Sadece Aydınlanma dönemi ya da modernizm etkisiyle “geçmişte” değil, bugün de o dönemin ürünü laikliğe kurtarıcı mit ve dinlere/İslam’a karşı “panzehir” muamelesi yapıldığı malum.
Laikliğin ne olduğunu tartışmayacağım zira zaten mevzu laikliğin tanımı değil, laikliğin siyasallaşması.
Laikliğin aslında nört bir kavram olması gerekiyor; her inanca eşit mesafede, bir inancı baz alarak gayrı eşit bir yönetim olmasın, dünyada insan merkezli, “adil, ideal” bir yönetim biçimi olsun isteği. Haşa, Yaratan işimize karışmasın, dinler burnunu dünyamıza sokmasın.
Tabi laikliği var etmek için önce bir inançları, dinleri öcü gibi göstermek gerekiyor. İnançlar öyle kötü ve çatışmacı ki, inançları hayatımızdan çekip aldığımızda artık bir sorun kalmayacak, bu sorunsuzluk da laiklikle mümkün.
Buna inanıldı mı, evet.
Doğrudan İslam ya da Müslümanları hedef almak biraz ırkçı, biraz fobik, biraz ayıp kaçacağı için, iyi bir formülle hedefin İslam, Müslümanlar değil İslam’ın siyasal yönü olduğu vurgulandı.
Buna da inanıldı mı, evet.
“Müslümanlar demokrasi gurusu, sıfır hatalı, hep suç bu Batı’nın” gibi bir ezbere gerek yok çünkü öyle bir şey yok. İslam’ı siyasallaştıranlar var, siyasallaştırarak dine zarar verenler var, kusurlu, hatalı Müslümanlar var, gayrı adil, gayrı demokratik, hürriyet karşıtı Müslümanlar da var.
Bunlar da birer gerçek mi, evet.
Ancak, İslam’ın siyalaşması tümden onu hedef alma, engelleme, yasaklama, tehdit ilan etme hakkını kimseye vermiyor. Dahası, böyle bir durumda laikliğin bir bariyer ve yegane ihtiyaç olduğu da doğru değil zira “siyasallaşan İslam” ve laiklik, birbirinin muadili değil. Çünkü laiklik de siyasallaşabiliyor, araçsallaştırılabiliyor, ırkçılık, ayrımcılık, İslamofobi ve İslam karşıtlığı için pek ala kullanılabiliyor. Dolayısıyla, “laiklik zaten siyasal bir şey, bu yazar ne anlatıyor” gibi bir itirazı baştan reddediyorum zira bahsettiğim laiklik değil, laikliğin siyasallaşması ve laiklik siyasallaştığında, tarafgirlik içeren, her inanca eşit mesafede olmayan, hak ve hürriyetler konusunda kısıtlayıcı olan, giyim kuşam konusunda dahi belirleyici olacak kadar diktatör, kadın haklarını ihlal edecek kadar geri kalmış bir şey haline geliyor. Tanıdık geldi sanırım, tüm bunlar İslam için söylenerek, “kamusal alan” diye bir alan uydurularak İslam’ı hayatın içinden çıkarmak için kullanılmıştı. Demek ki neymiş, laiklik de siyasallaştığında aynı şey olabiliyormuş.
Aksini iddia edecekler için laikliğin mucidi, uygulayıcısı, sürdürülebilir hale getiricisi Fransa’ya bakabilir.
Geçtiğimiz haftalarda Fransa’daki abaya yasağını yazmıştım.
Abaya, kadınların giydiği boyundan ayak bileğine kadar bedeni örten, vücut hatlarını belli etmeyen, tarif etmeye de gerek olmayan bir elbise, sadece bir elbise. Tesettürsüz kadınların da kimono adıyla giydiği, hatta mayo üzerine dahi giyilebilen, sadece tek bir zümreye ait olmayan, hiçbir dini mesaj içermeyen bir elbise. Ama bu elbise Fransa tipi laiklik siyasallaşınca “dini” bir şey oluyor ve laikliği korumak için yasaklanıyor.
