Fayez Sara
Suriyeli gazeteci-yazar
TT

Dünyanın çılgınlığı, kendisini kurtaracak bir bilgeliğe muhtaç!

Dünyanın durumu ‘çılgınlık’ olarak tarif edilirse abartılmış olmaz. Aksine yaşanan olaylara bakıp, bunların içerikleri ve detayları incelediğinde söz konusu tarifin isabetli olduğu anlaşılır. Bu olaylar, dünyadaki üst düzey liderlerin, hükümetlerin ve ülkelerin çeşitli bahaneler, iddialar ve gerekçelerle yazıp uyguladıkları ve yapılanların sonucunda doğan tehlikeleri aşmak için yeterli gördükleri politikalar, önlemler ve tutumlardan kaynaklanıyor.

Günümüz dünyasında hayatın devamlılığını ciddi bir şekilde etkileyen olaylar üzerinde durmamız, belki de normal ve en önemli bir tavırdır. Bu olayların en öne çıkanı da yiyecek ve su konusunun yanı sıra çoğu bölgede insanların yaşam kalitesinin bozulmasıdır.

Gıda konusunda dünya, Hindistan’ın küresel tedarikin yaklaşık yüzde 40’ının ihracatını yasaklama kararının ardından pirinç fiyatlarının rekor seviyelere yükseldiği bir dalgaya sahne oluyor. Bu durum, özellikle mevcudu ve fiyatlarının yüksekliği bakımından diğer malzemelerin kaynakları üzerinde bir baskı oluşturuyor, kırılgan küresel gıda güvenliğini olumsuz etkiliyor ve kadınlarla çocuklar başta olmak üzere zayıf kesimler arasındaki açların oranını artırıyor.

Su sıkıntısı hem bitki hem de hayvan alanlarında gıda üretiminin hacmini ve türünü olumsuz etkiliyor. Bunun dışında sudaki doğrudan sıkıntı, kısmen birtakım politikaların sonucu olarak daha fazla iklim değişikliğine tanık olunan bir dünyada insanları ve onların faaliyetlerini de büyük oranda etkilemektedir. Söz konusu politikalar, doğayı ve kaynaklarını tahrip ediyor, su gerçekliğinde dengesizliğe sebep oluyor ve bu dengesizliği dünyada ve bazı ülkeler arasında kader savaşlarının nedeni haline getiriyor. Sözgelimi şu an Afganistan ile İran arasında, her ikisinin de ortak sulardan daha büyük bir pay alma çabaları bağlamında bir su savaşı cereyan ediyor. Keza Etiyopya ile Mısır arasında da su konulu bir anlaşmazlık söz konusu. Şöyle ki Etiyopya, Nil Nehri üzerinde Rönesans Barajı’nı inşa projesiyle Mısır’ın su payının azalmasına neden oldu ki bu, Mısır’ın ulusal güvenliğini tehdit ediyor. Türkiye de son yıllarda Kürt Demokratik Birlik Partisi liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri koalisyonuna yönelik baskıları ve savaşı kapsamında Fırat nehri sularının Suriye’nin kuzeydoğusuna tedarikini azaltma yoluna gitti.

Çılgınlık, yıkıcı politikalardan etkilenen gıda ve su meseleleriyle sınırlı değil. Bu politikalar aynı zamanda hayat kalitesinin düşmesine de neden oluyor ve fakir ülkeler gerçeğinin ötesine geçerek, son yıllarda yüksek enflasyon politikalarına ve mal, hizmet ve emlak fiyatlarında bir yükselmeye sahne olan Birleşik Krallık gibi zengin ve gelişmiş ülkelerin gerçeğini de etkiliyor. Nitekim açlık seviyesine varan yetersiz beslenmeden mustarip çocukların arttığına ve ihtiyaçlarını karşılayamadıkları için ücretsiz gıda bankalarına (aşevlerine) başvuran mültecilerin sayısının ikiye katladığına dair göstergelerin ortasında Birleşik Krallık toplumu, yaşamlarında ve ihtiyaçlarında değişiklik yapmaya sevk olundu.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, ‘tüm dünyadaki çatışmaların karmaşıklaştığı’ gerçeğinden bahsediyor. Zira bu çatışmalar, dünyayı açlık, susuzluk ve yaşam kalitesinin düşmesi gibi felaketlerle karşı karşıya bırakıyor. Bunun da ötesine geçerek, Ukrayna’daki savaşın yansımaları olarak gelen Rus imalarının taşıdığı nükleer imha savaşları tehlikelerine doğru ilerliyor. Üstelik Rusya Devlet Başkanı da güçlerine yeni eğitimler verilip teçhizatlarına yeni silahların eklenmesiyle eşzamanlı olarak savaşın sınırlarını genişletmeye dair imalarda bulunuyor.  

