Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Yeni bir uluslararası düzen mi oluşuyor?

Uluslararası savaşlar ve büyük küresel olaylar sırasında ve sonrasında çeşitli sorular gündeme gelir, daima bu olayların uluslararası ilişkileri ne ölçüde etkilediği ve yeni bir uluslararası düzen formüle ederek küresel güç dengesini kurma veya değiştirme olasılığı konuşulur.
Avrupa'yı parçalayan ve Vestfalya Anlaşması’yla sonlanan Otuz Yıl Savaşları, 1815'te Viyana Kongresi'nin toplanmasıyla Napolyon Savaşları’nda beliren Fransız devrimci ivmesi karşısında Avrupalı ​​güçlerin kazandığı zafer, Birinci ve İkinci Dünya Savaşı, Berlin Duvarı'nın yıkılması ve Sovyetler Birliği'nin dağılması, bu önemli tarihi istasyonların o sıralar var olan uluslararası sistem üzerindeki yansımaları hakkındaki soruları gündeme getirdi. Bu, her defasında yeni bir uluslararası düzenin doğuşuna mı yol açacak?
Şimdi de Rusya-Ukrayna savaşının ardından her zamanki gibi bunun yürürlükteki uluslararası düzende değişikliğe yol açıp açmayacağı ya da Vestfalya Anlaşması ve Viyana Konferansı’yla karşılaştırılacak bir tarafı olup olmadığı konusunda aynı sorular gündeme geldi. Aralarında bir karşılaştırma yapılamayacağı doğrudur ama yine de işaret edilen istasyonların, önceki faktörleri hariç tutmanın zorluğunu şu veya bu şekilde açıklayacağı söylenebilir. Çünkü bu faktörler, bir önceki dünya düzeninin zayıflamasına ve başka bir düzenin oluşumunun başlamasına yol açtı. Konunun bu kısmını ele aldıktan sonra, olası bir oluşumda Arap dünyasının ve üçüncü dünya ülkelerinin konumuna değineceğiz.
Rusya'nın geçen 24 Şubat'ta Ukrayna'yı işgal etmesi, Batı’nın liberal sisteminin hem jeopolitik hem de jeoekonomik düzeyde zayıflığını ve acizliğini ortaya çıkardı. 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılmasından ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasından bu yana, Sovyetler Birliği'nin yenilgisinin dünya ekonomilerini iyileştireceği, ticaret alışverişini yeniden canlandıracağı ve sanayileşmiş ülkelerde küresel yatırımların akışını sağlayacağı yanılgısı vardı. Bu, Sovyetler Birliği ile ABD arasında askeri rekabetin olmamasının ekonomik büyümeye ve refaha odaklanmayı beraberinde getireceği düşüncesinden kaynaklanıyordu. Batılılar, Sovyetler Birliği'nin çöküşünün ardından liberal rejimleri teşvik etmek ve dünya çapında genişletmek için bu tarihi andan yararlanmaya çalıştılar.
Sermaye, mal ve hizmetlerin ülkeler arasında serbest dolaşımına dayanan ekonomik kanadı ile küreselleşmenin şafağının doğuşu ve dünya ekonomileri arasındaki artan karşılıklı bağımlılığın, -ekonomik büyümenin ve ülkelerin güvenliğinin aralarındaki ilişkilerin güçlenmesine yardımcı olmasından ötürü- uluslararası ilişkilerde dengeleyici bir faktör olması bekleniyordu. Bazıları, bu karşılıklı bağımlılığın gerilimleri azaltacağına, şiddetin çeşitli görünümlerini kontrol altına alacağına ve ülkeler arasında silahlı çatışmaların patlak vermesine engel olacağına inanıyordu. Yani artık bir devletin diğerini işgal etmesi düşünülemezdi. Bu nedenle Rus işgali, çağdaş uluslararası ilişkilerde hayal ettiklerini boşa çıkardığı için bazılarında bir şok oldu. Çünkü bir savaşta İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk kez bu sayıda asker, füze ve askeri araç kullanıldı. Ayrıca bu, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından beri hüküm süren liberal sisteme yönelik en büyük darbe oldu.
