Gazze’deki İsrail çatışmasıyla birlikte iki gerçekle karşı karşıyayız. Birincisi Batılı rejimlerin insan hakları yalanı.
İkincisi ise bölgemizdeki direniş yalanı.
Batılı rejimler insan hakları diye diye kafamızı patlattı.
Batı bunu sporcuların hareketlerinde ve ticari anlaşmalar gibi şeylerde bile yaptı. Ama bakın işte Gazze, savaşa hayır deme hakkı olmayan savunmasız çocuklara ve kadınlara karşı merhametsiz, kayıtsız ve acımasız bir İsrail makinesinin ağırlığı altında eziliyor. Burada iki uluslararası konum öne çıkıyor ve bu tam anlamıyla ikiyüzlülüktür.
İsrail’in Gazze’ye karadan girdiği gece ABD yönetiminin ilk açıklaması İsrail’in önüne kırmızı çizgiler çekmedikleri yönünde oldu. Ruslar ise sanki Suriye ve Ukrayna’nın bombalanması uluslararası hukuka uygunmuş gibi, İsrail bombardımanının uluslararası hukuka aykırı olduğunu söylediler!
Dolayısıyla Batı’nın İsrail’i destekleyen tutumu ya da Rusya’nın reddedici tutumu yalanlarla ve ikiyüzlülükle doludur. Uluslararası hukukla hiçbir ilgisi yoktur. Bu, kendi hanelerine puan yazdırmak ve kendi amaçlarına hizmet etmekten öteye geçmemektedir. Bu sırada ise asıl kurbanlar sözde insan hakları ve en önemlisi insan hayatı oluyor.
Bölgemize gelince, tekrarlanan en büyük yalan direniştir. Bunu destekleyenlerin ve arkasında duranların başında İran, onunla ittifak yapıp yörüngesinde dönenler ve ondan destek alıp ona biat eden milisler geliyor.
Bu güçlerin misyonu vatanlarımızı ve ‘devlet’ kavramını yok etmektir. Bu mezhepçi bir projedir ve baş kurbanları azınlıklar ve bir bütün olarak bölge halkıdır. Bu projeye dahil olanların en kötüsü, direniş yalanı ile defalarca kandırılanlar ve direnişi “hiçbir ses savaşın sesinden daha yüksek çıkamaz” diyerek meşrulaştırmaya çalışanlardır.
7 Ekim’den bu yana tehdit ve uyarılarda bulunan İran Dışişleri Bakanı, şimdi de Gazze’ye yapılan kara işgalinin ardından İran’ın bölgedeki çatışmanın kapsamını genişletmek istemediğini ve “bölgedeki direniş güçlerinin kendi hesapları olduğunu ve kararlarını kendileri verdiklerini” söylüyor.
Ancak bunu söyleyen kişi, bir hafta önce, Husiler Mısır’ı iki insansız hava aracıyla (İHA) hedef aldıktan sonra ve Hizbullah tarafından ve İsrail tepkisinin Hizbullah düşmanlarına daha fazla işkence olması için Lübnan’daki Hristiyan ve Sünni bölgelerden gelen ‘zevahiri kurtarma’ çekişmelerinin ortasında, bölgede “parmakların tetikte olduğunu” söylemişti.
Dolayısıyla bugün ve her zaman bölgemizde öğrenilen ders şu ki, İran ve hiçbir milis sorunlarımızla ilgilenmiyor ve Filistin, Arap devletini parçalama projelerini desteklemek ve mümkün kılmak için sadece bir bahanedir. Hepimizin devletlerimizi koruması ve milislere karşı çıkması gerekiyor.
Arap ülkesinin durumu ne kadar kötü olursa olsun bunu yapmalıyız. Zira Kur’an-ı Kerim sayfaları mızrakların ucuna takılıp “Hüküm ancak Allah’ındır” denildiğinde Ali bin Ebi Talib (r.a) “iyi veya kötü olsun bir yönetici” olması gerektiğini söylemişti. Yani işlerin kaos noktasına varmaması için iyi veya kötü bir devlet olmalıdır.
İsrail Gazze’ye saldırırken şimdi Hamas’ı nasıl eleştiririz denildiğinde, Muaviye bin Ebu Süfyan’ın, “Onu biz öldürmedik, onu buraya getirenler öldürdü” şeklindeki sözünü de hatırlamamız gerekiyor. Hamas ve aynı şekilde Lübnan Hizbullahı, defalarca kez, sonuçlarını düşünmedikleri savaşları başlatan ve insanları yıkıma sürükleyenlerdir.
Bu nedenle Araplar devletlerini korumalı, İran’a ve milislerine her yerde karşı çıkmalıyız.
Batı’ya da Gazze’de, ondan önce de Suriye ve Irak’ta insan hakları yalanını bize gösterenlerin kendileri olduğunu hatırlatıyoruz.