Son yıllarda hızlanan jeopolitik gelişmeler ve güç dengelerindeki değişimler, küreselleşme çerçevesindeki düzenlemelerin sona erdiğini teyit ederek ticaret, yatırım, finans ve uluslararası kurumların yönetişimi alanlarında yeni düzenlemelerin önünü açıyor. Eskiye bağlı kalmaya yönelik girişimler var. Ancak bunlar, bardağı taşıran damla olan 2008 küresel finans krizinden bu yana tanık olduğumuz gibi, yerine getirilmemiş vaatler, yetersiz finansman ve sınırlı faydalar gibi çelişkiler taşıyor.
2008 krizinden beri, çoğu durgunluk ve enflasyon arasında gidip gelen ve kimi zaman bunların karışımının yaşandığı 15 yıl boyunca, irili ufaklı krizler peş peşe geldi. En önemlilerinden biri, mevcut uluslararası düzenlemelerin şoklar karşısında uluslararası dayanışma ve iş birliğinin avantajlarını sağlamakta yetersizliğini gösteren korona salgını ve sonuçlarıydı. Dünya, aşıların en çok ihtiyaç duyulduğu sırada adaletsiz bir şekilde dağıtılmasını, gelişmiş ülkelerin aşılara el koymasını, daha sonra tercih ettiklerini istediklerine sunmasını unutabilir mi? Sağlıkla ilgili gerekliliklerden kaynaklanan geçici istisnaların dayatmasına rağmen, gelişmekte olan ülkelerin aşı üretiminin engellenmesini, insanlar, fikri mülkiyet kurallarına uzlaşmaz bir şekilde bağlı kalma olarak görmediler mi?
Pandeminin zirvesinde uluslararası likidite üzerindeki etkileriyle yüzleşmek için 650 milyar dolar değerinde özel çekme hakkı (SDR) olarak adlandırılan bir tahsisin kabul edildiğini, uygulanan kota kurallarına göre, teker teker gelişmiş ülkelerin, bu tahsisten Afrika Kıtası ülkelerinin toplu olarak elde ettiklerinden daha fazlasını elde ettiklerini unutabilir miyiz? Ardından düşük faizle de olsa şartlı olarak gelişmekte olan ülkelere kredi olarak verilecek 100 milyar doların geri dönüşümü için konferans ve zirveler yapıldığı dikkatimizden kaçabilir mi? Dahası 2009'da Kopenhag’da yapılan iklim zirvesinden bu yana, finansman açığı (Çin hariç) bunun on katı olan gelişmekte olan ülkelerde iklim finansmanı çabalarını desteklemek için vaat edilen 100 milyar doların da peşine düşüldüğünü unutabilir miyiz?
Devam eden kriz durumu veya ekonomik ve jeopolitik boyutlarıyla ‘permakriz’ olarak adlandırılan durum, gelişmekte olan ülkeleri enerji fiyatlarındaki keskin dalgalanmalara ve gıda güvenliklerinde ciddi bir bozulmaya karşı savunmasız bıraktı. Bu hafta Roma'da buna bir çözüm arandı. Zira bu ülkelerin birçoğu, büyük bir bölümünü eğitim ve sağlık hizmetlerine yaptığı toplu harcamaların oluşturduğu hizmet maliyetlerini aşan bir dış borç yükünden muzdarip. Buna rağmen, borç temerrüdü zorluklarıyla başa çıkmaya yönelik düzenlemelerin çok yavaş olduğunu ve G20 mekanizmasının özel sektör borç verenlerini zorunlu olarak kapsamadığını, borçlanan orta gelirli ülkeleri ise kasıtlı olarak içermediğini görüyoruz. Aslında gelişmekte olan ülkelerin neden olmadığı iklim kriziyle ilgili acil durum müdahale projeleri için ödemesiz dönemler, geri ödeme ve faiz oranı üst sınırı ile ilgili olarak, uluslararası finans kuruluşlarından borçlanma koşullarının gözden geçirilmesi çağrısı hâlâ gerekli özenle karşılanmıyor. Buna ek olarak, kanıtlanmış adaletsizliğine ve gelişmekte olan ülkelerin maliyesine zarar vermesine rağmen, büyük borçlular üzerindeki haksız ek maliyetlerin iptal edilmesi çağrısı da karşılık bulmuyor. Bugüne kadar elde edilen tek şey, uluslararası kredi sözleşmelerine doğal afetlere maruz kalma durumunda kolaylık sağlanması yönünde bir hükmün dahil edilmesi tavsiyesinin kabul edilmesidir ki bu halihazırda bir dizi kurumda yürürlükte olan bir uygulama.
