Ömer Özkaya
Yazar
TT

Akıllılık yanılsaması ve çok yönlü küresel asimetri

"Ancak bu daha fazla böyle devam edemez. Çok fazla insan akıllanmaya başladı." Beat akımının mimarlarından William Seward Burroughs'ın bu fazlasıyla ileri görüşlü ifadesi günümüzü muazzam şekilde açıklayan motto olarak öne çıkabilecek niteliktedir. Böyle bir motto ortaya koyabilmek için Burroughs gibi inanılmaz berbat bir yaşama sahip olmak gerekir. Çok extrem bir yaşam tarzı insana çoğu zaman toplumu olağanüstü bir gözlem ve analizle irdeleme olanağı vermektedir.
En uçlarda yaşayan insanların deşifre edilme ve tanınma süresi ne kadar kısa olursa marjinal yaşam sürenlerin iç yüzü o kadar hızlı belirir. Bu durumda extrem yaşam süren kişi toplumun IQ’sunu aynı hızla ölçer. Dolayısıyla Burroughs çok fazla insanın akıllandığını söylerken haklıdır. Amerikan tarzı bir bohemin Amerika içinde ve dışında anında çözümlenmesi Burroughs’a çok ilginç gelmiş olmalı.
Oysa akıllanan toplum değildir. Toplumun en uç noktasına savrularak bir nevi sosyolojik manşet olduğu, "kendini" bir nevi ifşa ettiği ve bunun da farkında olmadığı için insanların çok akıllandığını düşünmektir.
Diğer taraftan günümüz sosyolojik yapısı irdelendiği takdirde, insanların büyük çoğunluğunun kendilerini ciddi anlamda "akıllı" gördükleri de bir olgudur. Toplumlar, şirketler ve devletler için de geçerlidir kendini akıllı görmek. Medya, akademik dünya ve "uzmanlar" izlendiği zaman her bireyin ileri derecede şifre çözücü olarak öne çıktığı görülmektedir.
 ABD’nin, İsrail'in, İngiltere’nin, Almanya’nın, Fransa, Rusya ve daha birçok devletin ve dev şirketlerin her türlü stratejileri ışık hızıyla çözülmektedir. Lakin bu olağanüstü deşifrasyona rağmen, deşifreciler sürekli zarar eden taraf olmaktadırlar.
Belki de büyük devletlerin ve dev şirketlerin en büyük başarıları bireyleri ve kitleleri kendilerinin çok akıllı olduklarına ikna etmesidir. Bireyler, kitleler ve bazı devletler kendi akıllarını beğendikleri sürece kolay av olabilmektedirler. Ciddi hiç bir akıl "ben şifreyi çözdüm", "oyunu gördüm" diye ortaya çıkmaz. İkinci Dünya Savaşı'nda Alman ordusunun kripto sistemi Enigma'yı çözen İngiltere, "Alman şifreleme sistemini deşifre ettik" diye beyanat vermemiştir. Aksine rakibinin şifrenin çözüldüğünü fark etmemesi için şifreyi çözmemiş gibi yapmak için daha fazla strateji üretmiştir.
Tarih ve günlük yaşamda her şey her zaman sebep-sonuç zinciri içinde ilerlemez. Evren gizemlerle doludur. Sebepten bağımsız sonuçları çoğu zaman metafizik ile izah etmeye kalkışırız. Oysa aslında olay fizik yasalarının işleyişidir.
Bu bağlamda büyük devletlerin, dev şirketlerin ve büyük işadamlarının yaptığı her işte sırlar, stratejiler ve olağanüstü haller aramak multidisipliner birikime ve vizyona sahip olmamaktan kaynaklanmaktadır. Birçok yerde ve zaman diliminde büyük devletler ve dev şirketler ve hatta sıradan bireyler aslında hiç istemedikleri stratejileri uygulamak, politikaları takip etmek durumunda kalıyor olabilirler ve çoğu zaman bunun neden veya nedenlerini bilemezler. Sanki başka bir varlık tarafından ele geçirilmiş gibidirler. Evren dediğimiz sonsuzlukta dünyadaki varlıklardan ibaretmişiz gibi bir sanrıya kapıldıkça, aşırı dar kalıplarla düşünüp etrafa baktıkça gerçek komploları da göremeyiz.
