Öncelikle, İsrail'in Gazze'deki savaşının, İsrail'in 2005 yazında Gazze Şeridi'nden çekilmesi ve Hamas'ın Gazze Şeridi'ni kontrol etmesinden bu yana uyguladığı savaş stratejisi bağlamında yer aldığı unutulmamalı. Gazze, İsrail ile 2006'da başlayan, şiddet dereceleri ve zaman dilimleri bakımından farklılık gösteren, halihazırda süren savaşın sonuncusu olduğu 9 savaşa sahne oldu. Gazze Şeridi'nde tırmanan bu son savaş sırasında 3 binden fazla vatandaş öldürüldü. İsrail'in bu suçla ilgili sorumluluğundan kurtulmaya ve 250'den fazla kayıp veren Filistin tarafına mal etmeye çalıştığı el-Ehli Baptist Hastanesi'nin bombalanması, sistematik katliam politikasının kapsamına giriyor.
Söz konusu sistematik politika halkını göç ettirerek Gazze’yi boşaltmayı amaçlayan bir politika.
İsrail stratejisi, pratikte Gazze Şeridi'ni kademeli olarak boşaltılmayı öngörüyor ve bunun ilk adımı da kuzeyden güneye doğru bir iç göç.
İsrail’in bu planının ikinci adımı ise, sürekli gerilim ve yanmış toprak politikası yoluyla Gazze halkını Mısır ile sınırı geçmeye zorlamaya bahis oynuyor.
İsrail'in Gazze'yi doğrudan ve dolaylı olarak kontrol etmeye yönelik stratejik hedeflerine hizmet eden başka bir zorla göç ettirme krizi yaratmasını önlemek için Kahire bu bağlamda açık ve kararlı bir tutum gösterdi.
Gazze’nin boşaltılması, popüler bir Filistin kuluçka merkezinin yokluğunda Hamas’ı hedef almayı ve ondan daha hızlı ve iyi bir şekilde kurtulmayı kolaylaştıracak. Halkının elbette kesin olmayan dönüşünü de İsrail'in konsept ve koşullarına göre güvenliğin sağlanmasına bağlayacak. Bu da İsrailli yetkililerin tekrarladığı gibi, Tel Aviv’in bir örgüt olarak Hamas hareketini, onun askeri ve savaş kapasitesini ortadan kaldırmaya yönelik stratejik hedefine ulaşmasını kolaylaştıracak.
Gelgelim bu imkânsızdan da öte bir şey çünkü güçleri, işgal altında yaşayan Filistinlileri kendi saflarına çekme ya da sempati duymalarını sağlama becerileri değişen diğer Filistinli hareketler gibi, Hamas da – kendisi şu anda Filistin sahnesindeki en güçlü örgüt- Filistin halkının durumunun doğal bir parçasını oluşturuyor.
İsrail'deki aşırı dinci sağ hükümetinin benimsediği yeni İsrail projesine karşı da benzer bir korku duyuluyor. Zira bahsi geçen proje “Büyük İsrail Devleti”nin inşası açısından İsrail için daha önemli ikinci bir transferin (zorla göçün) hazırlıkları üzerinde çalışıyor.
Transfer her zaman radikal stratejik düşüncenin kalbinde yer aldı ve istediğini ve daha fazlasını iktidardaki mevcut hükümette ve “Ürdün Filistin'dir” başlığı altında buldu. Ürdün Filistin'dir (Tüm Filistinliler Ürdün’de yaşasın tüm Filistin bunun karşılığında İsrail’in olsun) başlığı altında savaşın bir sonraki aşamasında Filistin topraklarının ve halkının Yahudileştirilmesini kolaylaştırmayı amaçlayan bu transfer planına karşı Ürdünlü yetkililer bir kez daha uyarıyorlar.
1973 Arap-İsrail Savaşı’nın ya da Ekim Savaşı veya Kanalı Geçme Savaşı’nın ve İsrail'de çeşitli boyutlarda yarattığı şokun 50’inci yıldönümünde, Hamas’ın İsrail’in Gazze Şeridi sınırlarında oluşturduğu güvenlik duvarını delerek yerleşim yerlerine sızması İsrail’e ikinci bir geçiş şoku yaşattı.
İsrail bu şoku güvenlik, istihbarat ve askeri dahil olmak üzere her düzeyde yaşadı. Neden olduğu deprem, ülkenin bu tür tehlikeli ani şoklara maruz kalmayacak kadar müstahkem ve güçlü olduğu imajını zedeledi. İsrail'in Gazze Şeridi'nde uygulamaya çalıştığı zorla göç ettirme politikası, eğer başarılı olursa, İsrail Devleti'nin doğuşunun ardından yaşanan ilk Nekbe’den sonra Filistinliler için ikinci bir Nekbe teşkil edecek. Arzu edilen barışçıl çözümün iptalini ertelemek, aslında buna yönelik bir çaba. Bunun için de sivillerin Gazze'den çıkarılması halinde Hamas’a karşı kapsamlı bir savaş için İsrail'in ellerinin serbest bırakılması, Hamas üzerindeki kontrolünü yeniden sağlaması veya İsrail koşullarının çıtası altında İsrail ile tam iş birliği yapan bir otoritenin varlığının müzakere edilmesi isteniyor. Elbette bu politika, bu konuda ilgili taraf olan Mısır'ın reddeden ve kararlı tutumuyla karşılandı.
