Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

İngiltere: Bir hükümet mi yoksa ülke krizi mi?

Son birkaç gündür, İngiltere'deki mevcut durumu tanımlamak için ‘muz cumhuriyeti’ sıfatı çokça tekrarlandı. Bu kullanım elbette mecazi. Çünkü İngiltere bir cumhuriyet değil, monarşidir. Ancak içinde bulunduğu ekonomik-politik krizden dolayı kendisine bu sıfat yakıştırılıyorsa; mantık ve bilgelik yolundan ayrılıp, siyasi krizlere ve iç savaş bataklığına sürüklenen bazı ülkelerimiz için ne diyeceğiz? Bugünkü konumuz bu olmasa da düşüncemi ifade ettim.
İngiltere’nin, birçok ailenin yiyecek bulmak için hayır kurumlarına yöneldiği ve enerji yetkililerinin önümüzdeki kış boyunca günde saatlerce elektriklerin kesilmesi olasılığı konusunda uyardığı bir duruma gelmesi ne kadar garip. En eski demokrasilerden birinin çalkantılı koşullar ve hızlı siyasi dalgalanmalar yaşaması, bazı analistlerin İtalya örneği ile karşı karşıya olduğumuzu söylemesine neden oldu. Üç ayda dört maliye bakanı ve altı yılda dört başbakan geldi. Mevcut çalkantı devam ederse, günler veya haftalar içinde beşincisi de yolda olabilir.
Mevcut kriz, bir dizi faktörden kaynaklanmaktadır. Avrupa Birliği'nden (AB) ayrılma kararının (Brexit) yansımalarıyla başlayıp, küresel ekonomiyi sarsan yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınından, bedelini tüm dünyanın ödediği Ukrayna savaşına kadar uzanıyor. Bu çalkantılı zamanlarda gelen Başbakan Liz Truss'un hükümeti İngiltere'nin ekonomik ve mali krizini, başarısız politikalar ve üzerine iyice düşünülmemiş bir bütçeyle daha da karmaşıklaştırmaya başladı. Bu politikalar sterlinin değer kaybetmesine neden oldu. Daha sonra biraz toparlansa da neredeyse ABD dolarına eşitleniyordu. Buna ek olarak faiz oranları ve devlet hazinesinin borç yükleri artmaya devam etti. Gerek gayrimenkul taksitlerindeki artış gerek enflasyon oranındaki yükseliş gerekse enerji fiyatlarındaki artış ve genel olarak hayat pahalılığı ile vatandaşlar üzerindeki baskılar arttı.
Geniş çaplı bir öfkeye neden olan bu kriz karşısında kendini kurtarmak isteyen Liz Truss, sadece 38 gün görevde kaldıktan sonra Maliye Bakanı Kwasi Kwarteng'i feda etti. Yerine eski rakibi Jeremy Hunt’u atadı. Hunt böylece hükümetin en güçlü kişisi oldu. Çünkü kendi şartlarıyla ve başbakanın tüm taahhütlerini ve mini bütçesini yırtıp, kararlarını ve adımlarını boş bir sayfaya yazmasını sağlayacak mutlak yetkilerle döndü. Herkes Truss’ın sadece ismen başbakan olduğunu ve asıl başbakanın Hunt olduğunu söylüyor. Ya da The Economist dergisinin dediği gibi İngiltere'de kralın sembolik bir figür olduğu anayasal monarşi var ve bugün aynı zamanda unvanı olan ancak hiçbir nüfuzu olmayan sembolik bir başbakan var.
Yeni Margaret Thatcher olmayı hayal eden bu kadın, şimdi koltuğunu korumak için savaşıyor. Ancak etrafı krizler ve kendisini devirmek için perde arkasında yapılan komplolarla çevrili. Kendisini kurtarmak ve arkasına sığınmak amacıyla parlamentoda saygınlığı olduğu için Hunt’u görevlendirmek gibi bir maceraya atılması, kendi sonunu getirip Hunt’un yerini almasına sebep olabilir. Zira Truss, partisindeki milletvekillerinin hatırı sayılır bir yüzdesinin desteğini, medyanın sempatisini ve İngiliz halkının desteğini kaybetti. Halk zaten başta Truss’a yetki vermemişti. Truss, partisinin İngiltere seçmenlerinin yüzde 1'inden daha azını temsil eden kayıtlı üyelerinin çoğunluğunun desteğiyle makamına geldi.
