Eski düzende güç, üç boyutlu karmaşık bir satranç oyununa benzeyen bir tarzda dağıtılmıştı. Üstteki satranç tahtasında büyük oranda tek kutuplu askerî gücü görüyorduk ki ABD bunda üstünlüğünü sürdürdü. Ortadaki satranç tahtasında on yıldan fazla bir süre boyunca çok kutuplu ekonomik güç belirleyici oldu; ana oyuncular da özellikle ABD, Avrupa, Japonya ve Çin’in yanı sıra önemleri giderek artan başka ülkelerdi. Alttaki satranç tahtası ise ulusal sınırları aşan ilişkilerin alanıydı; bu alan elektronik olarak para aktaran bankacılar, silah ticareti yapan teröristler, siber güvenliği tehdit eden bilgisayar korsanları gibi devlet dışı aktörleri, salgın hastalıklar türünden zorlukları, iklim değişikliğini, Rus Wagner grubu ya da Güney Sahra Afrika’daki darbeciler gibi bazı askerî aktörleri içeriyordu. Bu sonuncusu en nüfuzlu ve en çok varlık gösteren tahta haline gelerek, her zamankinden daha belirsiz ve karmaşık sayılan yeni dünya düzeni üzerinde etkili oldu.
Gelin birlikte değerlendirelim:
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron birkaç gün önce, Nijer askerî cuntayla iki ay süren çatışmanın ardından Fransa’nın Nijer Büyükelçisi’nin ‘birkaç saat içerisinde’ Fransa’ya döneceğini, Fransız güçlerinin de yıl sonuna kadar bu ülkeden ayrılacağını duyurdu.
Bundan birkaç gün önce (Fransa’nın doğusunun merkezinde yer alan) Semur-en-Auxois bölgesine gerçekleştirdiği ziyaret esnasında da Nijer’de hükümetin başına geçen cuntanın ülkesinin büyükelçisini ve diplomatlarını büyükelçilikte ‘rehin tuttuğunu’ açıklamıştı. Fransa Cumhurbaşkanı o zaman geçtiğimiz 26 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Muhammed Bazoum’u deviren askerlerin ‘diplomatları yemekten menettiğini ve büyükelçinin de asker tayınıyla beslendiğini’ söyledi. Büyükelçinin Paris’e dönme ihtimalinin ne olduğu sorulduğunda ise Macron şöyle dedi: “Cumhurbaşkanı Bazoum’la anlaşacağımız şeyi yapacağım. Çünkü o, meşru iktidarın sahibi ve ben her gün kendisiyle konuşuyorum.”
Bu ne demek? Nijer’de bin 500 Fransız asker varken ve bu varlık, stratejik ve hatta Afrika’da Fransa ve onun güvenlik ve diplomatik saygınlığı açısından hayati bir meseleyken Fransız güçleri, Nijer’de darbecilere ne diplomatik ne de askerî açıdan karşı koyabildi. Üstelik oradaki büyükelçisine ‘sivil’ yemeği bile temin edemedi.
Fransa’nın iki yıl önce Mali’de başına gelenleri de unutmuyoruz. O zaman da tüm güçlerini ülkeden çekmek zorunda kalmış ve ne Fransa ne de uluslararası toplum Mali’deki askerî cuntayı paralı Wagner askerlerinin yardımına başvurmaktan alıkoymak ya da iktidarı sivillere iade etmek için gerekli baskı ve yaptırımları uygulayabilmişti. ABD artık bölgeyle pek ilgilenmiyor. Fransa da oradaki varlığı uluslararası destek çerçevesinde olsun diye başından beri uluslararası ya da Avrupai bir politika benimsemedi… Bölgedeki tüm uluslararası tepkiler için belirleyici etkenin, en alttaki satranç tahtasına mensup aktörlerden yana duyulan ‘korku’ ve onlara dair önleyici ve gerçek bilginin eksikliği olduğunu da unutmayalım.
