Pek çok üst düzey görevde bulunan tecrübeli bir kişiyle yaptığım ve odak noktası sistemin bir parçası haline gelmiş ancak onun dışında faaliyet gösteren siyasi güçler olan ilginç bir tartışma, beni bu satırları yazmaya itti.
Lübnan, kuruluşundan bu yana, ortak paydası meşru ulusal devletten kopuş olan büyük krizlere tanık oldu. Bu krizler, 1958 yılında Arap birliğini destekleyen Nasırcı akımlar ile cumhurbaşkanı Kamil Şamun arasında yaşanan olaylarla başladı. Kamil Şamun Süveyş Krizi sırasında Mısır'a saldıran Batılı ülkelerle diplomatik ilişkilerini kesmeyi reddetmiş ve Abdunnasır'ın Arap dünyasına tehdit olarak gördüğü Bağdat Paktı’na yaklaşmıştı. Onun bu tavrı, meşruiyetten ilk kopuş olan silahlı bir Müslüman isyanına yol açtı. Bunun üzerine Şamun ABD’den yardım istedi ve bu da Fuat Şahap’ın cumhurbaşkanlığı makamına yükselmesinin önünü açtı.
İkinci durak, 1967'de İsrail'e karşı yaşanan büyük yenilgi, Filistin direnişinin doğuşu ve Lübnan'ın 1969 Kahire Anlaşması'nı imzalamasıydı. Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Lübnan siyasi yaşamı üzerindeki etkisi, Sünni ve solcuların açık desteğiyle arttı. Ülke, Filistinlilerle yaşanan silahlı çatışmalardan kaynaklanan karmaşaya, hükümet krizlerine ve kitlesel gösterilere sahne oldu. O dönemde Fakahani bölgesinde Filistin devleti olarak bilinen bir tür oluşum ortaya çıktı ve bu, "devlet içinde devlet" labirentinin yollarını döşedi. Lübnan, liderleri değişse de bu labirentin acısını uzun süredir çekiyor.
Üçüncü durak, Filistin nüfuzunun artması ve 1975'te ülkeyi iki parçaya bölen iç savaşın patlak vermesinin bir sonucu olarak yaşandı. Bu parçalardan ilki Hristiyan partiler ve milisler tarafından kontrol ediliyordu ve kendi ordusu, idaresi ve maliyesi olmuştu. İkincisi ise Filistin Kurtuluş Örgütü ile o dönemde “ulusal güçler” olarak bilinen solcu ve İslamcı parti ve güçlerin kontrolündeydi. Devlet içinde devlet tohumu birinci tarafta zaten mevcutken, Beşir Cemayel olgusunun ortaya çıkması ve Hristiyan silahını birleştirme bahanesiyle diğer Hristiyan tarafları dışlaması ile ikinci tarafta da güçlendi. O dönemde yaşananlar, Lübnan siyasi sisteminden kopmaya ya da onu devirmeye yönelik neredeyse ilk girişimdi. Ancak Cemayel çok geçmeden rotasını değiştirdi ve 10 bin 452 kilometrelik alanın, yani Lübnan'ın tamamının özgürleştirilmesini talep ederek sistemin saflarına geri döndü. Cumhurbaşkanlığı için yarıştı ve 1982'deki İsrail işgalinden sonra yarışı kazandı.
Dördüncü durakta, görev süresi sona eren Cumhurbaşkanı Emin Cemayel tarafından başbakan olarak atanan General Mişel Avn'ın darbesi yaşandı. Avn sisteme karşı çıktı ve Lübnan Temsilciler Meclisi'ni feshetti. O dönemde Avn, geniş başlıklara ancak belirsiz içerik ve hedeflere sahip popüler bir olgu oluşturdu. Taif Anlaşması’nı ve görevi seçilmiş cumhurbaşkanı René Muavvad'a devretmeyi reddederek rejime karşı darbesini sürdürdü. Avn olgusu Suriye-Amerikan uzlaşmasıyla aşıldı. Suriye güçleri Hristiyan bölgelerine girerek Savunma Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na kadar ilerledi. Bundan sonra Suriye rejimi, 2005 yılına kadar ülke üzerinde kendi hegemonyasını ve kontrolünü sağlamak için Taif Anlaşması’nı bir kılıf olarak kullandı.
Beşir Cemayel ve Mişel Avn olguları sisteme karşı çıkmaya yönelik ilk gerçek girişimlerdi. İlki bu girişiminden tamamen vazgeçti. İkincisi ise uluslararası-bölgesel uzlaşma ve Lübnan'ın Suriye'ye devredilmesi nedeniyle başarısız oldu.
