Bekir Uveyda
TT

20'li yıllarında Bağdat ve 30’lu yıllarında Oslo

Bazen zaman insana aslında bulutlar gibi geçerken donmuş gibi gelir. 20 yıl; sanki dün gecenin doğum sancılarıymış, şüpheli ‘yükünü’ bırakmış ve arkasını dönüp kaçmış gibi… İnsanları uykularından uyandırıp uyuduklarını fark ettiren ve ölüm korkusuyla silkelenmelerine yol açan ani bir şimşek ve peşinden yeryüzünü sallayan korkunç bir gök gürültüsü gibi… İşgalinin 20’li yıllarında selam sana ey Bağdat! İşte sen, ‘hilafet devletini’ yeniden diriltmek için geldiklerini söyleyip insanları kandıranlar için cehennem gibi bir yer olduğunu kanıtladığın gibi yıkımın alameti olan bir baykuşun sesi karşısında da halen ayaktasın. Yakında, altı ay sonra, 30’unu dolduracak Oslo Anlaşması’nın yıl dönümü gelecek. Bu da, başkasının toprağının bir kısmını işgal eden ve büyük bir kısmını gasp eden kişinin, bazı hakları hak sahiplerine geri getirecek adil bir barış istediğini iddia etmesiyle tuhaf görünen başka bir ‘yük’. Pratik uygulama süreci, ‘yükün’ baştan sahte olduğunu kanıtlıyor.
20 yıl önce Irak işgali harekâtının başlangıcını, 13 Eylül 1993'te Washington'da Oslo Anlaşması’nın imzalandığı güne bağlayan herhangi bir bağ var mı? Evet tabii ki. Ancak zaman hesaplaması yaparken 2 Ağustos 1990'a, dönemin Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin'in komşusu Kuveyt’i işgal ettiği güne dönmek kaçınılmazdır. O gün Arap dünyası hatta tüm dünya için adeta bir depremdi. Artçıları Ortadoğu'da, çevre coğrafyada ve ondan daha uzak bölgelerde yaşananların seyrini etkilemeye devam edecekti. Ekonomiye yansımaları ise bütün ülkeleri yakından ilgilendirecekti. Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesi, öncelikle Irak’ı daha sonra ise komşularını yakan cehennem ateşlerine götüren tüm yolların başlangıcıdır. Bazıları yüzeysel olarak söndürülmüş olsa da örneğin DEAŞ meselesinde olduğu gibi korları halen için için yanmaktadır. Şimdi ve gelecek için oldukça tehlike oluşturan bazı artçılara gelirsek; iyi gören herkes rahat bir şekilde fark edecektir ki bunların tamamen sona ermesi güç. Hele de konu Irak sivil toplumunun uzun zaman önce aşmayı başardığı nefret uyandıran mezhepsel bölünmeler hayaletiyle ilgiliyse. Saddam Hüseyin tam anlamıyla bir felakete imza attıktan sonra Kuveyt’ten çekilmemekte ısrar etmese, komşu ülkelerin, özellikle Irak Cumhurbaşkanı’nı Birleşmiş Milletler (BM) kararlarına uymaya zorlamak amacıyla kurulan bir uluslararası koalisyonun güçlerinden yardım istemelerine gerek kalmayacaktı. O dönem Saddam Hüseyin, bazı komşularını açıkça hedef alan tehditler savuruyordu. Dolayısıyla Kuveyt'i ‘on dokuzuncu vilayet’ olarak adlandırmak, başkalarının da başlangıç ​​noktası olacağını gösteriyordu. Daha da ötesi ve kötüsü ise Saddam Hüseyin’in Filistin’i, davasını, halkını, şimdisini ve geleceğini Kuveyt işgali felaketinin cehennemine sokmuş olmasıdır. Irak'ın Kuveyt'ten çekilmesini İsrail'in Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nden çekilmesi şartına bağlamıştı. Bunun yapılmasının imkansız hayali bir iş olduğunu biliyordu. O zamanlar Filistinli liderler arasında Baas Partisi ile ilişkili bir liderin bu hayali fikrin sahibi olduğu söyleniyordu. Saddam Hüseyin'in ‘çift kimyasal’ savaş başlığına sahip füzeler kullanarak İsrail'in yarısını ‘yakma’ tehdidiyle işgalden önce ortaya çıkan başka bir hayali fikir de vardı. Tüm bunlardan sonra Irak'ın Kuveyt'ten çıkmama suruna üfleyenler ne olmasını bekliyordu? Aslında bu kişiler delik bir boruya üflediklerini biliyorlardı ancak bunun nasıl ‘savaşların anasına’ yol açacağını ve hem Irak hem bölge hem de davası ve insanlarıyla Filistin’in başına felaketler getireceğini tarihin yazması umurlarında değildi.
Bu ‘felaketlerin anası’ yüzünden Filistin müzakere heyeti, İzak Şamir’in sert duruşu karşısında arkasında elini güçlendirecek bir Arap birliği olmadan, 30 Ekim 1991 Çarşamba günü Madrid Konferansı'na gitti. Burada Filistinlilerle Arap dayanışmasının en üst düzeyinde bir Arap birliğini kastediyorum. Filistin liderliğinin tutumu o dönem pek çok Arap toplumunda fırtınalara yol açmıştı. Konferansa katılan birçok Arap tarafı beklendiği üzere asgari düzeyde destek vermişti. Ardından iş, Madrid'den uzakta Oslo'da dolambaçlı bir yol çizilmesinden Washington'daki Beyaz Saray'ın bahçesinde düzenlenen imza törenine gitmişti. Bunlar birbirini tamamlayan halkalardır. Peki, zincir tamamlandı mı? Muhtemelen henüz değil.