Aynı zamanda eski ABD Başkanı Donald Trump'ın, uluslararası ticaret özgürlüğünü sınırlayan politikalar benimseyerek Çin'in ekonomik yükselişini engelleme arayışında öncelik verdiği Çin ile ABD arasındaki ticaret savaşına ve uluslararası ticaret özgürlüğünü sınırlayan korumacı politikalarına da dikkat çekmek gerekir. Nitekim AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Rus gazına tavan fiyat uygulanmasını teklif edeceklerini duyurdu. Leyen, “Buradaki amaç çok açık. Başkan Putin'in Ukrayna'ya karşı bu acımasız savaşı finanse etmek için kullandığı Rusya'nın gelirlerini kesmeliyiz” dedi. Geçen hafta G7, Rusya'nın petrol fiyatları için bir tavan ilan etti ve bu adımın Moskova'nın Ukrayna'yı işgalinden elde ettiği geliri azaltacağını ve Batı'daki enflasyonu düşüreceğini söyledi. Ardından bazı AB ülkelerinin bu öneriye itiraz etmesi üzerine Avrupa Komisyonu önerisini geri çekmek zorunda kaldı.
Batılıların bu girişimlerine yanıt olarak Başkan Putin, Asya ülkelerini ülkenin doğu bölgelerine yatırım yapmaya teşvik etmeyi amaçlayan Doğu Ekonomik Forumu'ndaki konuşmada, Rusya'yı izole etmenin imkânsız olduğunu söyledi. Ayrıca Putin Batılı ülkelerin tarihin akışına direnerek yüzyıllar boyunca inşa edilmiş küresel ekonomik sistemin direklerini baltalamaya çalıştıklarını da sözlerine ekledi. Bu doğru, ancak Putin'in açıklamasında ifşa etmek istemediği şey, küresel ekonomik sistemin ‘Batı yapımı’ olduğudur ki, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra sosyalist kampın ülkeleri bunu görmezden geldi. Gorbaçov'un ‘perestroykayı’ kabul etmesiyle Sovyetler Birliği, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması'na (GATT) katılmak üzere 1986 yılında resmen gözlemci statüsü için başvurdu. Fakat ABD, Sovyet ekonomisinin doğası gereği serbest ticaret kavramıyla uyumlu olmadığı gerekçesi ile bunu reddetti. Daha sonra Rusya'daki değişikliklerin ve uzun süren müzakerelerin ardından GATT'ın yerini alan Uluslararası Ticaret Örgütü'ne üyeliği kabul edildi ve sonrasında Çin de onun safına katıldı. Bu, ekonomik küreselleşmenin hızlanmasına büyük katkı sağladı ve dünyanın Çin'deki kalkınma başarılarının meyvelerini paylaşmasına izin verdi.
Liberal ekonomik sistemin kurallarını koyan ve uluslararası örgütleri kuran Batılıların şaşırtıcı paradoksu burada ortaya çıkıyor. Çünkü kendi çıkarlarıyla çeliştiğini gördüğünde bunları ihlal etmekten çekinmiyorlar. Burada, eski ABD Başkanı Donald Trump'ın “Önce Amerika” sloganı kapsamında aldığı kararlara atıfta bulunuyoruz. 11 trilyon doları aşan küresel ticaretin yaklaşık yüzde 26'sını temsil eden ve bölgedeki ticaret engellerini kaldırmayı, tarifeleri düşürmeyi ya da tamamen ortadan kaldırmayı amaçlayan Trans-Pasifik Ortaklığı, Paris İklim Anlaşması, Dünya Sağlık Örgütü ve UNESCO'dan çekilmesi bu kararlardan bazılarıdır. Biden, ABD’nin çekildiği uluslararası anlaşmaların ve uluslararası kurumların çoğuna yeniden katıldı. Burada şunu kabul etmek gerekir ki, Almanya gibi ülkelerin NATO’nun savunma harcamalarından payına düşeni yerine getirmemesi ve ABD'nin savunmada en ağır yükü taşıması dolayısıyla Trump'ın NATO ortaklarına yönelik izlediği tek taraflı politikalar meyvelerini verdi.
Rusya'nın Ukrayna işgali, Beyaz Rusya'da asker konuşlandırması ve topraklarında nükleer silah konuşlandırmasını onaylaması sonrasında durum değişti. NATO ülkeleri arasında yakınlaşma oldu. Bir yazar, Putin’in Ukrayna'yı işgali dolayısıyla NATO'nun üyeliğini genişletebildiğini söylüyor. Oysa Fransa Cumhurbaşkanı Macron NATO'yu beyin ölümü gerçekleşmiş bir ittifak olarak nitelendirmişti.