Akıl alır gibi mi, hiç sanmam.
Tabi Fransa’nın siyasallaşan laikliği sadece abayayı sorun görmüyor, yer ve duruma göre tesettür mayosu, başörtüsü de siyasallaşmış bu tip bir laiklik için tehlike oluşturabiliyor. Şimdi olduğu gibi, düne kadar sorun olmayan abaya, bugün birden laikliği tehdit edecek bir şey olabiliyor.
Serbestiyet sitesi yazarı Yunus Emre Erdölen de, Fransa’daki abaya yasağını köşesinde yazmış. Fransa siyasi ortamını ele alarak. Doğru bir noktayı vurguluyor; Fransa’da radikal sağın lideri Marine Le Pen, “radikal İslamcı saldırıların” ardından oylarını arttırdıkça, Le Pen’e kayacak oyları engellemek için İslam ile alakalı “bazı şeyleri” yasaklamak gerekiyordu.
İşte yasaklar tam olarak bu noktada devreye giriyor, laikliğin gerekliliği bahanesi ile laiklik siyasallaştırılıyor ve olması gerekenin tam aksi, yani hürriyet alanı açıcı değil, hürriyet alanı daraltan ve yasakçılık üzerine bina edilen, otoriter bir şey haline geliyor. Halen ikna olmayanlar varsa, Macron’un okullarda görevliler vasıtasıyla abaya kontrolü yapılabileceği vaatlerine göz atabilir.
Erdölen, yazısında şöyle bir ifade de kullanıyor; “300 öğrencinin Fransa’da okula abaya ile gitmesi, başörtülü bir velinin çocuğunun okul gezisine diğer anneler gibi eşlik etmesi, halk plajında bir kadının haşemasıyla denize girmesi, “liberal” bir partinin seçim afişinde başörtülü bir kadının olması 234 yıllık Fransız laikliğini yıkmayacak, yıkamaz da.
Fakat onlarca ekonomik ve sosyal sorun karşısında, işi gücü bırakıp lise öğrencilerinin elbiselerinin kol uzunluğunu ölçen bir devlet, korktuğu radikal İslam’ı yarattığı öfkeyle büyütecek, Müslüman vatandaşlarını kendi elleriyle itecek, uzaklaştıracak.”
Fransa, Macron döneminde “Fransız İslam’ı” icat edebilecek kadar ileri gitti, laiklik vurgusu, Müslümanların Avrupa değerleri ile barıştırılması gibi tabansız sözler edildi. Tümden suç sayılmasa da asimilasyonun Fransızcası olan bu “dönüştürme” eylemleri, güya Müslümanlardan gelecek olası bir şiddeti önleme gayesi taşıyordu. Ancak böyle bir istek olduğu şüpheli zira Fransa’daki yasaklar, İslam’ın da tasvip etmediği, haram kıldığı radikalizmi, İslam kaynaklı değil, Fransa kaynaklı destekliyor. Ve Fransa’nın bir ihtiyaç olarak önerdiği laiklik de şu durumda sorun çözücü değil sorun üretici bir mekanizma haline geliyor.
Siyasal İslam ya da İslam’ın siyasallaşması üzerine elbette konuşulacak, bu konuşmaların hepsi İslam karşıtlığı içermiyor. Ancak aynı zamanda her kavramın siyasallaşabileceğini de hesaba katmak gerekiyor. Yıllarca laikliği siyasallaştırarak, “İslam yasaklanmalı” diyemediği için, Müslümanların kafasını “siyasallaşan İslam yasaklanmalı” ezberiyle şişirenlerin, önerdikleri kurtuluş formülü laikliğin de siyasallaştığında ne hale geldiğini bir zahmet görmeleri gerekiyor. Ve bunu görebilmek için, binlerce kadının eğitim alma, çalışma, çocuğunu okul gezisine götürme gibi en temel haklarının, kıyafet kontrolü yapan zorbalarca denetlenmesine gerek yok.