını tercih ettiğini gösteriyor.
Açıklamada geçen paktın misyonunun kesin bir şekilde belirlenmesi şartı ise, gözlemcilere göre, iki yönlü ve birden fazla şekilde yorumlanabilecek bir ifadedir. Bu şart bir yandan bir dizi Arap lider arasında yapılan istişarelerde bu olası ittifakın misyonunu henüz belirlenmediğine, diğer yandan, bu misyonun belirlendiğine ancak pakt üyeliğine aday gösterilen tarafların kabul edebileceği bir belge ile formüle edilemediğine işaret ediyor. Her iki durumda da paktın misyonu halen kapsamlı istişareler ve tartışmalar gerektiriyor. Bunun için de daha fazla toplantıya, araştırmaya ve incelemeye ihtiyaç var. Bu ise yakında bir askeri ittifak formülü deklare edilmesi konusunda kesin bir karar olmadığı anlamına geliyor.
Kral Abdullah'ın bir grup Arap ülkesi arasında birbirine yardım ve ortak zorluklarla mücadele etme eğilimi olduğuna dair imasına gelince; bu, bahsi geçen grubun tercihinin, halklarına fayda sağlayacak kolektif iş birliğine dayandığı anlamına geliyor. Bu iş birliğine çeşitli nedenlerle itiraz edilemez. Bunların en önemlisi, bu iş birliğinin son derece arzu edilir olması, Arap Birliği Tüzüğü'nün yüksek hedefleri çerçevesinde yer alması ve övgüye değer bir dayanışma eğilimini yansıtması. Teorik olarak bu, söz konusu grup arasındaki iş birliğinin, mutlaka herhangi bir formattaki bir askeri ittifaka dönüşeceği anlamına gelmez. Söz konusu grubun Ürdün'ün yanı sıra Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Irak’ı kapsadığı da açıktır. Buna diğer Körfez ülkeleri ile Tunus ve Cezayir de katılabilir.
Ürdün'ün bu doğrultudaki tasavvuru, bir dizi Körfez ülkesi ile Ürdün, Mısır ve Irak’ın aralarında olduğu diğer Arap ülkelerine ek olarak İsrail’in hava kuvvetleri ve hava savunma sistemleri arasında entegrasyon sağlayacak bir koalisyon kurulması konusunda Tel Aviv’in ABD'nin desteğiyle resmî olarak propagandasını yaptığı fikirle çatışıyor. Bu koalisyonun asıl amacı ise İran’ı caydırmak. Amerikan askeri bültenleri, bu ittifakın kurulması halinde Amerika Birleşik Devletleri tarafından yönetileceğini belirtiyorlar. Esas olarak aday ülkelerin hava savunma sistemleri ve havacılık alanındaki kapasitelerini birleştirmek ve İran'ın "Arap NATO”su olarak adlandırılan bu koalisyonun herhangi bir üyesine saldırmayı düşünmesini engellemekle ilgileneceğine işaret ediyorlar. Burada üç temel sorun ortaya çıkıyor. İlki, İsrail’in de katılımıyla farklı kaynaklı silah sistemlerini ve performans felsefesini tek bir çatı altında toplama varsayımının gerçekleşmesini zorlaştıran sebepler olması. Çoğu aday ülkenin silah kaynakları Avrupa, ABD, Rusya, Çin, Güney Kore ve Arjantin arasında değişiyor ve bu sistemlerin her birinin farklı bir çalışma yöntemi bulunuyor. Bazı ülkeler bu sistemleri diğer kaynaklardan gelen sistemlerle uyumlu hale getirerek onlarla bütünleştirmişler. Dolayısıyla ifşa etmek veya diğer taraflarla paylaşmak istemedikleri hibrit bir sistemleri var.
İkincisi; bu koalisyonun veya “Arap NATO”sunun rolünün ve üyelerinin yukarıda belirtildiği şekilde sınırlandırılması, onu Arap değil Ortadoğulu yapıyor. Aynı zamanda hava savunması ve belirli bir harekat alanı ile sınırlı olduğundan, terimsel anlamda bir pakt olarak kabul edilemez. Üçüncüsü; bu tür bir koalisyona üye olmaya aday ülkelerden bazıları, belirli bir tarafı hedef alan genişletilmiş askeri iş birliği konusunda büyük hassasiyetlere sahip. Kurumlarının kılcal damarları üzerindeki İran nüfuzundan muzdarip Irak'ın bu tür bir ittifaka taraf olması çok zordur. Mısır'a gelince; daha Temmuz 1952'den önce benimsediği, kaderini tayin edecek kararlarını kısıtlayan herhangi bir askeri ittifaka katılmayı reddeden tarihsel bir pozisyona sahip.
TT
Kral Abdullah ve Arap NATO’su tartışması
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة