Suudi Arabistan anı, tarihi bir an yaşayan tüm ülkelerde olduğu gibi, çıkarlara yeni bir bakış açısı ve yeni durumların ortaya çıkardığı fırsatlara da bir başka bakış açısı hazırlıyor. Örneğin Çin anı, Korona salgınında ve daha sonra Rusya-Ukrayna savaşında daha açık ve net bir şekilde ortaya çıktı. Bunun somut örneği, gayri safi yurt içi hasılasının ABD'ye yaklaşması ve hatta doların satın alma gücüne göre hesaplandığında onu aşması ile Çin’in kendi içinden geldi. Çin devleti küresel hesaplarda bir süper güce dönüştü, çünkü tüm dünyaya yetecek bir üretim kapasitesine, Batı ile teknoloji yarışına girebilecek bilimsel enerjiye sahip. Çin, Ukrayna savaşıyla vücut bulan çağdaş dünyanın bildiği en önemli krizde de kantarın topuzudur. Suudi Arabistan’ın durumu da bundan pek farklı değil, çünkü Suudi Arabistan ev sahipliği yaptığı İslami mekânlar nedeniyle gerçekten de lider bir ülkeydi. Dünyanın her ülkesinden hacılar bu mekânlara geliyor, ülkelerinde kalanlar da beş vakit namaz ve dua için Krallığın batısında yer alan Mekke’ye yöneliyorlar. Ama şu an, yaşanan Suudi Arabistan anı bunun da ötesinde. Bir önceki Suudi Arabistan anı Krallığın kuruluşuyla, topraklarından petrolün fışkırmasıyla, petrolü bir silah gibi kullanmasıyla, İslam Konferansı Örgütü’ne liderlik etmesiyle ve G20’ye katılmasıyla bağlantılı olabilir. Şimdiki anı ise bunların aksine, 20. yüzyılın tamamı boyunca Arap bölgesi ve Ortadoğu için değerli olan geniş bir radikal reform paketini hayata geçirmesiyle bağlantılı. Bu köşede ve başka yerlerde sıklıkla bahsettiğimiz reform modeli ve ulus-devlet, modernleşme ve dinsel yenilenme devleti, devletin modern hale gelmesi ve 21. yüzyılda dünya ülkeleri arasında süren büyük yarışa dahil olması için kadın ve genç yeteneklerin seferber edilmesiyle ilişkili.
Bu noktada an, ister bölgede ister dünyada bir role dönüşüyor. Krallığın, petrol piyasasındaki konumu nedeniyle bu özelliklerin bir kısmına sahip olduğu ve bu konumun onu arz ve talep ilişkilerini ve bunlar arasındaki dengeler ile fiyatları kontrol eden bir ülke haline getirdiği doğru. Ama 2030 Vizyonu ile başlayan Suudi Arabistan Rönesans’ı petrolden daha büyüktü, aslında Suudi Arabistan devletinin ona bağımlılığını durduracağı ya da azaltacağı için özünde petrole karşı bir devrimdi. Suudi Arabistan anının başlangıcının somutlaştığı 2015 yılında bölge ve dünya bir terörle mücadele dönemi yaşıyordu. Dünya teröristlerle nasıl mücadele edileceğini, gerekirse nasıl öldürüleceklerini çok iyi biliyordu. Ancak bilinmeyen şey yeni bir terörist neslin doğuşunun nasıl durdurulacağı idi. Bölgede terörle mücadele için ‘dini düşüncenin yenilenmesi’ çağrısı yaygındı, ancak Krallık bu konuda ağırlığını koyunca dini yenilenme yeni boyutlar kazandı. Bu boyutlar, günlük reform uygulamaları ve mümkün kıldıkları ile dikkat çekici bir cesaretle gerçekleşen radikal ve devrimci değişikliklerle desteklendi. Reform süreci, Suudi Arabistan'ın coğrafyasına ve demografik yapısına ilişkin algısını önceki aşamalara göre daha yüksek hale getirdi. Kızıldeniz Arap Körfezi'ne yakınlaştı, Yemen ise Şam sınırlarına bağlandı. Kısacası Krallığın ‘siyasi coğrafyası’ uzun bir ihtiyat döneminin ardından etkili olabilmesi için yeniden tanımlandı. Yemen, artık Suudi Arabistan’ın Arap Baharı olarak adlandırılan, Atlantik Okyanusu'ndan Arap Körfezi'ne kadar bölgenin tüm çevresini sarsan olay sırasında ve sonrasında yaşananlara baktığı tek pencere olmaktan çıktı.
