Velid Haduri
Enerji konusunda uzman, Iraklı yazar
TT

Sıfır emisyona giden yoldaki tümsekler

Günümüz insanının iklimi kontrol etme girişimleri, tarihsel olarak benzersiz bir tecrübe. Çünkü daha önce bu konuda herhangi bir insan müdahalesi olmamıştı. İnsan bu kontrol etme alanında bugüne kadar ilerleme sağlayabildi ama istenilen hızda değil. Ayrıca geçtiğimiz kısa dönemde yaşanan küresel gelişmeler de planlananların gerçekleşmesini engelledi. IMF’nin (Uluslararası Para Fonu) dergisinde konuyla ilgili bir makale yayınlayan “The Prize” kitabının yazarı, enerji uzmanı Daniel Yergin'in yakın tarihli bir çalışmasını aşağıda özetleyeceğiz. Yergin, küresel enerji piyasalarındaki son çalkantıların ve Ukrayna savaşının neden olduğu etkilerin "sıfır emisyon" yolunda ilerlemeye ittiğini kabul ediyor. Aynı zamanda, ama enerji geçişi ve sıfır emisyon konusundaki küresel fikir birliğine rağmen bu geçişin zorluklarının ve yolu üzerindeki tümseklerin arttığının da görüldüğünü ekliyor.
Geçiş sürecinin yolu üzerindeki tümsekler, Yergin'e göre sürdürülebilir enerjilerin teknolojik ilerlemesindeki yavaşlama ve ardından kullanımlarındaki gecikmedir. Çalkantılı küresel jeopolitik gelişmeler ışığında enerji güvenliğine öncelik vermeye geri dönüştür. Ayrıca bu dönüşümün gerektirdiği ağır finansal harcamalar nedeniyle, sanayileşmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasında enerji geçişi süreci için gerekli hız konusunda ortak bir görüş eksikliğinin bulunmasıdır. Son olarak, sıfır emisyon için gereken nadir toprak elementlerini sağlamak amacıyla tedarik zincirleri oluşturmanın önünde var olan engellerdir.
Yergin'e göre, enerji güvenliği korkusu geçtiğimiz yıllarda neredeyse ortadan kalkmıştı ancak şimdilerde, hatta ondan önce, 2021 sonbaharının sonlarından bu yana, yani 2022 Şubatının sonlarında patlak veren Ukrayna savaşından önce, içinde bulunduğumuz küresel enerji krizi nedeniyle ülkelerin önceliklerinin ilk sıralarına geri döndü. “Kovid-19” vakalarının azalmasının ardından hızlı küresel ekonomik toparlanma, enerji talebinin alışılmışın dışında artması nedeniyle enerji fiyatlarında yüksek ve hızlı bir yükselişe neden oldu. Bu nedenle birçok hükümet jeopolitik gelişmeler ışığında önceliklerini değiştirdi ve enerji güvenliğini yeniden önceliklendirmeye başladı. 2021 yılı sonunda petrol, doğal gaz ve kömüre olan yüksek talep ışığında öncelikler yeniden düzenlendi. Yine 2021'in sonunda, fosil yakıt arzının artan küresel talebi karşılamadığı açıktı. İşleri daha da kötüleştiren, Şubat 2022'deki Ukrayna savaşı oldu. Bunun en iyi kanıtı, ABD hükümetinin Kasım 2021'de bu dönemdeki ilk stratejik ham petrol rezervinden piyasaya petrol sürme kararını almasıydı. O zaman, "yatırımları azaltmaya yönelik önleyici girişimlerin" piyasalara yeterli petrol ve doğal gaz arzının sağlanamamasına yol açtığı anlaşıldı. Yatırımları azaltmanın birkaç nedeni vardı; hükümet politikaları ve mevzuatları, çevresel, sosyal ve yönetişim hususları, pandemi sırasında fiyatların dibe düşmesinin gölgesinde şirket kârlarındaki düşüş ki bu, son 7 yılda fiyatların gördüğü ikinci dipti.  Ancak, "yatırımları azaltmanın" talepte düşüş korkusunun sonucu olduğunu ve bunun da sürdürülebilir enerjilerin petrol ve doğal gaz arzındaki düşüşü telafi edebileceğine dair yaygın yanlış tasavvurdan kaynaklandığını not etmemiz önemli.