Beşinci durak, halihazırda yaşadığımız durak ve en tehlikelisi olarak kabul ediliyor. Çünkü sisteme karşı çıkan, harici-dahili bir taraf. Dışlanma ve yoksunluktan muzdarip bir Lübnan ortamından doğduğunu söyleyen bir anlatıyı benimsiyor. Ancak onun asıl ebeveyni, devrimi ihraç etme adı verilen bölgesel yayılmacı projesini uygulamak için kendisini yaratan İran. Dolayısıyla bu taraf, Lübnanlıların çoğunun umutlarıyla çelişen, Lübnan dışı emelleri olan bir Lübnanlı taraftı. Hizbullah, 1992 yılında genel seçimlere katılıp12 sandalye kazanarak siyasi hayata atıldı. Daha sonra 2005 yılından bu yana Taif Anlaşması devletine yönelik itirazından geri adım atıp, birbirini takip eden tüm hükümetlere katılarak siyasi varlığını güçlendirdi. Ama aynı zamanda hem sistemin içinde hem de dışında kalabilme yöntemlerini geliştirdi. Bu nedenle Hizbullah, Lübnan'daki zayıf ve etkisiz yönetim sistemi üzerindeki kontrolünü sürdürmek amacıyla reform konusunda ciddi bir girişimde bulunmayı her zaman reddetti.
Gerçeği söylemek gerekirse, diğer siyasi taraflar da siyasi reform konusunda ciddi değildi, ancak ikisi arasındaki fark çok önemlidir. Hizbullah sistemi ideolojik nedenlerle istismar ederken, diğerleri sistemi dar kişisel çıkarları için istismar ediyorlar. Hizbullah, yasadışı silahının rolünü Lübnan’ı özgürleştirmeden koruma ve savunmaya kadar genişletip, sürdürülebilir ve bitmeyen bir işlev kazandırarak devlet yapısı içine yerleştirdi. Böylece Hizbullah aşırı askeri gücünü koruma ve savunma kapsamına aldı, Lübnanlılığının arkasına gizlendi ve ülkenin asli bir bileşenin temsilini tekeline aldı. Mezhepsel uzlaşmayı istismar etti. Kendisi ile birlikte Hristiyan-Sünni dengesini kurmaya çalışan başbakan Refik Hariri'nin fiziksel olarak ortadan kaldırılmasından yararlandı. Bundan sonra Özgür Yurtsever Hareketi ile olan anlaşması sayesinde bir Hristiyan kalkanına sahip oldu. Bir dizi darbeyle tüm devlet kurumlarının (cumhurbaşkanlığı, parlamento ve hükümet) kontrolünü ele geçirdi. Yargı, güvenlik kurumları ve ordu gibi tam olarak hakimiyet kuramadığı kurumları ise zayıflattı veya marjinalleştirdi. Böylece devlet içinde devletçik olarak anılmaya başlandı.
Hizbullah'ın Lübnan sisteminden koparak elde ettiği en büyük başarı toplumu daha mezhepçi hale getirmek oldu. Hristiyanlar kendi kabuklarına döndüler ve bugün aralarında federasyon ve belki de bölünme yoluyla sistemden ayrılma çağrıları artıyor. Devlet ve kurumlarıyla özdeşleşmiş Sünnileri bir mezhep haline getirdi. Şiileri kaçırıp Velayet-i Fakih devletinin bir parçası haline getirdi.
2011'den sonra Hizbullah, bölgesel çatışmalara müdahale ederek, dünyanın her yerindeki istihbarat faaliyetlerini güçlendirip devletin bölünmüşlüğünü ve başarısızlığını daha da artırarak, devletin resmi dış politikasından ve yüksek çıkarlarından geriye kalanları da bir kenara itti. Son mali ve ekonomik krizden yararlanarak devletin ağlarına paralel, dahası kapasite ve organizasyon açısından üstün, ekonomik, mali, sosyal ve sağlık ağları kurdu. Bütün bunlar onun varlığını devlet içinde devletten sistemine katıldığı ve onu zayıflatmak için kuşattığı ama onun dışında çalıştığı devlet dışında bir devlete dönüştürdü.
Çözümü zor ikilem, hakim tarafın lehine olan sistem kurallarında yatıyor. İç taraflar da Hizbullah’ın bölgesel eksenlerle bağlantıları, meşru silahlı güç ile partilerin sahip olduğu gayrı meşru güçleri aşan silahlı gücü nedeniyle kendisine direniş gösteremiyorlar.
Geriye kalan ancak zor olan çözüm, çeşitli siyasi bileşenleri Lübnan kimliği ve Lübnan'ın bölgesel ve uluslararası rolüne ilişkin ortak kanaatlere ulaştıracak çözümlere erişmektir. O zaman siyasi sistem denildiği gibi bir yaz rüyasına benzeyen teknik bir soruna dönüşür.