Hanna Salih
Lübnanlı yazar
TT

Ekim Devrimi'nin tekrar tekrar hedef alınmasının boyutları hakkında!

Hasan Nasrallah, haftalar içinde ikinci kez ‘17 Ekim’ 2019 devrimini hedef aldı. Birincisinde devrimi çeşitli suçlamalarla etiketledi ve onu en çirkin vasıflarla betimledi. Hizbullah’ın kendisine baskı yapmasıyla övündü. Son konuşmasında (16 Şubat Perşembe) ise devrimin yabancı büyükelçiliklere ajanlık yaptığı ile ilgili eski söylemlere geri dönerek, "Lübnan, 2019'dan itibaren yeniden Amerikan kontrolü altına girmesi için yeni bir hedef alma operasyonuna maruz kaldı!" dedi. Şehirlerin, beldelerin ve gurbette bulundukları şehirlerin meydanlarını dolduran milyonları Amerikalılara hizmet eden bir araç olmakla suçladı! Lübnanlıların sessizliklerini bozmalarını bir ‘kaos planının’ parçası olarak kabul etti ve karşılık olarak İsrail'e karşı bir savaşla tehdit etti. Peki, savaşla korkutma yöntemi, bir kez daha aç midelerde etkili olacak mı?!
Bu, gidişatı değiştirememe beceriksizliğini örtmeyi amaçlayan, dikkatleri acının kaynağından başka yöne çekmeye çalışan inkar ve Lübnanlılara üstten bakma dilidir ve Ekim devrimcilerini şaşırtmamaktadır. Devrimciler açık bir şekilde şunu söylediler; 2016'da cumhurbaşkanlığı seçiminde varılan uzlaşıdan bu yana liderliği Hizbullah’a teslim eden hakim siyasi sınıftan haklarımızı geri alacağız. Onlar her zaman hesap sorulacağını vurguladılar. Lübnanlıların hayatlarını mahveden, Lübnan'ı cehenneme çeviren trajedilerin arkasında duranlara karşı gözde ‘hepiniz yani hepiniz’ sloganını yükselttiler ki bu, başta iktidardakiler olmak üzere tüm siyasi sınıfı paniğe sevk etti!
Nasrallah'ın gelecekte de Ekimcileri ve onların devrimini hedef almaya geri döneceği kesin, çünkü onlar 2022 genel seçimleri öncesinde egemen olandan farklı bir realiteyi empoze ettiler. Tüm siyasi sınıfı cezalandıran bu oylama, Hizbullah'ı 2018 meclisinde sahip olduğu çoğunluktan mahrum etmeyi, ama aynı zamanda ‘rakiplerinin’ de çoğunluğu elde etmesini engellemeyi başardı. Buna bağlı olarak, yeni realite Hizbullah'ı dikte ve dayatma konumundan engelleyici, cumhurbaşkanlığı makamında uzun süren boşluğun müsebbibi konumuna geçmeye zorladı. Cumhurbaşkanlığı seçimi oturumlarında ilk tur oylamanın hemen ardından çekilmeyle cisim bulan, hoş olmayan demokratik süreci sekteye uğratma sahnesi bu nedenle tekrarlanıyor!
Geniş gruplar her zaman şunu soruyorlar: Ekim Devrimi ne yaptı? Ne gerçekleştirdi? İşte liranın değerindeki dramatik düşüş, akaryakıt ve tüm emtia fiyatlarındaki korkunç artış, birkaç gün önce 80 bin eşiğini aşan ve bu keskin yükselişinin bir çıtası olmayan dolar kuruyla birlikte, çöküşler kartopu gibi dizginsizce büyüyor. Devrimin hedeflerine ulaşmayı henüz başaramadığına şüphe yok ve bu hedefler de şunlar; güçler dengesindeki ulusal dengesizliği sona erdirmek. Ülkenin sahip olduğu yeteneklerden oluşan bağımsız bir hükümeti empoze edebilecek, yönetimi anayasayı yeniden tesis etme ve yasalara uyma temelinde yeniden yapılandıracak, bölgeleri ve mezhepleri aşan bir ‘tarihi blok’ oluşturmak. Bunlar gerçekleştiğinde kurumlar ayağa kalkacak, yeni yönetim halkın ekmeğine ve ilacına sahip çıkacak ve Lübnanlı çoğunluğu aşağılama dönemi kapanacak. Gelgelelim devrim, hedeflerini gerçekleştiremese de, aklı başında herkese Hizbullah'ın ‘net gücünün’ ona net bir rol vermediğini ve vermeyeceğini gösterdi. Evet, 100 bin milis üyesine ek olarak 100 binden fazla füzeyi ‘hatırlatan’ nüfuzu ileri seviyede, ancak bütün bunlar ne mutlak baskınlık ne de ülkeye bir şey dayatma ve dikte etme imkanı veren üstünlük anlamına gelmiyor. Nasrallah için sinir bozucu olan yeni de bu.
