Emel Abdulaziz Hezzani
Suudi yazar
TT

Öğrenciyi kim kazanacak: İş piyasası mı yoksa akademik bölüm mü?

Geçtiğimiz Temmuz ayında, eski eğitim bakanı Dr. Hamad Al-Şeyh başkanlığındaki Üniversite İşleri Konseyi, sağlık, mühendislik, teknik, uygulamalı bilimler ve işletme fakülteleri şeklinde belirlediği vasıflı – karar metnine göre- fakültelere kabul oranlarını iki katına çıkarma kararı aldı. Öte yandan, işgücü piyasasıyla uyumlu olmayan uzmanlık dallarında kabul oranlarını yüzde 50'den az olmamak üzere azalttı. Konsey tarafından alınan kararlar arasında, her bir uzmanlık alanı için mezunlarının istihdam oranının ölçülmesi de yer alıyordu. Bu son karar uluslararası üniversitelerde de geçerli ve üniversiteler arasındaki değerlendirmelere dahil. Çünkü belirli bir üniversitenin mezunlarını istihdam etmek, işverenlerin o üniversitenin mezunlarına güvendiği anlamına gelir ki bunun aksi de geçerli.
Üniversite İşleri Konseyi'nin bu kararı, yüksek öğretim kurumlarının koridorlarında uzun süredir devam eden tartışmaya son noktayı koydu. Belirli bir fakülte veya uzmanlık dalında öğrenci kabul oranını azaltma fikrinin gündeme getirilmesi bile, bu bölümün öğretim üyelerini kızdırmaya yetiyordu, çünkü onlara göre bu öneri, söz konusu bölümlerin önemini azaltıyordu.
Destekçi ve muhalif iki grup arasındaki anlaşmazlığın temelinde şu iki görüş yer alıyor; bu fikrin destekçileri, mezunların uzmanlık alanlarına yönelik iş imkanlarının azlığı nedeniyle işsiz üniversite mezunlarının birikmesinin, öğrenciyi ve ailesini, ardından toplumu ve son olarak devlet ekonomisini olumsuz etkilediğine inanıyorlar. Onlara göre bu gerçek, işsizlik oranının yükselmemesi için belirli disiplinlerde öğrenci kabulünü azaltmak amacıyla bir önlem almak için yeterli. Buna karşılık, muhalif grup, Üniversite İşleri Konseyi'nin (işgücü piyasasıyla uyumlu olmayan) olarak tanımladığı uzmanlıklarını savunmak için kılıçlarını çektiler, çünkü -onların görüşüne göre- bilimler ve bilgiler parayla yani iş fırsatlarıyla ölçülmez, onlar haddizatında önemli bilimlerdir.
Üniversite İşleri Konseyi'nin tartışmaya son noktayı koyduğu doğru, ancak kararı tartışmak ve amacını netleştirmek önemli. Tüm akademik disiplinler bilişsel açıdan önemli, bu husus tartışmasız. Ancak kararı protesto edenler bile, oğullarının veya kızlarının işgücü piyasasına uygun olmayan bir akademik programa katılmasını kabul etmeyeceklerdir. Çünkü çocukları mezun olduklarında mutlu olsalar bile ya evde oturacaklar ya da işgücü piyasasına uygun diğer alanlarla rekabet etmek zorunda olacaklar ve rekabet şansları kesinlikle zayıf olacak. Gerçek budur ve kimse önemini hafife alamaz. Buna karşılık bir öğretim üyesi sınıfa girdiğinde sıraları neredeyse boş bulduğunda da bundan kesinlikle memnun olmayacağı, uzun yıllar süren eğitim ve öğretiminin boşuna olduğunu hissedeceği kavranmalı.
Muhaliflere cevap olarak, uzmanlaşmanın değerinin sadece ders vermekle ölçülemeyeceğini, son 5 yıl içinde genel eğitim müfredatının çok değişmesine rağmen öğretmenlerin değerlerinin azaldığını hissetmemelerinin bunun kanıtı olduğunu söylemeliyiz. Bir üniversite hocası ile bir öğretmen (bu mesleğin önemine ve yüceliğine rağmen) arasındaki en önemli fark, öğrencilere nerede ders verdikleri değil, üniversite hocasının aynı zamanda bir araştırmacı ve yaratıcı olmasıdır. Doktora tezinin kapağında felsefe kelimesi uzmanlık derecesinden önce gelir. Bu, bir üniversite hocasının diplomasının önemli boyutlarının farkında olmasının önemini gösterir. Bazı uzmanlıklarda kabul oranlarını yüzde 50 azaltmak, bu alanlardaki öğretimi sonlandırmayacak, her ne kadar hayatının 4 yılını mezun olduktan sonra kendisine bir iş fırsatı sunmayacak bir bölümü okumakla geçirecek bir öğrenciye kişisel olarak sempati duysam da. Ancak bu gibi durumlarda doğal çözüm, mezunları işsiz kalabilecek bölümlerin bilimsel araştırmalara yönelmeleri ve yüksek lisans ile doktora gibi lisansüstü programlara kabulü teşvik etmeleridir. Ek olarak, araştırma kürsülerinde çalışmayı, araştırma gruplarının oluşturulmasını desteklemeleridir. Ne olursa olsun dünyada araştırma, inceleme, yenilik, dokümantasyon, bilimsel araştırmaların ortaya çıkardığı nitelikli bilişsel çalışmalara ihtiyaç duymayan bir uzmanlık alanı yoktur.
Sürekli olarak Suudi Arabistan'da yer altındaki petrol ve yer üstündeki genç insan kitlesi olmak üzere iki servetimizin bulunduğunu tekrarlardık. Ama aslında biz, binlerce yıl önce üzerinde yaşayan ulusların uzun tarihini taşıyan toprağın kendisine de sahibiz. Tarih biliminden araştırmacılar olmasaydı, bugün topraklarımızda yaşayan ve devletler kuran, eserleri bizim ve misafirlerimiz turistler için varlıklarının bir kanıtı olan halklar hakkında öğrendiğimiz çok sayıda bilgi karşısında hayrete düşmezdik. Gerçek şu ki, yakın zamana kadar bu bilgilerden habersizdik, ancak araştırmacıların gayret ve çabaları, televizyon programları, belgeler ve el yazmaları olsun bizim için belgelenmiş eserler üretti. Suudi Arabistan'ın tanık olduğu bu büyük kalkınma hareketinde, tarih gibi diğer disiplinlerin lisans mezunları da kendilerine uygun bir iş bulamayabilirler. Ancak bu, bilimsel uzmanlığın değerini azaltmaz, aksine bu uzmanlıkların optimal ve daha iyi kullanılmasını gerektirir.
Karar alındı ​​ve bununla ilgili tartışmalar sona erdi ve bugün top artık üniversitelerde. Kendilerine her bir uzmanlık alanında toplum için kazanımlar gerçekleştirecekleri bir strateji belirlemeliler.