Hazım Sağıye
TT

Modası geçmiş sandıklarımız üzerine

Bazen geçip gittiği, kurtulduğumuz yanılgısına kapıldığımız modalar hakkında konuşalım istedim…
Bir anlamda, önceki savaşların mağlupları bugün galip şeklinde diriliyorlar. Tam olarak bu görünümde diriliyorlar çünkü geçmişin onlara karşı kazandığı zaferler tamamlanmadı. Yani geçmiş kolay kolay ve kendiliğinden geçmediği için bu şekilde diriliyorlar.
İtalya'da, sanki faşizm ve Mussolini İkinci Dünya Savaşı'nda yenilmemiş gibi neo-faşistler sağcı bir ittifakın başında iktidara dönüyorlar.
Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik mevcut savaşında, Moskova'nın Sovyetler Birliği'nin Soğuk Savaş'taki yenilgisinden öncesine dönme niyetinde olduğuna dair bir işaret var. Birinci Dünya Savaşı'nda büyük imparatorlukların uğradığı başarısızlıkları geçersiz kılmaya uğraşanları dahi bulabiliriz.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, emperyal bir geçmişe dönenlerin belki de en göze çarpanı.
İran'ın yöneticileri, kesinlikle emperyal geçmişin yeniden kuruluşu için çalışan en aktif işçiler.
Aynı zamanda, Avrupa'nın mevcut durumu, ulus-devletin küreselleşmenin zaferine saldırma girişimini somutlaştırıyor; Avrupa entegrasyon projesi Brexit ile zayıfladı. Sınır ötesi birliğe son verilmesini veya etkinliğinin sınırlandırılmasını talep eden milliyetçi güçler çoğalıyor.
Bu gerçekler birlikte ve dünyanın her yerinde ve her türden köktendinci hareketlerin yeniden canlanmasıyla birleştiklerinde, tarihin doğrusal bir şekilde ilerlediği görüşünün, ancak tarihin sonu mitine denk bir mit olduğunu deklare ediyorlar.
Tam ve kesin bir zafer, tam ve kesin bir yenilgi yok. Kendisinden öncekileri tamamen bitiren hiçbir başlangıç ​​yok. Geri dönmemecesine gidişinden dolayı pişmanlık duyulmayan geçmişle giden sonlar yok.
Açık ve net biçimde gönüllü bir kitlenin ortasında İngiltere Kraliçesi Elizabeth'in cenaze ve oğlu Charles'ın taç giyme törenleri, İngiliz eleştirmen Raymond Williams'ın "egemen" ve "yetişmiş" bilinçlere kıyasla "artık ideoloji" dediği şeyin eksikliklerine işaret ettiler. Bu, geçmiş kültürel uygulamaların modern toplumlar üzerindeki salt 'etkisinden' çok daha fazlasıdır.
Bu geri dönüşlerin ve yeniden dirilişlerin birbiriyle örtüşen birkaç faktöre atfedilebileceğine şüphe yok ve siyasi olguların arkasında her zaman birbiriyle örtüşen birkaç faktör bulunur.
Her ne kadar pek çokları bu faktörlere el koyup, tek bir faktöre bağlama eğiliminde olsalar da. Bu faktör genellikle komplodur ve yine genellikle ABD’li veya Siyonisttir.
Bu nedenle, sorumluluğun büyük bir kısmının, mevcut dünyamızda, ister ilgili ülkenin kendi içinde isterse dünya ülkeleri arasında olsun, servet dağılımından kaynaklandığını söylemek artık yeni bir şey değil.
Bu arada, büyük geçmişin dirilişinin son örneğine tanık olan İtalya, bu iki eşitsizliği ifade eden bir örnek. Aslında buradaki sorunun iki nedeni var. Bir yanda dini dogmaya yakın bir şeye dönüşen adaletsiz neoliberal politikalar duruyor. Diğer yanda dün Sanayi Devrimi'nin yaptıklarına, bugün küreselleşmenin yaptıklarına bağlı olarak büyük ekonomik ve sosyal dönüşümlerden kaynaklanan yoksulluk yer alıyor. Ancak bazı ülkelerin ister siyasi demokrasinin isterse kapitalizm ve piyasa ekonomisinin benimsenmesiyle ilgili olarak oluşumlarından kaynaklanan zayıflıkları da var.
Belki de modern Rusya, modernite olgularına karşı uzun süredir devam eden bu engelliğin en açık örneği; 1917'deki büyük vaatleriyle sosyalizm, nasıl Joseph Stalin ile doruğa ulaşan totaliter bir rejime dönüştüyse, kapitalizm de Boris Yeltsin tarafından yozlaşmış ve çökmekte olan bir oligarşiye dönüştürüldü.
Tarihin sadece gönüllü bir eylem ya da kahramanca bir arayış olmadığı doğruysa, milyonluk göç ve iltica dalgalarına sebep olan diktatör rejimlerin eylemlerinin ve iç savaşların bu büyük yıkımda rolü olduğu kesin doğru!
Başarılı eylemleri, girişimleri ve niyetleriyle bu yönelim, artık dünyada çeşitli savaşlara girişiyor.  Umutsuzluğa kapıldığında ve somut gerçeklere çarptığında nükleer silahla tehdit etmekten çekinmiyor.
Bunu Kuzey Kore'de olduğu gibi Rusya'da da görüyoruz. Zafere ulaştığında ise, Avrupa'daki neo-faşist hareketlerin yaptığı gibi, çağdaş dünyanın gelişmelerine uyum sağlıyor ve onlara boyun eğiyormuş gibi yapıyor.
Gelgelelim durum ne olursa olsun, daha eşit ve kapsayıcı hale getirerek demokrasiyi reforme etmek, onu gelecekteki doğumları pekiştirmek ve temellendirmek, kolay kolay geçip gitmeyen bir geçmişten kaynaklanan meydan okumalar karşısında dayanma gücüne güvenmek için bir ön koşul olmaya devam ediyor.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ve Fransa ve İtalya'daki komünist meydan okuma karşısında, kendisine sosyal bir içerik kazandırarak zaferin pekiştirilmesine karar verildi. Refah devleti böyle inşa edildi ve Avrupa'yı yeniden inşa eden Marshall Planı uygulandı. Böyle bir süreçle geleceğe güven, art arda 40 yıldır devam eden bir güvence sağlandı. Soğuk Savaş'tan sonra zafer neo-liberalizm, dünyanın geri kalanına ve halklarının eşitlik kadar özgürlük özlemlerine de göz yumma konusunda cömert bir eğilimle boyandı. Bu da geçmişin karşısında geleceği daha da zayıflattı. Zafer yastığında uyumak, zararı sadece kibirlilerle sınırlı olmayan bir kibirdir.