Anın elbette sorumlulukları da var. Ocak 2021'deki el-Ula bildirisi, Katar ile anlaşmazlığın sona ermesinin, Türkiye ile kapıların açılması, İran'a pencere açılmasının yollarını döşedi. Bir yıldan kısa süre içinde üç büyük zirve düzenlendi; Arap-Amerikan, Arap-Çin ve ardından da Arap Zirvesi. Tüm bu zirvelerden önce her seferinde Suudi Arabistan ile ilgili taraflar arasında da zirveler yapıldı. Son olarak BRICS zirvesi Suudi Arabistan’a gruba katılma davetinde bulunduğunda, Krallık, pek çok ve karmaşık sorumlulukları olan ülkeler gibi, daveti incelerken acele etmemeye karar verdi. Olanlar olduğunda ve Sudan iç savaşı patlak verdiğinde, Riyad ve Cidde ya da her ikisi de çatışmaları durdurmak ve ateşkesi sağlamakla meşgul oldular. Bu belki de anın getirdiği sorumluluklarla birlikte yüklerinin de ortaya çıktığı bir zamandı.
Yeni gerçekliğinde Suudi Arabistan anının ifadeleri, güçlü bir şekilde Krallığın içinde meydana gelen iç değişimler tarafından yönlendiriliyor ve Filistin davası, İsrail davası gibi kronik sorunlar için dedikleri gibi, alışılmışın dışında çözümler gerektiriyor. Zira Filistin ve İsrail tarafları korkutucu ve dehşet verici tarihi hayaletler arasında yaşıyor. Tarihsel olarak Suudi Arabistan İnisiyatifi Arapların konuya yaklaşımının pratik rehberiydi. Ancak reform perspektifi artık başka sinyaller ve mesajlar dayattı ve Suudi Arabistan ulusal güvenliğiyle ilgili öncelikleri gündeme getirdi. Amerikan diplomasisi ve Amerikan medyası Suudi Arabistan’ın rolünü gündeme getirmekten asla vazgeçmedi. Nitekim ABD merkezli The Wall Street Journal gazetesi, ‘Kore deneyiminden’ ve Güney Kore'nin ABD ile ilişkilerinden türetilmiş eksiksiz bir anlaşmanın çerçevesini sunduğu bir haber yayınladı. Ancak resmi Amerikan kaynakları böyle bir anlaşmanın varlığını yalanladı. Gazeteye gelince, sessizliğini bozmaması geri adım attığı anlamına geliyor. Ne var ki kaderleri belirleyen en hassas tarihi meseleler bu tür maceralarla çözülemez. Tüm tarihi anlar gibi Suudi Arabistan anı da sanıldığından daha karmaşık olabilecek kararlar alma zamanı geldiğinde, gözlemcilerini şaşırtmaktan vazgeçmeyecek. Gerçek şu ki, Filistin tarihi boyunca bölündüğünden daha fazla bölünmüş durumda. İsrail de aynı radikal selefi köktendinci kılıç ile bölünüyor. Ama belki de mutluluğun zavallılar için değil, alışılmadık yollarda korkusuzca yürüyen cesurlar için olduğu tepenin ardına bakılmalı. Orada an, zaman ile sabırla baş edebilecek kadar derindir.