İsrail'in hastane saldırısının ardından, ABD ile Ürdün, Mısır, Filistin Otoritesi yani bu çatışmayla doğrudan ilgili taraflar arasında Amman'da yapılması planlanan ABD-Arap dörtlü zirvesinin iptal edilmesinin nedeni, Washington'un İsrail'in askeri eylemlerini mutlak bir şekilde destekleyen duruşunu sürdürmesiydi. Bazılarına göre Başkan Biden İsrail'i destekleyen, İsrail'in çatışmanın patlak vermesinin nedenleri ve gelişmeleri ile ilgili yorumunu benimseyen pozisyonlarını, ABD başkanlık seçimlerinde kazanmak için kullanıyor. Yani iptal edilen zirveden sanki şu ya da bu şekilde İsrail şartlarını kabul etmesi ve Filistin tarafına dayatması isteniyordu ki bu ne prensipte ne de pratikte Hamas'a empoze edilemeyecek bir şey.
İsrail, çıtası yüksek pozisyonlarının, dolayısıyla saldırganlığı durdurmak ve sahadaki statükoyu değiştirmek için içeride kullanacağı bir zafer elde etme ihtiyacının tutsağıdır.
İbrani devletinin, sahada Büyük İsrail’i kurma hedeflerine hizmet edecek temel dönüşümleri gerçekleştirmek için başvurduğu mutlak şiddet diplomasisine rağmen, kanaatleri ve uygulamalarıyla aşırı dinci sağın iktidarı altında, yüksek çıtalı İsrail seçeneklerinin gerçekleşmesi mümkün görünmüyor.
Bu seçenekler arasında şunlar sayılabilir:
Birincisi, sivillere ve savaşçılara en ağır kayıpları yaşatmak için “cezalandırıcı” bir savaşa başvurmak. İsrail bunu sahada kendi çıkarına yeni bir statüko yaratan manevi ve askeri bir zafer olarak sunulabileceğini düşünüyor. Bu, Gazze kumlarında boğulma korkusuyla Gazze Şeridi'nde üs kurmak yerine tekrarlanan kara saldırılarına ve ardından geri çekilmelere dayalı bir politika.
İkincisi, Gazze'ye girmeden çatışmaların boyutunu büyütüp küçülterek savaşı sürdürmek. Bu, uzun süreli olarak bilinen, her an alevlendirilebilecek veya geçici ve kırılgan bir şekilde kontrol altına alınabilecek bir tür savaşla karşı karşıya kalacağımız anlamına geliyor.
Üçüncüsü, İsrail ordusu ve güvenlik kurumu bir işgal operasyonunun her düzeydeki yüksek maliyetinin, bunun İsrail’in “Gazze kumlarında boğulmasına” yol açacağının ve Gazze topraklarındaki Hamas ve müttefiklerinden kurtulmasına olanak tanımayacağının farkında.
Dördüncüsü, sahada gerilimin devam etmesi ve tırmanması, işgal güçlerinin katliamlar gerçekleştirmesi Batı Şeria'da patlamaya yol açabilir. Bu yöndeki pek çok ve doğal göstergenin öne çıkmasının ardından bu patlamanın yaşanması son derece normal. Buna İsrail'deki Filistinliler arasında da bir intifadanın başlayabileceğini ekleyelim. Elbette bu intifada İsrail'deki yaşamlarını yöneten koşulların ve kısıtlamaların kendine özgü özellikleri nedeniyle Gazze Şeridi'nde yaşanan kadar güçlü ve sert olmayabilir.
Beşincisi, hedeflerine ulaşmayı engelleyen bu nesnel blokajlar ile birlikte İsrail uzatılabilecek ve şartlı geçici bir ateşkesi kabul ederek çıtasını düşürebilir. Uluslararası, bölgesel ve Arap gruptan üçüncü taraflar ve arabulucular, ateşkes üzerinde çalışma, uygulanması ve pekiştirilmesi için garantiler sağlama görevini üstlenebilir. Ama bu süreç kolay değil.
Altıncısı, göz ardı edilemez başka bir seçenekten duyulan korkudur. Söz konusu seçenek, çatışmaların ve şiddetin artması, dış tarafların üzerinde çalışması gereken çözüm ufkunun tıkanması, üçüncü tarafın durumu kontrol altına alma rolünde başarısız olmasıdır.
Bu durum, İsrail ile Hizbullah arasında karşılıklı caydırıcılık mesajları taşıyan sınırlı tırmandırmaya rağmen, savaşın kuzey sınırına (Lübnan-İsrail sınırına) doğru genişlemesine yol açabilir.
Ama yapılması gereken ve yeri, zamanı açık, bölgesel çıkarlar ve pozisyonlarla iç içe geçmiş mevcut savaşın, herkes için korkutucu bir bilinmeyene açık tırmandırmanın en önemli derslerinden biri, kapsamlı ve kalıcı barışa ulaşmak için müzakere sürecinin yeniden canlandırılmasını görüşmeye başlamaktır. Müzakere süreci şüphesiz bölgedeki çatışmalardan etkileniyor ve önünde birçok engel duruyor ama bir alternatifi de yok.