Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Reform ve dış politika

Henry Kissinger'ın ABD'ye ilişkin ünlü bir sözü vardır: Amerikan devletinin dış politikası yoktur, o özünde bir yerli ve iç politikadır.

Elbette Kissinger bilgisi sayesinde, ‘dış politikanın’ ilişkiler ve etkileşimde kendine özgü özellikleri olduğunu biliyor. Ancak bu sözüyle vermek istediği mesaj, Amerikan siyasetini değişen derecelerde etkileyen Kongre, çıkar, baskı, medya grupları ve kamuoyunun oynadığı roller konusunda uyarmaktır.

Akademik çevrelerde, etkinin karşılıklı olduğu iç ve dış politika arasındaki bağlantıya ilişkin önemli çalışmalar vardır. Bu nedenle, sosyalist veya kapitalist, demokratik veya merkezi, reformist veya devrimci, devletin doğası ne olursa olsun bu dış politikaya kendi damgasını vurur. Bu bağlamda, son on yılın başında başlayıp sonunda biten en büyük deprem olan ‘Arap Baharı’ ile birlikte iki Arap devleti modelinin ortaya çıktığından daha önce bu köşede bahsetmiştik. Bu modellerden ilki Suriye, Yemen, Libya ve Irak'ta görüldü ve Sudan'daki mevcut durum da bu ülkelerde olduğundan çok da farklı değil. Söz konusu ülkelerde silahlı çatışmalar ile etnik parçalanmalar birbirine karışırken, şiddet ile ateşkes arasında gidip geliniyor. Ortaya çıkan koşulları mutlaka kendisi planlamış olmasa da kendisini değerlendirilecek bir fırsat olarak gören dış emeller için uygun bir dengesizlik durumuna ulaşılıyor.

İkinci devlet modeline gelince; yaşanan şok onu geçmişin hatalarının ve çıkmazlarının, geleceğin tüm geçmişten farklı olması gerektiği gerçeğinin farkına varmasını sağladı. Hedefler koyan ve yollar çizen vizyonlar aracılığıyla ‘ulus-devlet’ ve ‘sürdürülebilir kalkınma’, ‘dini ve sivil düşüncenin yenilenmesi’, çağdaş, ekonomi, teknoloji, yaratıcılık ve yenilikçilik alanlarında dünya ile barışçıl bir şekilde rekabet etme ve yarışma temeline dayanan reformist bir Arap devleti ortaya çıktı.

Gerçek şu ki iki model arasında üçüncü bir model yok ve burada bizi ilgilendiren, Suudi Arabistan Krallığı ile diğer Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerinin yanı sıra Mısır, Ürdün, Fas ve son olarak Irak gibi bu son yolu izleyen ülkelerdir. Bahsi geçen ülkeler, genellikle modernleşme, değişme ve ilerleme sürecinin ilk noktası olan ulus-devletin inşası yönünde gerçekleşen iç reform kapsamında büyük adımlar attılar. Ardından 2015'ten 2030'a uzanan vizyonlar oluşturuldu ve bunlar büyük ölçekli altyapı ve diğer alandaki projeler şeklini aldı. Daha önceki makalede belirtildiği gibi, bu ülkeler üç tür uluslararası ilişki oluşturdular; birincisi, belirli konularda birbirleri ile istişare veya iş birliği ilişkisidir. İkincisi, büyük uluslararası güçlerle ortak anlaşmalardır ve Cidde'deki ‘Arap-Amerikan Zirvesi’ ile Riyad'daki ‘Arap-Çin Zirvesi’ ile somutlaştı. Üçüncüsü, Şarm el-Şeyh'te düzenlenen ‘COP 27’ İklim Zirvesi'ndeki ortak çalışma ve Katar'daki FIFA Dünya Kupasıdır.

Şimdi bu uluslararası ilişkilere ‘yeni bölgecilik’ çerçevesinde dördüncü bir tür daha eklenebilir. Bu ilişki türü Katar krizini çözerek, bölgesel huzuru sağlayan ‘el-Ula Deklarasyonu’ ile başladı, Arap-Türkiye ilişkilerindeki iyileşmeyle devam etti ve son olarak Arap-İran ilişkilerinde yeni bir sayfa açıldı. Bahsedilenlerin tümü, yukarıda zikredilen Arap ülkelerindeki iç inşa süreçleri için uygun bölgesel ortamın sağlanması ihtiyacını ortaya çıkaran iç reform değişiklikleri olmaksızın gerçekleşemezdi. Arap yapısında tarihsel olarak hayati bir role sahip olan Arap ülkelerindeki iç savaşlardan kaynaklanan istikrarsızlıktan kurtulup bölgesel istikrarın sağlanması etrafında sık sık tartışılan hedef burada gizli. Yakın dönemde kısa sürede, kronikleşen Suriye krizi ve çok sıcak olan, yeni ortaya çıkan Sudan krizi ile başa çıkmak için önemli girişimlerde bulunuldu. Birincisine gelince, krizle başa çıkma girişiminin Suudi Arabistan’ın 14 Nisan'da Cidde'de ev sahipliği yaptığı, Arap KİK ülkeleri, Ürdün, Irak ve Mısır arasındaki istişari toplantıyla başlaması tesadüf değildi. Bu toplantı, Ürdün'ün başkenti Amman’da düzenlenen Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan ve Irak dışişleri bakanlarının Suriye dışişleri bakanı ile bir araya geldikleri bir başka istişare toplantısı ile sonuçlandı. Diğer ikili görüşmelerle örtüşen bu toplantıların ortak yönü, Suriye'nin Arap Birliği'ne dönüşünün önünü açmaktı.