Devrim henüz hedeflerine ulaşmayı başaramadı, ancak Hizbullah liderliğindeki bankacı siyasi sistemin sorumluluklarını büyük bir hassasiyetle tanımladı. Rehin alınan ülkeyi kurtarmak ve içine itildiği uçurumdan çıkarmak için hesaplaşmanın, zorunlu bir yol olduğunu vurguladı. Geçen yüzyılın doksanlı yıllarının başından bu yana ‘Savaş Suçları Af Yasası’nı icat eden, dokunulmazlıklar ve ‘Cezadan Kurtulma Yasası’nın arkasına sığınan ülkeye hakim güçlerin sorumluluklarının boyutunun artık herkes farkında. Hizbullah liderliğindeki siyasi sistem, ülkenin karar alma organlarını ele geçirdiği için, sisteme yönelik siyasi suçlamalar hesap verme ve failleri cezaevine gönderme icraatlarına evrilemedi. Bu nedenle Lübnan, yargıya boyun eğdirme, mevduat yağmacılarının, vatandaşı aşağılayan tekelci kartellerin yargılanması gibi Lübnanlıları en temel haklarından mahrum bırakmak için otoriteyi kullanmak şeklindeki en sert adımlara tanık oldu.
Devleti ve bağımsız kararını geri kazanmayı mümkün kılacak yaklaşımı netleştirme ihtiyacı nedeniyle, resmin tamamının gösterilmesi bir gereklilik haline geldi. Zira ulusal meselelerin çözümünü engellemek ve önemsememek, bankalar, uyuşturucu, akaryakıt ve diğer kartellerin rehinesi haline gelen Lübnanlıları adeta yoksulluk ve açlık kuşatması altına almak, tüm bunlar Lübnanlıların büyük bir yüzdesi seçimlerde tekrar tekrar yolsuzlara ve faillere oy vermeseydi mümkün olmazdı. İnsanlar prensipte ‘birbirlerini tanımalarına’, vatandaşlar geçim ve sosyal koşullarının kötüleşmesine neden olan güçleri ezbere bilmelerine rağmen, bu kişilere oy veriyorlar.
Egemenlerin vatandaşlara parmak sallayarak konuşmalarına imkan tanıyan da bu büyük ulusal dengesizlik. Örneğin, ‘Şii İkilisi’nin bakanlarından biri olan Maliye Bakanı Yusuf Halil, ‘tüm birinci kademe kamu hizmeti çalışanlarının görev sürelerini uzatma planını’ açıkladı ve Riyad Selame de buna dahil! Evet, uluslararası alanda hakkında yolsuzluk suçlamaları bulunan Selame için uzatma istiyorlar. Ama Maliye Bakanı'nın asıl söylemek istediği, Şii İkilisi’nin mecliste ‘derin devlet’in temellerinin görev süresini uzatacak bir oturumun yapılması için yeter sayıyı sağlama çabalarını yinelediğidir. Böylelikle Şii İkilisi hırsızları korumak, hırsızlığa maruz kalanları kuşatmak, gerçeği örtbas etme ve adaleti rehin almaya yönelik kaba bir ısrarla, Beyrut Limanı patlaması davası sanıklarına dokunulmazlık sağlamak için malumu ilam etmiş oldu.
Ekim Devriminin var olana dair alternatif bir temel vizyon tesis ettiği göz önüne alındığında, devrimi hedef alan eski ve yeni kampanya şüphesiz devam edecek. Zira bu hedef alma ile Hizbullah’ın tahakkümünün ulaştığı nokta ve ganimetçi mezhepçi kota sistemine liderlik ettiği kamufle edilmek isteniyor. Hizbullah’ın tahakkümü 2008'de Doha Konferansıyla başladı ve 2011'de Mikati'nin başbakanlığına atandığı ‘siyah gömlekliler’ hükümetiyle ve mevcut ‘işleri yürütme’ hükümeti dahil tüm hükümetlerle devam ettirildi. Bu sentez gölgesinde, Çarşamba günü Lübnan ordusunun 3 unsurunun, Suriye ile sınır bölgelerinde serbestçe dolaşan (!) uyuşturucu mafyasıyla Bekaa Vadisi'nde çıkan çatışmada hayatını kaybetmesi şaşırtıcı değil.
Bu tahakkümün maliyeti ağır ve en belirgin özellikleri şunlar; Hizbullah devletçiğinin devleti ele geçirmesi, ‘paralel ekonomi’nin ülke ekonomisi aleyhine büyümesi. Ülkenin kaçakçılık ve kara para aklama platformuna dönüşmesi, devleti iflas ettiren ve vatandaşların 100 milyar doları aşan mevduatlarının yağmalanması. Ek olarak yargıya boyun eğdirme çabası ve günlük yasal ihlaller, ülkeyi köklerinden söküp komutanlarının her zaman Beyrut'un kontrol ettikleri Arap başkentlerinden biri olmasıyla övündükleri Kudüs Gücü aracılığıyla Mollalar imparatorluğuna katma sürecini kolaylaştırmak için kurumların içini boşaltmakta ileri gidilmesi.
‘Hepiniz yani hepiniz’ sloganının sahiplerinin dürüstlük ve vatandaşlık değerlerinin önemini vurgulamaktan,  vatandaşın rolünü sertleştiren, ‘bizim elimizden ne gelir!’ söylemini yıkarak siyasi bir oyuncuya dönüştüren mücadele yöntemleri icat etmeye çalışmakta diretmekten başka yapacakları bir şey yok!