Londra, New York veya Paris'te bir grup Çinli veya Hintlinin isyan çıkardığını, arabaları yaktığını ve dükkanları yağmaladığını en son ne zaman duyduk?
Kim hafızasını bu tür olayları hatırlamak için kullanmaya çalışırsa, ona zamanını boşa harcamamasını söylüyorum. Çünkü böyle bir şey yok.
O halde soru şu: Neden bu azınlıkların öfkeli devrimlerini görmüyoruz? Aksine başarılı olduklarını, ülkenin yerli halkına bile üstün geldiklerini görüyoruz. Ve neden diğer göçmen azınlıkların ve hatta aynı ülkenin vatandaşlarının ırkçılıktan polis şiddetine kadar uzanan uzunca bir bahane listesi yüzünden bu davranışları sergilediğini görüyoruz?
Birçok sebep var ama bence asıl sebep kültürel. Konunun herhangi bir ırk, ülke, din veya milliyetle alakası yok. Belirli bir azınlığı suçlamak yanlış. Ancak tüm bu krizlere neden olan ve değiştirilebilen belli bir kültür, örf ve değerlerle ilgili bir sorun olduğunu söylemek ve bu sorunu anlamak doğru ve mantıklı. Irk ve kültür arasında bir fark vardır. Belirli bir ırkı faşist olmakla suçlamak yanlışken bir kültürü eleştirmek sağlıklı ve gereklidir.
Asyalıların diğerlerinden daha iyi performans gösterip göstermediği ve entegre olma yetenekleri sorusuna verilebilecek en iyi cevap rakamlarda saklıdır.
Siyahi ABD’liler arasında işsizlik oranları yaklaşık yüzde 11,5, beyaz ABD’liler arasında yaklaşık yüzde 5 ve Asya kökenli ABD’liler arasında yüzde 4,5'tir. Ayrıca Asya kökenli bir Amerikan ailesinin ortalama yıllık geliri, beyaz vatandaşların (57 bin dolar) ve siyahi vatandaşlarınkinden (33 bin dolar) daha yüksek olarak yaklaşık 69 bin dolar seviyesinde.
Peki neden bu bariz farklılıklar? Lise mezunu Asya kökenli ABD’lilerin oranı yüzde 88, beyazların oranı yüzde 86 ve siyahilerin oranı yüzde 69 olduğundan, bu sorunun cevabını eğitim, iş ve aile ile ilgili değerlere odaklanmakta buluyoruz. Boşanma oranları ve aile nafakası konusunda da aşağı yukarı aynı şeyi görüyoruz.
Bu sayılar önemli ve ABD dışında da uygulanabilir. Çünkü birçok ülkede sorunlar benzer, çözümler de hemen hemen aynı. Eğitim değerlerini destekleyen, iş ahlakını vurgulayan ve boşandıktan sonra bile başarılı olma ve aileyi koruma isteğini vurgulayan bir kültür, doğdukları veya göç ettikleri ülkelerin çoğunda büyük olasılıkla iyi, üretken ve entegre vatandaşlar üretecektir.
Geçmişte toplumların ilerlemesine ve bireyin başarısına engel olan birçok gerekçe ve mazeret bulunabilirdi ama bunlar artık tarihe karıştı. Ama biz farklı bir dünyada yaşıyoruz. Hintliler yaklaşık 200 yıl İngilizler tarafından sömürgeleştirildi ve gerçek şu ki bu öfkeli azınlıklardan büyük başarılar elde etmiş figürler var. Çünkü ırkçılık, polis şiddeti ve onu geriletecek tüm şeyleri bahane ederek bu toplumlarla bütünleşmesini ve başarılı olmasını sağlayan kültürel değerleri benimsemiş, onlarla çatışmalara girmemişlerdir.
Örneğin ABD'de ırkçılık var ve bu gayet iyi bilinen bir mesele. Ama yasal olarak sona erdi ve böylece insanları renklerine, ırklarına veya milliyetlerine göre sınıflandıran hiçbir yasa kalmadı. Bu nedenle ABD’de farklı ırk ve dinlerden şahsiyetlerin engellenmeden veya yasaklanmadan yüksek mevkilere ulaştığını görüyoruz. Kültürel olarak 1920'lerdeki ABD, 2020'deki ABD değil. Değişti ve bunun en büyük kanıtı Beyaz Saray'a siyahi bir başkanın gelmesi ve iki dönem boyunca ülkeyi yönetmesi. Yasalar adaylığa izin verse bile, toplum kültürel olarak değişmeseydi ve ırkçı fikirler geri çekilmeseydi Barack Obama'nın güç piramidinin zirvesine ulaşması zor olacaktı.