Oysa evrenden bireylere, toplumlara, çeşitli organizasyonlara, devletlere ve etrafımızdaki tüm nesnelere sürekli çeşitli inputlar gelmektedir. Bu inputlar (çeşitli girdiler, mesajlar, akıl yüklemeler), zihnimiz başta olmak üzere tüm yaşamımızı etkilemekte, değiştirmekte, yenilemekte ve bazen de geriletmektedir.
Çoğu zaman da hayatımızı derinden ve negatif etkileyen gelişmeler sadece ve sadece kendimizi fazla akıllı görmekten kaynaklanmaktadır. Oysa evrenin genel işleyişine bakarsak tüm akılları yöneten, çok daha kapsamlı, derinlikli ve de kavranılamaz olağanüstü bir dehanın evrensel bir hakemlik ve hâkimlik yaptığını da gözlemlemek mümkündür.
Performansımızı artıracak yarıklardan akıp gitmek yerine, diğer yapıdaşlarımızın aklını kopya edersek varış noktamız vasatlık ve kendi döngüsünde yitip gitmek olacaktır. Bu sebeple evrenin aklıyla bağ kurabilmek ve evrenin işleyişiyle paralel işlemek aklın kapılarını açacaktır.
Önde gelen tüm bilim, fikir, sanat, kültür ve erdem sahiplerinin yaptığı en önemli eylem evrenin aklıyla bağ kurabilmektir. Bu da evrenin tüm atomlarıyla veya tüm nano parçalarıyla uyumu aramak ve bulmakla mümkündür.
Bir evren olduğumuzu unutup sonra da kendi varlığımızı sanallaştırıp gerçekten yok ederek ve bunu da akıllılık diye satarak alabileceğimiz yol bu kadardır. Bu yolu tutunca da akıllılık yanılsaması ile tüm tuzaklara hem bireysel hem de kitlesel olarak düşmek kaçınılmazdır.
William Seward Burroughs gibi extrem hale gelip savrularak, kendimizi negatif ifşa ederek koptuğumuz toplumu “çok akıllandı bu insanlar” diye yanlış konumlandırırsak mâkulü kaybettiğimizi unuturuz.
Yine genel kitlenin içindeki yerimizden de memnun olursak bir başka akıllılık tuzağına düşmüş oluruz. Varlığımızı sıradanlaştırmak akıllılık olmadığı gibi öz benliğini yitirmek olur.
Bunun uluslararası ilişkiler sistemine uyarlaması olarak, örneğin, NATO, “bu devletler çok akıllandı. Bu böyle devam edemez” demiş olabilir mi? Ya da Rusya, “bu devletler çok akıllandı, bu böyle devam edemez” mi dedi? İsrail'le diplomatik temas kuran Arap devletleri, “İsrail çok akıllandı, bu böyle devam edemez, İsrail'i tanıyıp ayrıcalıklı statüsüne son verelim” diye strateji geliştirmiş olabilirler mi? ABD ve İngiltere, “AB, ‘birlik’ olgusunu fazla ilerletti, bu böyle devam edemez, mevcut Ukrayna sorununu harlayıp AB vizyonunu daraltalım” demiş olabilirler mi? Burroughs’un yaşadığı toplumsal asimetriyi “insanlar fazla akıllandı” diyerek kitleleri kendisiyle eşitlemesi ve eşitlikten kurtulmak için “bu akıllanma devam etmemeli” çıkışı, ABD’nin Avrupa ülkelerine yönelik disipline çabasına denk düşer mi?
Akıllılık yanılsamasındaki temel olgu kendi koordinatlarını yanlış ve asimetrik değerlendirmekten doğar. Bu yanlış değerlendirme küresel bir savaşa da sebep olabilir. O halde temel soru şu olabilir: Bir devlet diğer devletler için, “devletler çok akıllandı” cümlesini kurmuşsa, kontrolünü kaybetmiş olabilir mi? Ya da durum değerlendirmesinde geç kalmış olabilir mi? Ya da jeostratejik süreçleri yeniden değerlendirmiş mi olur?
Uluslararası ilişkilerde en çabuk anlaşılan olgu, muhatabın niyeti ve asıl amacıdır. Diplomasi de bu niyet ve amacı mümkün olan tüm olanaklarla gerçek güzergâhından saptırmaktır. Bu noktada bilimi devreye alabilen ve “bu asimetrik durumda hangi bilim dalını kullanarak olayın içinden sıyrılabilirim” diye soran devlet kazanacaktır. Dolayısıyla ABD’nin küresel vizyonu ABD başkanı Biden’ın anlattığı gibi mi, yoksa Putin'in algıladığı gibi midir?
