Cidde Güvenlik ve Kalkınma Zirvesi üzerinden bir haftadan daha kısa bir süre geçmesine rağmen bazıları olaylara odaklanan, diğerleri yansımaları ve etkileri değerlendirmeye yönelen onlarca inceleme yapıldı. Rusya, İran ve Türkiye devlet başkanlarını bir araya getiren Tahran zirvesi bile dikkatleri, 9 Arap ülkesini ABD Başkanı Biden ile bir araya getiren Cidde zirvesinden çekemedi.
Hiç şüphe yok ki olay ve hadiseleri büyük önem taşıyor. Çünkü bu, 2003'te ,ABD'nin Irak'ı işgalinden yaklaşık 19 yıl, eski ABD başkanı Barack Obama'nın ABD'nin Ortadoğu, özellikle de Araplara yönelik stratejisinin değiştiğini açıklamasından 10 yıldan fazla bir süre sonra yaşandı. Bu süreçte ABD’nin İngiltere ve Fransa'dan devraldığı bölgeden stratejik olarak çekilmesi nihai hale geldi, siyasi ve askeri sonuçları oldu. Amerikalılar bizi İsrail, İran ve Türkiye'ye emanet edeceklerdi; ya da öyle düşündüler. O dönemde Araplar, yalnızca Irak'ın işgali ve pratikte İran'a teslim edilmesi nedeniyle değil, artık kimsenin Arap demediği Maşrık’taki (Levant) diğer rejimlerin birliğini ve gücünü hedef alan sözde Arap Baharı olaylarının yarattığı büyük çatlak nedeniyle zayıf bir haldeydi. İran ile 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşma, Amerikalıların bölge ve sakinleri için arzuladığı koşulları damgalayan bir sonuç gibi görünse de Başkan Trump'ın anlaşmadan çekilmesi önemli bir değişiklik veya revizyon üretmedi. Çünkü askeri geri çekilme devam etti. ABD'nin karadaki ve denizdeki güvenlik ve askeri tutumu onun döneminde değişmedi. Bu devam eden geri çekilme ve Arapları aşağı görme tutumu Biden'ın seçim kampanyasında, dahası Trump'ın anlaşmadan çekilerek büyük bir hata yaptığı ısrarında açık bir şekilde görüldü. Bu izlenim İranlılar ve Türkler açısından bir gerçeğe dönüştü. İranlılar, anlaşmaya geri dönmek veya Arap komşularıyla yeniden ilişkiler kurmak için acele etmediler. Türkler, İranlılar gibi Suriye, Irak, Doğu Akdeniz ve Libya'da yeni nüfuz alanları yarattılar. Hırslarının eski Sovyetler Birliği bölgelerinde prestijini geri kazanma çabalarının ötesine geçmeyeceğine inanılan Rusya da Suriye'ye müdahale etmekten çekinmedi.
Neden son beş yılda bütün bunlar oldu? Ne Körfez ülkeleri ne de Mısır durumu istikrara kavuşturmaya çalışmaktan ve kalkınma atılımlarını hızlandırmaktan geri kalmadılar. Ancak iki meselede ortak ve etkili bir Arap eylemine yönelik kapsamlı projeler ortaya konmadı. İlki, karada ve denizde stratejik güvenlik. İkincisi, kargaşadan etkilenen, yetkileri ABD’nin halefi tayin ettiği veya nüfuzlarını yayma hakkını ya da gerçeğini kabul ettiği müdahil taraflar arasında dağıtılan beş Arap ülkesinde kontrolün yeniden sağlanması. Bu ülkeler Suriye, Lübnan, Irak, Libya ve Yemen’dir.
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı, Cidde zirvesinde Suudi Arabistan Veliaht Prensi’nin beş yıl önce bir Arap güvenlik ve savunma girişimi önerdiğini bize hatırlattı. Evet; Arap Maşrık ülkeleri bir bütün olarak ve ayrı ayrı bölge ülkelerinin ve bazı uluslararası güçlerin saldırısına uğradılar. Ve bir kez daha, Maşrık’taki üç güçlü Arap devleti, yani Suudi Arabistan Krallığı, Mısır Arap Cumhuriyeti ve Birleşik Arap Emirlikleri bölgesel saldırganlığa veya Amerikan gönülsüzlüğüne boyun eğmediler. Aksine her biri muazzam kalkınma atılımlarını sürdürürken Çin, Rusya ve Hindistan'a (ama her birine ayrı ayrı) açılarak seçeneklerini çeşitlendirmeye çalıştılar.
Ulaşılmak istenen sonuç ki bunu hem zirveden önce hem de zirvenin Suudi Arabistan-ABD ve kapsamlı Arap-ABD bildirilerinde görebiliriz; Maşrık ülkelerinin çoğunun içinde örgütlendiği yeni bir Arapçılığa tanık olduğumuz ve olmaya devam ettiğimizdir. Bu, belirginleşen ve aşağıdaki maddeleri içeren vizyonla belirginleşmeyi sürdüren bir güvenlik (ve savunma) ve kalkınma projesidir.
