İsrail’in siyasi, askeri ve güvenlik kurumunun şu anda olup bitenlerden nasıl bir sonuç çıkaracağını sormak için henüz çok erken. Hamas’ın ne sonuca varacağını sormak için de henüz çok erken.
İsrail kurumu yaşananları, Hamas ve Gazze'ye, İsrail ordusunun imajına ve caydırma kabiliyetine verdikleri zarara eşdeğer bir bedel ödeterek aşılması gereken korkunç bir gerileme olarak mı görüyor?
İhmalkarlardan hesap sormak ve bir sonraki savaşa hazırlanmakla mı meşgul olacak?
Bu soruların cevabı için uzun süre devam etmesi halinde, öncelikle, mevcut sahasında alevlerini kontrol etmenin zor olacağı ve şu ana kadar tanık olunandan çok daha vahşi olaylara sahne olacak olan savaşın sonunu beklememiz gerekiyor. Öte yandan Hamas bu savaştan sonra ne sonuca varacak?
Savaş ve gelecekteki savaşlara hazırlık dışında hiçbir çözümün olmadığı kanaati pekişecek mi?
Peki, bu durumda Batı Şeria ve mevcut çatışma sahneleri nedeniyle yaşadığı kaynama ne olacak? Kül altındaki çatışma korlarının hızla ısınarak savaşın genişleme olasılığına dair uyarıda bulunduğu Lübnan-İsrail sınırı için ne diyebiliriz?
Rusya'nın burada kapsamlı bir savaş çıkmasını önlemek amacıyla uyguladığı göreceli kontrole rağmen, Lübnan-Suriye sınırında durum ne olacak? Mevcut savaşın gerçekleştiği bölgesel çerçeve hakkında ne söylenebilir? Peki, ABD'den İran'a kadar her iki tarafın müttefikleri ne olacak?
Yaşananlar İsrail ile Gazze Şeridi arasındaki savaştan daha büyük. İsrailliler ile Filistinliler arasındaki uzun ve şiddetli çatışmada bir dönüm noktası. Bu sahnelerin eşi benzeri görülmemiş olduğunu söylemek abartı olmaz. El-Kassam Tugayları”nın İsrail'e karadan, denizden ve havadan saldırması basit bir şey değil. Keza İsrail ordusunun yaşadığı telaş ve şaşkınlık da basit değil. Ölü, yaralı ve esir alınanlar dahil olmak üzere bu kadar kayıp yaşaması basit bir şey değil. Savaşa eşdeğer olan bu operasyonun uzun süren hazırlıklarının İsrail istihbaratının herhangi bir bilgiye ulaşamadan gerçekleşmesi hiç de basit değil. İsrail ordusunun kuşattığına ve sakinlerinin nefeslerini bile sayabildiğine inandığı Gazze'den bahsediyoruz.
Sahneler gerçekten eşi benzeri görülmemiş. Hamas savaşçılarının Gazze çevresindeki İsrailli yerleşim yerlerine girmesi, burada yaşayanların bir kısmını alıkoyması ve bir kısmını da Gazze'ye götürmesi basit bir şey değil. Kassam Tugayları”nın İsrail'e binlerce roket ve bomba yağdırması da hiç basit değil. İlk günün savaşı her şeyden önce bir imaj savaşıydı. İsrail ordusu gedikleri kapatmak için acil bir müdahale organize edemedi. Bizzat Binyamin Netanyahu tarafından savaşta olduğunu itiraf etmek ve yedek birlikleri göreve çağırmak zorunda kaldı.
Ortadoğu halklarının hafızası uzun ve acı çatışmaların hafızasıdır. Filistin-İsrail çatışması da listenin başında yer almaktadır. Bu çatışmanın uzun bölümleri ağır bir derstir; çatışmayı savaşla sonuçlandırmak imkansızdır. Keza uzlaşma yoluyla çözülmesi de neredeyse imkansızdır. 1967'de İsrail ordusu açık bir zafer elde etti. Arap ordularını bozguna uğrattı ve daha fazla toprak işgal etti. Ama savaşın sonucu, kaybedenleri teslim olmaya itmedi. 1973'teki tepkileri sert oldu. İsrail Süveyş Kanalı’nı geçme operasyonu karşısında şaşkınlığa uğradı, ancak ABD'nin desteği Arap tarafının kazanmasını engelledi. Ne var ki savaşın şoku da İsrail'i çatışmanın merkezindeki barış seçeneğini benimsemeye itemedi. Mısır'ı çatışmanın askeri tarafının dışında bırakacak kadar barışı kabul etti. İsrail, Mısır'ın bunun dışında kalmasının savaşların sonu ve davanın zamanla erimesi anlamına geldiğini zannetti.