Yapılan son anketlerde, Truss’ın adı şimdiye kadarki popülaritesi en az başbakan olarak çıktı. Parti üyeleri arasında bile kendisine verilen destek azaldı. Çoğunluk istifasını isterken, sadece yüzde 20 onu destekliyor. Hükümetinin bocalaması nedeniyle Muhafazakâr Parti'nin popülaritesi de düştü ve şu anda rakibi İşçi Partisi'nin 36 puan gerisinde (yüzde 20'ye kıyasla yüzde 56) kalıyor. Bu, çeyrek asır boyunca iki parti arasındaki en yüksek fark olarak kaydedildi.
Okuduğum en komik yorum, Liz Truss’ın altı hafta içinde Kraliçe Elizabeth'i, ekonomiyi ve partisini gömdüğü şeklindeydi. Muhafazakâr Parti, tıpkı başbakan gibi son krizden önce bile İngiliz halkının çoğunun desteğini kaybettikten sonra gerçek bir kriz yaşıyor. Şimdi 2024’te yapılması planlanan bir sonraki seçimleri kaybedeceği ya da hükümetin parlamentonun güvenini kaybetmesi durumunda bunu daha erken yaşayacağı ihtimali üzerinde duruluyor. Ancak bunun olması olanaksız. Çünkü seçimlerde sandalyelerini kaybetme tehdidi ile karşı karşıya olan Muhafazakâr Parti Milletvekilleri, ters düşseler bile hükümetlerine karşı oy kullanmayacaklar. Çünkü bunu yapmaları sonlarını hızlandırmaları demek. Ancak seleflerinin birçoğunun yaptığı gibi başbakanı da feda edebilirler.
İngiltere'de çok uzun süre iktidarda kaldığı için en başarılı siyasi parti olarak kabul edilen Muhafazakâr Parti, uzun süredir bocalıyor ve acı çekiyor. Radikal sağın en önemli politikalarından ve kararlarından bazılarını büyük yankı uyandıran kilit anlarda gasp etmesinin sonucu olarak uzun zamandır tökezliyor.
Ben partinin İngiltere'yi bu duruma getiren en kötü kararlardan sorumlu olduğunu düşünüyorum. Margaret Thatcher, radikal işçi sendikalarını yok etme ve rakibi İşçi Partisi’ni zayıflatma savaşında, kamu sektörü işletmelerinin en büyük tasfiyesine ve satışına tanık olan kapsamlı özelleştirme programı ile İngiliz sanayilerini de yok etmişti.
O zamanlar, eski Başbakan Harold Macmillan'ın kamu kurumlarının satılmasını eleştirirken kullandığı tabir meşhur olmuştu. Macmillan bu satışı 'aile yadigarını satmaya' benzetmişti. İngiltere yavaş yavaş gemi, otomobil ve demir-çelik endüstrilerini kaybetti. British Airways, demiryolları, telekomünikasyon şirketi, gaz şirketi ve devlete ait diğer büyük şirketler de satıldı. İngiltere böylece sanayileşmiş bir ülkeden, ağırlıklı olarak finansal hizmetler ve sigorta sektörlerine dayanan bir ülkeye dönüştü.
Eski Başbakan Boris Johnson, Brexit sürecini yönetmişti. Brexit’in etkileri hala yavaş yavaş ortaya çıkmaya devam ediyor ve ekonominin küçülmesine sebep oluyor. Bugünün İngiltere'si dünün İngiltere'si değil. Uluslararası sahnede etkisinin çoğunu kaybetti. Hindistan'ın yerinden etmesinin ardından dünyanın en büyük beşinci ekonomisi olarak konumunu da kaybetti.
Mevcut kriz, başlığı Liz Truss olsa da aslında aşırı sağ ile ılımlı kanat arasındaki kronik iç mücadele nedeniyle pusulasını kaybetmiş bir partinin krizidir ve aynı zamanda yeni güçlerin ortaya çıktığı, siyasi ve ekonomik dengelerin değiştiği farklı yöne giden bir dünyada eski konumunu kaybetmiş bir ülkenin krizidir.