Bu korku sürekli artıyor. Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu’nu (ECOWAS), darbeyi sona erdirip tutuklu Cumhurbaşkanı Muhammed Bazoum’u görevine geri döndürmek için Nijer’e askerî müdahalede bulunmaktan alıkoyan şey de bu.
Bu aktörler hakkında stratejik ve gerçek bilginin olmayışı da Fransa gibi ülkelerin bugün Nijer, Mali ve Sahil bölgesi gibi çeşitli yerlerde stratejilerinin başarısızlığıyla yüzleşmesine neden oldu. Bu ülkelerdeki iç siyasi değişiklikler (Mali’deki askerî darbenin ardından Burkina Faso ve Nijer’deki askerî darbeler), Fransa’nın aklına gelebilecek şeyler değildi ki en başından bunlar üzerine uzun vadeli stratejiler kursun. Üstelik G5 Sahil ülkeleri (Mali, Nijer, Burkina Faso, Çad ve Moritanya) son askerî darbelerden sonra kendisine güvenilir bir stratejik birlik teşkil edemez. Fransa oradaki birkaç yıllık askerî varlığının ardından bölgede kendisine karşı rüzgârların bedelini de ödüyor.
Uluslararası ortamın özellikleri değişti ve yazar Bertrand Badie’nin yazılarında açıkladığı ‘gücün zayıflığı’ teorisi temsil edilmeye başladı. Badie, iki kelimeyle özetlediği ‘gücün zayıflığı’ teorisini, Emile Durkheim ve Hugo Grotius’un teorilerine dayanarak geliştirdi. Ona göre karmaşık uluslararası ortamdaki aktörlerin artmasıyla birlikte geleneksel klasik manasıyla güç, birçok anlamını yitirdi. Ben de diyorum ki eski manasıyla gücün artık hiçbir anlamı yok. Zira siber saldırılar ya da görülmeyen ve kaynağı belirsiz viral silahların yayılması şeklinde tezahür eden savaşlar, yaş veya kuru ne varsa ortadan kaldırmaya yetiyor… Ayrıca ABD gibi bazı güçlü ülkeler, artık o eski ekonomik, askerî ve koruyucu nüfuza sahip değil. Asya ülkeleri ekonomilerinin ve diğerlerinin yükselmesi, küresel mali kriz sahasının genişlemesi, küresel ticari rekabet, küresel suçun artması, hizmetlerin küreselleşmesi, dünyanın birçok bölgesinde ‘düzensiz’ askerî aktörlerin ve paralı askerlerin sayısının artması, uluslararası ilişkilerde bireylerin rolünün büyümesi, yani alttaki satranç tahtasında yer alan aktörlerin rolünün artması ile birlikte artık iki kutupluluk ya da tek kutupluluk eski anlamını taşımıyor.
Bu yeni dünya düzeninde başarılı olmak isteyen taraf, mevcut ve gelecekteki uluslararası güvenlik ortamına objektif bakmayı ve bu ortamdaki sürekliliğin ve değişimin sonuçlarını gelecek çıkarlarının büyümesini temin edecek şekilde önceden değerlendirmeyi mümkün kılan akıllı stratejik gözlüklere sahip olmalı. Ben ve diğerleri geleceğin tam olarak öngörülemeyeceğini söylüyoruz. Ama bununla birlikte ben, geleceğe etki edilebileceğine ve stratejik çıkarları gerçekleştiren sonuçlara ulaştırmak üzere şekillendirilebileceğine kuşkusuz inanıyorum. Çin ve Rusya gibi ülkelerin Afrika’da uygulamaya başladığı kural bu.
Fransa gibi ülkelerse bunu anlamadı ve kendilerini satranç oyununun dışında ve özellikleri değişkenlik, tedirginlik, karmaşıklık ve belirsizlik dörtlüsüne dayalı bir dünyada buldu.