Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

İran, Washington’dan ne istiyor?

Eski Farsça’nın bir atasözünde “Çorba o kadar tuzluydu ki, han kaşlarını çattı” der. Bu, durum o kadar kötüleşmişti ki, bir maiyet tarafından örülen örümcek ağına hapsedilen ‘lider’, işlerin ne kadar kötüye gittiğini fark etti anlamında kullanılıyor.
Geçtiğimiz günlerde Eski ABD Başkanı Barack Obama 2009 İran ayaklanmasını sözlü bile olsa desteklemeyi reddederek Humeynist grubu destekleme çabasının bir hata olduğunu itiraf ettiğinde bu atasözü aklıma geldi.
O zamanlar bazılarımız Obama'nın hata yaptığını ve ‘İslam Cumhuriyeti'ni ağıla sokma’ politikasının asla işe yaramayacağını savunmuştu.
Bu, bırakın şizofreni hastalığına tutulduğu için felç olmuş uzak bir ülkeyi, ABD’nin dünyayı yeniden kuracak kadar güçlü olduğu anlatısını paylaştığımız anlamına gelmiyor.
Hiçbir gücün, kendi halkının veya büyük bir bölümünün en azından zımni rızası ve desteği olmadan başka bir ülkenin kaderini tek başına değiştiremeyeceğini biliyorduk.
ABD birincisinin üzerinden üç yıl, ikincisinin üzerinden iki yıl geçtikten sonra katıldığı her iki dünya savaşını da kazandı. ABD askerleri geldiğinde, Ruslar özellikle 2. Dünya Savaşı'nda çok büyük bir şekilde rol oynarken milyonlarca Fransız ve İngiliz askeri ölmüş veya yaralanmıştı.
ABD Kore Yarımadası'nın güney kısmını Kim çetesinin otoriter yönetiminden kurtarmaya yardım etti. Ancak Koreliler, inanılmaz fedakarlıklar yapmayı kabul ederek zaferi mümkün kıldılar.
ABD aynı zamanda 2001'de Afganistan'daki Taliban rejiminin devrilmesine yardım etti. Ancak Kabil'e giden kurtuluş güçleri Afgan Kuzey İttifakı savaşçılarıydı.
2003'te ABD'ye bir zaferi de Irak verdi. Ancak orada da kendilerini kurtaranlar Iraklılar oldu. İki küçük savaş dışında, 600 bin kişilik orduları Saddam Hüseyin için savaşmayı reddetti.
ABD'nin Soğuk Savaş'ı kazanmasına ilişkin klişeleri biliyoruz. Orada da başka güçlerin toplu infazlara, tasfiyelere ve sürgüne gönderilmeye rağmen ilk günden itibaren Bolşevik tiranlığına karşı savaştığını görüyoruz. Son bölümlerde, Boris Yeltsin liderliğindeki Moskovalıların tankların üzerine atladığını ve yıkılmak üzere olan bir imparatorluğu kurtarmak için Gennadi Yanayev liderliğindeki Bolşevik darbe girişimini yenilgiye uğrattığını gördük.
Baltıklar, Polonyalılar, Doğu Almanlar, Çekler, Slovaklar, Rumenler, Macarlar, Bulgarlar, Kazaklar ve şeytani imparatorluğun diğer tüm tutsakları da üzerine düşeni yapmıştı.
Bununla birlikte, anlaşma satıcısı Henry Kissinger'ın, kolay bir güvence ve hak edilmemiş bir prestij vererek şeytani imparatorluğun ömrünü uzatmaya yardımcı olduğunu da biliyoruz.
Bütün bunlar, uluslararası çatışmada her zaman doğru tarafta yer alan tarihteki tek süper güç olarak ABD'nin tarihsel rolünü küçümsemek olarak anlaşılmasın. Zira George III, Sezar, Hitler, Japon şogunları, Sovyet ‘kızıl çarları’, Kim Il-sung, Ayetullah Humeyni, Molla Ömer, Saddam Hüseyin ve halkının semâsını karartan diğer kötü adamlar varken ABD’yi seçmemek zor olurdu.
İran örneğinde, Obama ve ona eşlik eden heyeti, çoğu ABD’linin desteklemeyeceği büyük çaplı bir işgal anlamına gelen ‘başka bir Irak yaratmak’ ile ‘Amerika'ya ölüm’ homurdanmalarının duracağı umuduyla ölmek üzere olan bir rejimi yaşam desteğine bağlamak arasında yanlış bir seçim yaptı.
Birçok İranlı, Obama'nın ‘İran'a ihanet ettiğini’ söylüyor. Buna katılmıyorum. Çünkü sadece bir dost size ihanet edebilir. Obama hiçbir zaman İran'ın dostu olmadı. ‘Anti-emperyalizm’ aşkına Humeynistleri ve onların solcu takipçilerini beğeniyordu.