Suriye'nin önemi ve tarihi göz önüne alındığında bu hedef anlaşılabilir ve arzu edilir olsa da, mesele sadece Arap Birliği’ndeki koltuğuna dönmesinden daha karmaşık. Gerçek şu ki Suriye halen 12 yıl önce yaşanan kanlı gelişmelerin tutsağı. Reformist devletlerin dış politikaları devletlerin iç işlerine karışmama üzerine kurulu olduğundan, buradaki mesele hiçbir şekilde Suriye rejiminin iktidarda kalıp kalmaması değil. Mesele, Suriye'deki iç koşulların, Suriye'nin yeniden inşası, Suriyeli mültecilerin ve yerinden edilmiş kişilerin evlerine dönmesinin önünü açacak şekilde düzenlenmesidir. Bu, durumun gerekliliklerinden biridir. Dış müdahalelerden arındırılmış, vatansever, dışlamayıp kapsayan, kısacası Suriye devletini kriz ve iç savaş statüsünden kurtaracak bir Suriye devletine ihtiyaç vardır. Deprem sırasında hemen harekete geçerek Suriye'yi destekleyen mevcut Arap diplomatik pozisyonu, kapsamlı bir desteğe, Suriye devletinin, içeride ve dışarıda güçlü ve yapıcı bir ulus-devlet olarak korunmasına yardım etmeye yönelik gerçek bir arzuyu ortaya koyuyor.

Sudan'da durum Suriye’den daha az zor değil. Suriye meselesinde konu sözde Arap Baharı'nın kanlı sonuçlarından sıyrılmak anlamına gelirken, Sudan meselesi, Sudan'ın bir başka baharın neden olduğu katliama sürüklenmesini engelleme meselesine evrildi. Sudan, İhvan-ı Müslimin’in (Müslüman Kardeşler) yozlaşmış ve baskıcı yönetiminden kurtulmayı başardı, fakat ister bölgeler düzeyinde ister siyasette ‘sivil bileşen’ ile ‘askeri bileşen’ arasındaki bölünmenin tarihsel lanetinden kurtulamadı. Bu kez Arap reform ülkeleri, Sudan'daki yangını söndürmek, iç savaşın çıkmasını engellemek, diplomatik misyonları tahliye etmek ve Sudanlı mültecilere destek olmak için olağanüstü çaba harcıyor. Aynı zamanda, ateşkes kararlarına ve anlaşmalarına rağmen, aldatıcı ve çatışmayı sürdürme konusunda ısrarcı vakalarla yüzleşiyor. Her iki durumda da bu ülkelerin referansı, birleşik ve kendi benliğini inşa edebilecek, başkalarının şu ya da bu bahaneyle bu benliği manipüle etmesini engelleyebilecek bir Arap ulus-devletinin var olması çabasıdır.

Reformist Arap ülkelerinde devam eden reform süreçlerine elverişli bir bölgesel ortamın sağlanması ve olgunlaştırılması için bu yeni cephe şunu gerektiriyor; kurtarılması gereken her Arap ülkesindeki koşullarla başa çıkmak için gereksiz rekabetler yaratarak entrikalara ve çatışmalara başvuran girişimler karşısında, büyük ölçüde bu ülkelerdeki iç dokunulmazlığın korunması. Gelişmiş ülkelerde bu üç şeyi gerektiriyor; birincisi, patlamalara ve dış müdahalelere karşı bağımsız erken uyarı araçlarının bulunması. İkincisi, ne çatışma ne de ihmal olmaması için, her ülkenin devam eden çeşitli çıkarları hakkında istişare etmek için hükümet mekanizmalarının olması. Üçüncüsü, Arap stratejik meselelerinde araştırmacıları içeren, bilimsel akıl olarak hizmet edecek bir Arap bölgesel araştırmalar merkezinin kurulması. Merkezde sözde baharın kalıntıları, bahardan kurtulan ülkelerin kalkınması ve yeniden inşası konuları ele alınmalı. Akıl, gerçekçilik, barış ve reforma dayalı bir bölge inşa etme arzusu hakim olsun diye Arapların coğrafi komşuları ile ilişkileri incelenmeli.