ABD’nin evrenin yani uluslararası ilişkilerin aklını anlama çabası biraz William Seward Burroughs tarzı olsa da isabetli gidiyor denebilir. Zira uluslararası ilişkilerin nirengi noktası şu aşamada ABD için Ortadoğu’dur. Ortadoğu’yu yanına almadan ABD’nin zorlanacağı ortadadır.
ABD akıllılık yanılsamasına düşmeden götürebilirse küresel sorunları küresel avantajlara da dönüştürecek fırsatı yaratabilecektir.
Sorun şu ki küresel tabloya William Seward Burroughs gibi bakan devletler çoğalmaktadır. Tüm aktörler birbirlerini çok akıllanmış görüyorlarsa veya görürlerse savaş başlamış demektir.
Güçlenen ve akıllanan devletler listesine bakmak gerekirse Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya, Güney Kore, Japonya, Körfez ülkeleri (Suudi Arabistan, Katar, BAE, Kuveyt, Umman) Endonezya, Malezya gibi uzun bir liste oluşacaktır. Bu yeni eksenin Asya’lı karakteri, nüfus yoğunluğu, üretim ve teknoloji düzeyi, bu ülkelerin pazar olarak da gelişmesi ABD’yi düşündürmektedir.
AB ile NATO genişlemesinin eşzamanlı yürütülmesi, AUKUS Paktı, Arap dünyası ile kompleks olan ilişkileri daha yoğunlaştırma çabaları, Asya'da kurulan yeni ticarî paktlar ve İngiltere ile birlikte daha farklı fakat işlevsel armada oluşturmada alınan mesafe ile siyasal stratejik çelik hasır zemini takviye etme girişimleri, akıllanan ve güçlenen bu devletler grubu ile yakın, daha yakın ve devamlı temas stratejisi, ABD’nin tabloya tam yerinde ve zamanında müdahale ederek jeostratejik bir uçan ve uçuran halı dokuması yaptığı görülmektedir.
İngiltere’nin Brexit ile AB’den ayrılması siyasal, ekonomik ve stratejik istikamet tabelaları açısından dengeleri alt üst etmiştir. AB’nin yaşadığı yoğun küresel ve bölgesel stres ve enerji bazlı dayanıklılık testleri ile AB’nin Brexit sonrası doku tahkimatını yaptığı da görülmektedir.
Diğer taraftan güçlenen ve akıllanan devletler tablosu Körfez Ülkeleri ve Ortadoğu'yu eskisinden daha da büyük ve önemli jeostratejik dev haline terfi ettirmektedir. Bütün bu tabloda Ortadoğu'nun güçlenen ve akıllanan devletler ile geliştirebileceği ilişkiler doğal olarak başta ABD olmak üzere Avrupa'nın da hassasiyetini artırmaktadır.
Büyük Britanya lideri Kraliçe Elizabeth’in başörtüsü takarak yaptığı Suudi Arabistan ziyaretinin ardından Suudi Arabistan uluslararası ligde sürekli yükselen bir grafik çizmektedir.
Biden’ın Ortadoğu ziyareti de bir dönüm noktası niteliği taşımaktadır. Hint Okyanusu'ndan Atlantik Okyanusu'na uzanan hayli uzun bir uçak gemisi olarak Arap dünyası yeni küresel sitemin en jeostratejik merkezlerinden biridir.
Türkiye’nin Batı ile Rusya arasında zorunlu İsviçre statüsü ne kadar devam eder bilinmez ama Adriyatik’ten Pekin’e uzanan bir başka jeostratejik kulvarda Türkiye de önemli bir aktördür.
Bütün bu jeopolitik ve jeostratejik haritada akıllanan ve güçlenen bu kadar devleti gören küresel güçlerin “bu böyle devam edemez” demesi kaçınılmazdır. Fakat sürekli değişen küresel topografya ve gücün nitelikleri asimetriyi artırmaktadır. Asimetri gibi ters güç dengesi kavramı, çoklu asimetrik boyutlar kazanarak, matematik sembolleri uluslararası ilişkiler emojisine dönüştürerek yeni bir diplomatik dil yaratma yolundadır.