Bu maddelerin birincisi, tek bir Arap kaderi vardır. Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’nin kendisini “tek Arap güvenliği” olarak adlandırdığı bu projenin özü, bu kez karşılıklı bağımlılık, her zaman birlikte çalışarak sağlanan güvenlik, bu ilerleme projesinde entegrasyonla sağlanan gelişme yoluyla büyük Arap ilerlemesini gerçekleştirmektir.
İkincisi, Filistin'den Suriye, Libya, Lübnan ve hatta sorunlarla dolu Irak'a kadar dokuz ülkenin onlara yaklaşımlarında ve çözüm çabalarında iş birliği yaptığı Arap meseleleri ve sorunları bulunmaktadır. Bu ülkeler arasında Irak’ın Başbakanı ve bakanları gelip projeye dahil olma cesaretini gösterdiler. Bu proje sayesinde Irak, Suudi Arabistan- Kuveyt yoluyla elektrik bağlantısına sahip olacak.
Üçüncüsü, dokuz Arap ülkesi (ve onlara katılacak olanlar) esasında ABD'nin müttefikleridir. Ancak (Başkanın da hata ve yanlışlar yaptığını kabul ettiği) ABD bazen onlardan vazgeçti ve yaratıcı kaos denen bir aşamaya girdi. Bir süper güç kaos yayamaz ya da kaosun yayılmasına izin veremez. Araplar, tüm olanlara rağmen muazzam kalkınma ve gelecek projelerinde ABD ile iş birliğine hazırlar. Büyük kalkınma ve insani projelerini takviye etmek için güvenlik ve istikrarın sağlanmasında, denizde, karada ve havada gelişmiş savunma kapasitelerinin inşasında da ABD ile iş birliği yapmaya hazırlar ve buna gereksinimleri var. Karşılığında, enerji güvenliğinin yaratılmasında, küresel mali ve ekonomik durumun düzene sokulmasında iş birliği yapıyorlar. Ama aynı zamanda Araplar ya da bazıları, kendilerine ABD dışında başka pencereler açtılar, koridorlar ve (bazıları askeri) stratejiler oluşturdular ve sadece ilerlemeleri için değil, aynı zamanda stratejik güvenlikleri için de onlardan vazgeçmeye hazır değiller. Ne bir Arap NATO'suna ne de İsrail ile normalleşerek ortak olmaya ihtiyaçları var. Diğer yandan Araplar savaş da istemiyorlar ve bu nedenle ABD veya diğerlerinin oluşturduğu eksenlere dahil olmak istemiyorlar. Buna ihtiyaç da duymuyorlar.
Dördüncüsü; Arapların hepsi kitle imha silahlarından arındırılmış güvenli bir bölge istiyor. Bu nedenle nükleer anlaşmaya geri dönülmesine itiraz etmiyorlar. İran'ın bölgeyi istikrarsızlaştırmasından, balistik füzelere, İHA’lara ve milislere başvurmasından rahatsızlar. Ancak İran onların komşusu ve onunla ilişkilerinin en iyi şekilde olmasını da arzuluyorlar ve kendisiyle müzakerelere devam edecekler. Nitekim BAE İran’a bir büyükelçi göndermek istiyor. Değişmez şartı ise egemenliğin korunması ve içişlerine karışılmaması.
Beşincisi, Araplar halklarının ve dünyanın iyiliği için büyük bir kalkınma projesine girişmiş bulunuyorlar ve ilerlemeler kaydediyorlar. Şimdi de daha büyük insani çıkarları için küresel enerji ve gıda güvenliği sorunlarını çözmeye, büyük yatırımlar ve enflasyon sorununu aşmaya yardımcı oluyorlar. Ama ABD’nin veya başkalarının her gün kendilerine insanların veya vatandaşlarının haklarıyla ilgili "kan testleri" yapmalarına hazır değiller (!). Denildiği gibi; tek gözü olan, başkalarının yüzüne bıçak sallamamalı. Bizim kendi değerlerimiz, geleneklerimiz, örf ve adetlerimiz var ve bunların hiçbir nedenle küçük görülmesini kabul etmiyoruz.
Tüm bu yaşananlarda önemli olan, yeni bir Arap sahnesinin ve sadece ABD değil, tüm dünyayla sağlam ve sağlıklı ilişkileri amaçlayan yeni bir Arap projesinin varlığıdır. Başkan Biden'ın ziyareti ne başarılı ne de başarısız. Bunu belirlemek için önce geçeceği testleri ve yansımalarını beklemeliyiz. Asıl başarılı olan, Arap kalkınma projesinin bu belirgin kristalleşmesidir. Kim zirvenin bildirisi dışında buna bir kanıt daha istiyorsa, BAE Devlet Başkanı’nın Cidde zirvesinden hemen sonra Fransa'ya yaptığı ziyarete bakabilir. Araplar dünyayı korkutmak ya da ondan korkmak istemiyorlar, bilakis hepsi yetkinlik ve cesaretle, onun güvenliğini, ilerlemesini ve ferahını sağlamaya katılmayı arzuluyorlar. Cidde zirvesi de bunu deklare ediyor.
TT
Cidde zirvesi: Yeni Arap sahnesi
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة