Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Özgürlük ve kötülük

Özgürlüğü reddedenlerin çoğu istisnaları abartırlar ve böylece Özgürlükleri koruma ilkesi küçülüp kaybolur.
Diğer taraftan özgürlük savunucuları ve ona inananlar, özgürlüğün bir ilke ve hareket zemini/kaide olduğu gerçeğine odaklanırlar.
Bu bakış açısından herhangi bir kısıtlamanın temelden kaynaklanması ve kaidenin bir istisnası olması gerekir. Böylece istisnalar kaideyi anlamsız bırakacak ya da kökü dalından daha zayıf kılacak şekilde büyümezler. İstisnalar kaideyi bozmazlar.
Her halükârda özgürlüğü inkâr edenlerin, özgürlük savunucularında da olduğu gibi, tartışmayı önceleyen entelektüel veya sosyal bir tutumdan hareket ettikleri vurgulanmalıdır. Her ne kadar karşı taraf bunu kabul etmese bile kesinlikle kendilerini tatmin eden gerekçeleri vardır.
Daha önceki yazımda farklı toplumlardaki muhafazakâr kesimlerin özgürlüğü, liberallerin ve liberteryenlerin iddia ettiği kadar ilerleme için gerekli değil, insan toplumu için ikincil bir ihtiyaç olarak gördüklerine işaret etmiştim.
Örneğin, klasik Marksizmin özgürlüğü bir burjuva oyunu olarak gördüğünü ve toplumun gerçek ihtiyacının, insanlar arasında eşitlik sağlanması için insana yaraşır bir yaşamı temin edecek şekilde maddi prensipleri garanti altına almak olduğunu düşündüğünü biliyoruz.
Dini toplumlarda ise özgürlük, şeytanın taraftarlarının erdemli toplumsal düzene başkaldırmak amacıyla yeni nesilleri aldatmak için kullandıkları bir araçtır.
Bunun son örneği, İran'ın başkenti Tahran'da 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin “ahlak devriyeleri” tarafından öldürülmesidir. Tahran hükümetinden bu feci hata için özür dilemesi umulurken, yaşananları bir yabancı komplo olarak lanse etmeye çalıştı.
Siyasiler, aydınlar ya da dini liderler arasında özgürlüğe karşı olduğunu açıkça ilan eden birini bulamayacağınıza daha önce dikkat çekmiştim. Ancak genellikle olan şey, istisnalara ve ayrıntı durumlara odaklanıp çokça konuşarak temel prensibin gürültü içerisinde kaybolmasına neden olmaktır. Özgürlükten veya yararlarından bahsettiğinizde, her iki taraftan da onlarca cevap alır ve bunun koordineli bir savunma olduğunu düşünürsünüz. Gerçekte koordineli değildir, ancak muhafazakâr toplumlar, değişimi ve hatta onunla ilişkili tüm değerleri ve fikirleri reddettiklerini her zaman ifade etmeye hazırdır.
Şu türden tepkilerle karşılaşırsınız:
1. Özgürlük iyidir, ama imkansızdır. Gerçek dünyada özgürlük yoktur. Bu tutumun asıl mesajı şudur: Özgürlük hakkında konuşmak anlamsızdır.
2. Özgürlük iyidir, ancak uygulanması toplum veya din tarafından belirlenen birtakım koşullara ve sınırlamalara tabidir. Bu pozisyonun özünde, farklı bir fikirle gelen veya yeni sosyal ilişkiler gerektiren özgürlüğü istememek vardır.
3. Sınırlanmamış bir özgürlük tehlikelidir. İnsanlar kontrolsüz bırakıldıklarında büyük günahlar işlerler. Bunun anlamı, insanın doğası gereği kötü olduğu ve onu kötülükten alıkoyan şeyin ise cezalandırılma korkusu olduğudur. Bu yaklaşıma göre özgürlük onu bu korkudan kurtarır.
4. Bazı tepkiler de özgürlüğü kabul eden ülkelerin deneyimlerine, özellikle toplumun genelinin ahlakın çöküşüne model olarak gördüğü davranışlara odaklanır: Geleneklerimize bağdaşmayan ilişkiler, çocukların babalara isyanı vb. Bu tutumun özünde, özgürlük ilkesinin kabul edilmesi halinde çocukların kaybedileceği düşüncesi vardır.
Bu pozisyonların her biri basitçe şöyle der: Biz özgürlük istiyoruz ama özgürlük bizi istemiyor. Çünkü kötülükleri de beraberinde getiriyor. Bu nedenle, sonuçları kestirilemeyen bu maceraya atılmamak daha iyidir. Bu, prensibi ortadan kaldırmak için istisnaları öne süren geleneksel aklın aldatmacasını gösterir.
Burada artık şerh, metnin yerine geçer.
Dr. Muceb ez-Zehrani’nin dediği gibi bu, “Karanlık, kenar notlarıyla metni kuşattıktan sonra aslolan ışıldayan metne sahip çıkmaktır.”