Yergin, kömür kullanımının 13’üncü yüzyılda başlamış olmasına rağmen, enerjide ilk geçişin, yani odundan kömüre geçişin 18’inci yüzyılda gerçekleştiğine dikkat çekiyor. Bir enerji kaynağından diğerine tam geçiş hızlı olmadı. Kömür tüketiminin yaygınlaşması için yüzyılların geçmesi gerekti ve ardından 19’uncu yüzyıl “Kömür Yüzyılı” olarak anıldı. Ancak 1900 yılına gelindiğinde dahi kömür, dünyadaki enerji ihtiyacının sadece yarısından fazlasını karşılıyordu.
Yergin, mevcut iklim değişikliği mücadelesinin iklimi çeyrek yüzyıldan daha kısa bir sürede hızla değiştirmeyi amaçladığı sonucuna varıyor. Amaç aynı zamanda kömür kullanımını durdurmak. Diğer yandan Avrupa pazarı 2050 yılına kadar hidrojenin dünya enerjisinin yüzde 20 ila 25'ini temin edeceğini tahmin ediyor. Ancak beklentilere ve hidrojen üretimini artırmaya yönelik çalışmalara rağmen günümüzde hidrojen halen dünya enerjisinin yüzde ikisinden fazlasını temin edemiyor.
Yergin, enerjide hızlı geçişin pragmatikliğini sorguluyor. Yakın zamanda yayınlanan “Yeni Harita 2021” adlı kitabında da bu konuya değiniyor. Bu hızlanma için gereken kapsamlı kapasite ve çabalar göz önüne alındığında, sıfır emisyon hedeflerinin çoğuna 2050 yerine 2030 yılına kadar ulaşılmasını hızlandırma olasılığını sorguluyor. Yergin, bu ani geçişin önceki tüm enerji geçişlerinden daha hızlı olduğu sonucuna varıyor. Bu amaca ulaşılması konusunda duyduğu şüphelerin nedeni, dönüşüm için gerekli ekonomik ve bilimsel avantajlar. Daha önce dönüşümün en büyük itici gücü, şimdi olduğu gibi “politikaların” önceliği değil, bu avantajlardı. Yergin ayrıca önceki enerji dönüşümlerinin şimdi olduğu gibi birkaç on yıl ile sınırlanmadığını ve gerçekleşmeleri için en az bir yüzyıl gerektiğini de ekliyor.
Yergin, bugünün enerji hedeflerinin "politikalar" tarafından yönetildiğini de ekliyor. Dönüşümün mevcut hedeflerinin etmeni sadece yeni enerji kaynakları elde etmek değil, daha ziyade yaklaşık 100 trilyon dolar olduğu tahmin edilen bir endüstriden çeyrek asır içinde kurtulmak için radikal bir dönüşüm gerçekleştirmek. Bu, "çok büyük bir beklenti ve bu büyüklükte bir beklenti daha önce gerçekleşmemişti." Son olarak hızlı dönüşüm konusundaki anlaşmazlık, Kuzey ve Güney ülkeleri arasındaki farklı bakış açılarını kutuplaştırıyor. Bu, iklim politikaları ve enerji geçişi konusunda iki taraf arasındaki bir anlaşmazlık. Soru şu: Bundan kim sorumlu ve yüksek maliyetlerini kim üstleniyor?
Aralarındaki çıkar anlaşmazlıkları, Ukrayna savaşı ve banka faizlerindeki yükseliş gölgesinde artıyor.
Gelişmekte olan ülkeler için iklim değişikliği ile mücadeleyle birlikte sağlık hizmetleri iyileştirilmeli, yoksulluk ortadan kaldırılmalı ve ekonomik kalkınmaya önem verilmeli. Milyonlarca insan halen yemek pişirmek için odun ve tezek yakıyor, bu da kirlilik anlamına geliyor. Dünyadaki birçok ülke, ekonomik ilerleme sağlamak ve yaşam standardını yükseltmek için hidrokarbon yakıtlara bağımlı. Batılı bankalar ve uluslararası finans kuruluşları ise üçüncü dünya ülkelerindeki hidrokarbon projelerine kredi vermemeye başladı. Bu da birçok endüstriyel ve madencilik projesini, dolayısıyla bu ülkelerin ekonomik ilerlemesini durdurdu.