Bu konuya bir örnek vermek gerekirse, mesela ABD'de beyazlar ve siyahiler arasındaki evliliklerin sayısına hızlı bir bakış, hoşgörü ve kabul ilkelerinin ırkçılık ve etnik kökene ilişkin fikirlerin önüne geçtiğini bizlere gösterecektir. (1980'lerden bugüne, beyazlar ve siyahiler arasındaki evlilik oranları üç katına çıktı). Yüzde 5'ten yüzde 18'e yükselen söz konusu evliliklerin kesinlikle daha da artma ihtimali var.
Ekonomi düşünürü Thomas Sowell, ABD'deki siyahi toplumun karşılaştığı sorunlara ve politikacıların bunu kendi amaçları için nasıl kullandıklarına dair ilginç ve mantıklı bir bakış açısı sunuyor. (En saygın bilimsel isimlerden biri olan Sowell siyahi olduğu için ırkçılıkla itham edilmeden açık sözlü konuşması kolay.) Sowell’in tekrarladığı ana fikir, 1930’lu ve 1940’lı yıllarda şimdikinden daha fazla ırkçılık olmasına rağmen, o dönemde siyahilerin yaşamlarının ekonomik olarak daha iyi olduğu yönünde. 1940'larda siyahilerin ve beyazların işsizlik oranları yüzde 10'du ve zaman zaman beyaz işsizlik oranları artıyordu.
Sowell, aile değerleri güçlü, suç oranları düşük ve artık bir suç yuvası ve hırsızlar için bir sığınak haline gelmeden önce Harlem gibi kötü şöhretli mahallelerde gece geç saatlerde yürüdüğünü, parklarında güvenle uyuduğunu hatırlıyor. Sowell liseden mezun olduktan sonra ABD'nin en önemli akademik ekonomik isimlerinden biri olmak için çalıştı.
Tüm bunları değiştiren ne oldu? Onun bakış açısına göre ırkçılık değil. Çünkü o zamanlar ırkçılık olgusu daha güçlüydü ve yine de siyahilerin yaşamları daha iyiydi. Dönüşüm, 1960'larda sosyal refah programlarının oluşturulması ve yardım sağlamak için yasaların çıkarılması yolunda hükümet müdahalesiyle gerçekleşti. O günden itibaren büyük dönüşüm meydana geldi ve ardından, George Floyd'un öldürülmesinden sonra New York ve Los Angeles sokaklarında gördüğümüz yağma durumuna dönüşen suç oranlarında, aile parçalanmasında ve işsizlikte bir sıçrama görüyoruz. (Son zamanlarda Fransa'da genç Nael'in öldürülmesinden sonra da benzer olaylar olmadı mı?). Siyahilerin hayatlarının doğru yolda olduğunu belirten Sowell, ‘politikacılar, bedeli onları yok etmek olsa bile oylarını kazanmak uğruna oyuna müdahale etmeselerdi farklı, güçlü bir toplum görmüş olacağımızı’ savunuyor. Irkçılık, marjinalleştirme ve polis şiddeti fikirlerini teşvik etmek, seçimlerde veya seferberlikte yararlandıkları öfkeli ve bütünleşmemiş insan kitlelerinin varlığından çıkar sağlayan ideolojik politikacılar ve vurguncular için faydalıdır. Bu durum ABD, Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinde sadece azınlıklarda değil, vatandaşlarda da oluyor. Sorun etnik değil, aksine kültürel. Ve bu olgu sürekli olarak sömürülüyor. Asıl sorunun kaynağı burada, yoksa Hintliler, Çinliler, Singapurlular veya Japonlar diğerlerinden daha iyi olduğu için değil. Söz konusu azınlıklar, kesinlikle başarıyı teşvik eden ve komplo, mağduriyet ve baskı fikirleriyle mücadele eden bir kültürü benimsiyorlar.