Yetmişli yıllarda Beyrut Filistin davasının başkenti oldu. Lübnan-İsrail sınırındaki çatışmalar sıcak mesajlar veriyordu. Filistinliler haklarına bağlılıklarını vurguluyor, İsrail de buna Filistinlilerin davalarını hatırlatma hakkını dahi silmeye çalışarak karşılık veriyordu. 1982'de İsrail, Filistin Kurtuluş Örgütü'nü Arap-İsrail temas hattındaki son mevzisinden de çıkarmayı aklına koydu. İsrail ordusu Lübnan'ı işgal etti, Beyrut'u kuşattı ve örgüt güçlerini Lübnan'dan çekilmeye zorladı. O dönemde İsrail, davanın sembolleriyle birlikte sürgünde zayıflayacağına inandı.
Tarafsız gözlemciler, İsrail'in çatışmayı savaş döngüsünü durduracak bir çözüme doğru yönlendirmek konusunda büyük fırsatlar kaçırdığına inanıyor. Oslo Anlaşmaları sonucunda Yaser Arafat'ın Beyaz Saray bahçesinde İzak Rabin’in elini sıkmasının temsil ettiği fırsatı kaçırdı. Bu, her biri kendi çevresinde tam bir meşruiyete sahip olan iki savaşçının el sıkışmasıydı. İsrail, Arafat'ın siyasi ve askeri meşruiyetinin, keza Filistin, Arap ve İslam dünyasındaki meşruiyetinin önemini yanlış değerlendirdi. Filistinlilerin kendi topraklarının bir kısmı üzerinde kurulacak bir devlette yaşamayı kabul etmelerinin önemini hafife aldı. Ariel Şaron, Arafat'ın etrafındaki "boykot" duvarlarının yıkılmasının Filistinlilerin kendi devletlerine dair hayallerini yok edeceğini hayal ediyordu.
Yine İsrail, 2002 yılında Beyrut'ta düzenlenen Arap Zirvesi'nde açıklanan Arap Barış Girişimi'nin sunduğu fırsatı kaçırdı. Oysa girişim, İsrail devleti ile yan yana, onunla birlikte yaşayan bir Filistin devletinin kurulmasını garanti edecek şekilde, çatışmayı bitirmeye yönelik gösterilen zorlu çabaların ürünüydü.
İsrail'in güçlü ve üstün olduğu duygusu, birçok fırsatı kaçırmasına neden oldu. 11 Eylül saldırıları ve Irak'ın işgali sonrası dünyasının, çatışmanın, Filistin özünü hesaba katmayan bir oldu bittiyi empoze etmek için altın bir fırsatı temsil ettiğini varsaydı. Filistinlilere umut pencerelerini kapattı ve davranışları, müzakere yoluyla bir çözüme bel bağlayan ılımlı kampın zayıflamasına katkıda bulundu. İsrail toplumu giderek sağa kaydı. Mevcut Netanyahu hükümeti, kompozisyonunda duyguları kışkırtmayı günlük bir politika haline getiren sembollerle iktidara geldi. Bugün şahit olduklarımız bunun sonucudur.
Savaşın kıvılcımları birden fazla yöne sıçrama tehlikesi taşıyor. Yıkımı ve savaşı genişletmek, ilk günün sahnelerini silmeyecek. Karşı tarafa sarsıntılar yaşatmak ilk günkü sarsıntının verdiği dersleri ortadan kaldırmayacak. İsrail görmeyi beklemediği bir şey gördü. Bu çatışma ancak ders alınarak söndürülebilir. İlk ders de Filistinlilerin bağımsız devlet hakkını tanımaktır. Diğer tüm seçenekler, büyük ekonomik kayıpların yanı sıra, özellikle siviller arasında büyük kayıplara yol açacak olan, daha korkunç bir savaşa hazırlanmak demektir. Silahlar sustuğunda, savaşanların ne sonuca varacağı sorusu hâlâ cevaplanmayı bekliyor.
Derinlemesine inceleme yapmadan ve zor, hatta acı verici kararlar almadan bu uzun süreli çatışmayı bitirmek mümkün değildir. Filistin devleti bölgede istikrarın ilk anahtarıdır ve kurulmadığı takdirde şu anda tanık olduklarımızın daha fazlasına tanık olacağız.