Dünyanın çılgınlığının bir başka bölümü de anayasal monarşi ve parlamenter demokrasi ile yönetilen İsveç’te oynandı. Burada endüstri-sonrası gelişmiş bir toplum ile dünyada en yüksek yaşam ve ömür seviyesine sahip bir refah devleti var. Bu ülke, bir mülteciye Kur’an-ı Kerim sayfalarını yakması için izin vererek tüm dünyadaki Müslümanları öfkelendirdi. Bu, İslam dünyasında bir tepki ve öfkeye sebep oldu. Üstelik kınama ve suçlamayı aşarak, İsveç’in İslam ülkeleriyle olan ilişkilerini, köklü ve hızlı çözümler gerektiren sorunlara boğulmuş bir dünyada siyasi gerilimlere ve ekonomik boykota doğru itti.

Dünyanın çılgınlığına dair bir başka bölümde diğer ülkeler, İsveç’le rol paylaştı. Şöyle ki bu ülkelere son on yılda bir milyondan fazla Suriyelinin de dahil olduğu bir mülteci akını oldu. Almanya ve İsveç, mültecileri memnuniyetle karşıladı. Tabii ki sadece uluslararası hukuka bağlılıktan ötürü değil; bu iki ülkenin işgücüne de ihtiyacı vardı. Bununla birlikte İsveç ve Avrupa ülkeleri, en başta da Danimarka, mültecilere karşı muamelede, şu an Birleşik Krallık’ın da yaptığı gibi, katı bir tavır benimsedi. Bilindiği üzere Birleşik Krallık, mültecileri fiili olarak bir savaş gemisinde barındırmayı tercih etti ve yakın zamanda yeni politikası bağlamında parlamentosunu, yasa dışı bir şekilde gelenlerin topraklarına sığınma talebinde bulunmalarını yasaklayan bir yasa çıkarmaya zorladı. Birleşik Krallık’ta atılan bu adımlar, BM’nin uluslararası insan hakları örgütlerinin ve Birleşik Krallık’taki odakların itirazlarına ve kınamalarına maruz kaldı.

Dünyada çılgınlık bölümleri işte böyle devam ediyor. Bölgemizde de birtakım tezahürleri mevcut. Ama en kayda değer iki örnekten biri, İran’ın bazı dış politikaları diğeri ise Sudan’ın sahne olduğu iç çatışmalardır.

İran’ın dış politikalarında en önemli şey, doğrudan ya da kendisine bağlı milisler aracılığıyla bölgenin birçok ülkesine müdahalesini sürdürmesidir. Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen ülkelerinin yanı sıra Arap Körfezi sularındaki ticari gemiler de bu müdahalelerin muhatapları arasındadır. Bu durum Amerika’nın, Rusya-Ukrayna savaşında aktif olan İran’a karşı koyma bahanesiyle bölgeye amfibi birliklerin, silahların ve binlerce askerin konuşlandırılması gibi girişimlerini beraberinde getirdi. Avrupa’nın, İran’ın Ukrayna savaşındaki rolüne ilişkin itirazını duyuran Birleşik Krallık resmî belgelerine göre de İran, Rusya’yı 400 insansız hava aracıyla takviye etti.

Sudan’da meydana gelen kanlı ölümler ve geniş yıkımlar, dünyanın çılgınlığında son bölümü temsil etmese de yaşananlar, vahşi bir şiddeti gözler önüne seriyor. Bu şiddet, şehirleri yağmalayıp yıkmakla kalmıyor, oradaki insanları da kuşatıyor. Aynı zamanda olup bitenlerin sorumluluğuna dair savaşan taraflar arasında karşılıklı suçlamalara şahit olunan bir ortamda insanların suya ve gıdaya erişimleri ile yaralıların nakli de engelleniyor.

Dünyanın dört bir yanında izlenen çılgınlık bölümleri, geride açlık, susuzluk, ölüm, yaralanma, yıkım ve birtakım tehditler bırakıyor. Bunun için bu deliliği durdurabilecek ya da en azından hafifletebilecek ve çağdaş dünyamızın belgelerinde, kurumlarımızın çağrılarında ve dünyadaki liderlerle siyasetçilerin söylemlerinde teşvik edilen adalete, eşitliğe, iş birliğine ve dayanışmaya dayalı yeni politikalar üretecek bilgeliğe ve insani çıkarlara dayalı bir sakinleşmeye ve bir tedaviye ihtiyaç var.