Bu durumda, sürdürülebilir kalkınma yollarının ve iklim değişikliğiyle mücadele girişimlerinin ciddiyetinde sapmalar ve hedeflerine ulaşmada eksiklikler yaşanması şaşırtıcı değil. 169 alt hedefi içeren 17 temel Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi ile ilgili en son Birleşmiş Milletler performans raporu, bunların sadece yüzde 12'sinin doğru yolda olduğunu, yüzde 50'sinin hedefin gerisinde kalınmasına yol açan büyük veya küçük gecikmeler yaşadığını, geri kalan hedeflere gelince; Eylül 2015'te onaylandıklarında oldukları noktadan da geriye gittiklerini gösteriyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin (IPCC) bilimsel raporları, son zamanlarda, küresel ısınmanın sonuçlarından kaçınmak için 2030 yılına kadar zararlı emisyonları yüzde 45 oranında azaltmak yerine daha da arttırdığımız konusunda bizi uyarmaya devam ediyor. Hem de iklime en çok zarar veren ülkelerin liderlerinin vaatlerine ve 1,5 santigrat derecelik sıcaklık artışı çıtasının aşılmamasının önemi hakkındaki konuşmalarına rağmen. Kaldı ki dünya, henüz bu çıtaya ulaşmamış ve sadece 1,1 santigrat ısınmışken hem yaşamları hem de geçim kaynaklarını tehdit eden benzeri görülmemiş sıcak hava dalgaları, orman yangınları, seller, kuraklıklar ve çölleşme gibi sorunlarla boğuşuyor.
Uluslararası düzeyde gerekli olan şey, finansman, teknoloji alanında iş birliği, hükümetlerin, şirketlerin ve bireylerin zararlı davranışlarını değiştirmek için bağlayıcı düzenleyici kurallar koymaya yönelik taahhütleri uygulamaktı. Ama bunun tam tersini görüyoruz. Gelişmiş ülkelerin çoğu yeşil girişimler, iklim değişikliğiyle mücadele ve dijital dönüşümü destekleme adı altında yeni önlemler alıyor. Gelişmekte olan ülkeler bundan zarar görse bile, bu önlemlerin uygulanması, korumacılık ve ticaret savaşları anılarını geri getirecek. Bir önceki yazıda da belirttiğim gibi, bu girişimler kamu ve özel kuruluşlar ile araştırma ve geliştirme ajansları arasındaki ortaklıklarda büyük fonlarla besleniyor. Zengin ülkelerdeki devlet müdahalesinin, projelerin kamulaştırılmasına ve devlet bürokrasi tarafından yönetilmesine, kendisi için tüm harcananlara rağmen sonu içi boş ağaç kütükleri gibi olan hesapsız maceralar için kaynakların harcanmasına dayanan eski ve başarısızlığı kanıtlanmış kalıplara dönüş olmadığı unutulmamalı.
Gelişmekte olan ülkelerin hükümetleri, bu yeni düzenlemeler kapsamında kendilerine cömert yardımların yapılacağını varsayıyorlarsa, asıl cömertlik, onların bu iyi niyetli varsayımlarıdır. Daha önce yerine getirilmemiş bir taahhüdün yerine getirilmesini gerçekten beklememizi gerektirecek ne oldu? Her yıl gelişmiş ülkelerin milli gelirlerinin en az yüzde 0,7'si oranında yapılacağı söylenen uluslararası yardım vaadinden ne kadarı gerçekleşti? Peki, ya iklim değişikliğiyle mücadele için yapılacak 100 milyar dolar yardımın ne kadarı yapıldı? Yahut yaşanan doğal afetlerle birlikte verilen dağınık insani yardım taahhütleri ne oldu? Gelişmiş ülkeler uluslararası kalkınma kurumlarının finansman açıklarını kapatacağına inanıyorlarsa, yeni vizyonunu, çalışma yöntemlerini ve kaynaklarını münakaşa eden bu kurumların ‘kalkınma yol haritasının’ bahşedebileceklerini sabırla beklemeye katlanmalılar.
Küreselleşmenin bu kritik gelişmeleri, özelliklerini gelecek makalede inceleyeceğimiz, kalkınmanın yerelleştirilmesine dayalı bir ilerleme yaklaşımı gerektiriyor.