Peki Obama ABD’ye ihanet mi etti? Bu soruyu cevaplamak da zor çünkü Obama'nın bir zamanlar ABD’nin gerçek bir dostu olduğuna kani olmuş değilim. Obama'nın farklı farklı kitaplarını okurken, geçmişte yaşadığı haksızlık duygusunun ötesine geçen coşkuyu fark etmemek zor. Yanılıyor olabilirim ancak Amerikan karşıtı duruşunu paylaştığı için Humeyni rejiminin ömrünü uzatmaya çalıştığını düşünüyorum.
Bu, yüzeysel solun hocası Noam Chomsky'i İslam Cumhuriyeti’ni ‘halk temelli bir rejim’ olarak desteklemeye iten aynı nedenden kaynaklanıyor olabilir. İran'daki son ayaklanma, bu rejimin ne kadar halka bağlı olduğunu (!) gösterdi ve Chomsky'i bile rüzgara göre yön değiştirmeye zorladı.
Uzun zamandır mollaların savunucusu olan ABD’nin İran Özel Temsilcisi Robert Malley bile İran'daki ayaklanmadan sarsılmış durumda. Şimdi yelkenlerini döndürmeye çalışıyor. Aynı şekilde rüzgar, ‘İslam Cumhuriyeti’yle ilişki kurmanın’ bir başka savunucusu olan ABD Dış İlişkiler Konseyi Başkanı Richard Haass’ı da yön değiştirmeye zorladı. İran’ın Eski Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Haass’ı ‘ABD’nin önde gelen stratejik düşünürlerinden’ diyerek övmüştü. Haass, Dış İlişkiler Konseyi'ni Tahran’ın bir propaganda platformuna dönüştürmüştü. Orada Zarif bir rock yıldızı gibi karşılanıyordu.
Şimdilerde Haass, son İran ayaklanmasının oyunun kurallarını değiştireceğini üstü kapalı bir şekilde kabul ederek, mollalarla 20 yıldır süren görüşmelerden çekilme çağrısı yapıyor.
Bütün bunların ironik yanı, İranlıların muhtemelen dünyadaki en ABD yanlısı ülke olmasıdır. ABD'yi kendini geliştirmek için sonsuz fırsatlara sahip bir özgürlük, modernite ve teknolojik üstünlük feneri olarak görüyorlar. Ayrıca İran'ın azılı emperyalist düşmanları olan İngiltere ve Rusya'ya meydan okuduğu için ona hayranlık duyuyorlar.
İktidardaki Humeynist gruplar bile ABD'yi yeni Rus ve Çinli müttefiklerine tercih ediyorlar. İslami Şûra Meclisi’nin (uydurma parlamento) raporuna göre 2019’da rejimin yaklaşık 3 bin üyesi ABD’de okurken, bin 500'den fazla üst düzey yetkilisi ABD’nin Green Card’ına (kalıcı oturma izni veren yeşil kart) sahipti. İran asıllı İsviçreli bir araştırmacı tarafından yürütülen bir çalışma, İslam Cumhuriyeti ve Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) 400'den fazla eski yetkilisinin ABD üniversitelerinde, medyasında ve araştırma merkezlerinde çalıştığını ortaya koydu.
İşin ironik yanı, başta Dini Lider Ali Hamaney olmak üzere mollalar, ABD'yi İran hayatının merkezine yerleştirerek, ABD’nin İran'a yönelik politikasına hak ettiğinden fazlasını verdi.
Geçtiğimiz eylül ayında Hamaney, ‘Aşurâ ruhuna dayalı yeni bir İslam medeniyeti’ olarak adlandırdığı şey için dört ilkesini açıkladı. Önce ‘ABD ile mücadele etmek’, sonra ‘İslam birliğini sağlamak’, ardından ‘katı bir ahlak anlayışı benimsemek’ ve son olarak ‘kendi kendine yeten bir ekonomi oluşturmak’ olmak üzere bu ilkeleri tüm insanlığa sunmayı umuyor.
İranlılar, farklı bir İran inşa etme mücadelelerinde ABD'den herhangi bir maddi veya askeri yardım istemiyorlar. Tek istedikleri, ABD’nin asla tiranların yanında yer almama ilkesine sadık kalması.
Obama'nın Dışişleri Bakanı John Kerry bir keresinde arkadaşı Zarif'e ABD'nin İslami liderliği boğulmaktan kurtarma isteğinde samimi olduğunu söylemişti.
Görünüşe göre Kerry, “Kaderi asılmak olanlar boğularak ölmezler” sözünden başka bir Farsça atasözü bilmiyor.