Mustafa Fahs
TT

Avrupa ve Filistin: Hatayı daha büyük bir hatayla telafi etmek

27 ülkeden oluşan bir kıta bloğu olarak Avrupa Birliği (AB), özellikle uluslararası politikaların belirlenmesindeki küresel rolünde ve hatta iç işlerinde tek tek veya toplu olarak bir gerileme yaşıyor. Ukrayna savaşı, ABD ile doğrudan ve yeniden bağlantı kurmanın bariz bir örneğiydi. Bu bağlantı, AB projesine ve benimsenen hedeflere sert eleştiriler yönelten Avrupalı seçkinlerin olumsuz bakış açısını pekiştirdi. Onlara göre siyasi düzeyde AB, Washington’la bağlantı kurmaksızın bireysel olarak küresel düzeyde etkili jeopolitik ve jeostratejik bir kıtasal araca dönüşmeyi başaramadı. Askerî düzeyde ise AB ülkeleri, ABD olmadan Avrupa’nın kitlesel güvenliğini temin edemedi. Ukrayna savaşı ise AB’nin uluslararası herhangi bir çatışmada belirleyici askerî güç olamadığını ispatladı.

Filistin meselesinden, Avrupa’nın Yahudi meselesinde düştüğü hatadan ve Filistinlilerle toprakları konusunda işlediği daha büyük hatadan hareketle Gazze savaşı, elit aklın hatalarını daha büyük hatalarla giderme konusunda halen ısrarcı olduğunu gösterdi. Bazılarının Hamas’ın eylemiyle ilgili tutumları bir yana, Gazze savaşındaki bu açık radikal eylemi, bir bakıma bunun güçlü konumun göstergesi değil, aksine zayıflığın ve sınırlı eylemin bir sonucu olduğunu ve bu zayıflığın üstünlük taslayan radikal tutumlarla maskelendiğini kanıtlıyor. Bu, Avrupalı Batı modelinin battığı ve küresel etkinin dünyanın başka bölgelerine taşındığı yönündeki kanaati de güçlendiriyor.

Gazze’den bakınca Avrupa, Washington ve Tel Aviv için yalnızca bir destek bölgesi ve ekonomik güç olarak göründü. Yani hiç de politikalarında bağımsız olan ve çözümler veya krizlerden çıkış yolu dayatabilecek birleşik bir güç değildi. Gazze savaşı, Avrupa’daki çatlağın boyutunu ve tutumlardaki uyumsuzluğu gözler önüne serdi. Bu durumun birçok nedeni var ama en başta her bir Avrupa ülkesinin antisetizmle ilişkisi ve sömürgeci geçmişi konusundaki tarihî mirası, ayrıca radikal sağın yükselişi ve Yahudi düşmanlığının yerini mutlak İslam düşmanlığının alması geliyor. Bu keskin iç farklılıklar, birleşik bir Avrupalı tutumun sergilenmesine engel oldu ve Almanya’nın eski bakanı Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in Tel Aviv ziyareti esnasında sergilediği tavırlara ve Netanyahu hükümetine mutlak desteğine karşı sert eleştirilere yol açtı. O kadar ki bu durum muhaliflerini, onun tüm Avrupa adına değil, şahsı adına konuştuğunu söylemeye sevk etti. Komisyondaki 842 yetkili tarafından Leyen’e suçlama yöneltilen şu ifadelerin yer aldığı ortak bir mektup hazırlandı: “Kuruluşumuzun son birkaç gündür Gazze Şeridi’nde devam eden sivil katliamına karşı gösterdiği bariz kayıtsızlıkta AB değerlerini görmüyoruz.”

Bu mektup, dış politika yetkilisi eski İspanyol Bakan Josep Borrell’in ve bir dereceye kadar da Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri solcu Portekizli siyasetçi Antonio Guterres’in tutumuyla örtüşüyor.

Pratikte AB’nin bölünmüşlüğü ortadaydı. Nitekim eski Doğu Bloğu ülkeleri, Yahudi karşıtlığını bırakıp ABD ve İsrail ile bütünleşmeye girişti. Etki sahibi Avrupa ülkeleri ise İspanya düzeyinde Akdeniz farklılığını ve uyumunu sürdürürken İtalyan sağı, düşmanlıklarının mahiyetinde bir değişiklikle birlikte yine sorunlu faşist mirasına başvurdu. Avrupalı Batı’nın gücünü yükselten kıta üçgenine (Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık) gelince… Almanya’nın kendi sorunları var ve bir suçluluk kompleksi yaşıyor. Bölgenin detaylarına vâkıf olan Birleşik Krallık ise başbakanıyla birlikte Hintli bir göçmenin en yüksek idari makama gelmesine izin veren çoğulcu anlayıştan vazgeçti. Bununla birlikte Sunak’ın çıkmazı, ideolojik mirasını, yani Hint milliyetçiliği ile İslam arasındaki ilişki krizini Birleşik Krallık’a taşımış olmasıdır. Bu miras, Birleşik Krallık’ın çoğulcu karakterinden ziyade, İsrail’in tutumunu destekleyen Hintli Başbakan’ın tutumu ve Netanyahu’yla olan kişisel ilişkisi ile daha uyumlu gibi.

Avrupa’nın tarih ve medeniyet çevresiyle (Akdeniz Havzası) olan krizinin önemli bir kısmı gün yüzüne çıktı. Zira Avrupa, otuz yıl önceki Barselona Zirvesi’nden bu yana Akdeniz Avrupa’sında bölgesel düzeyde cazip bir alternatif olmayı başaramadı. Bu ortak alanı Gazze’yle ve Gazze halkıyla paylaştığı için de bazı siyasi liderlerinin tutumları, ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin tutumlarından daha radikaldi. Bu ortak Akdeniz bölgesinde Avrupa, düşünür Fernand Braudel’in bölgeni kuzeyi ile güneyi arasında ortak tarihî miras ve medeni temalar adına sunduğu ne varsa terk etti. Ve Avrupalı değerleri esas alan evrensel değerleri savunan sesleri, ötekini suçlama ve şeytanlaştırmadan tutun ifade özgürlüğünü engellemeye kadar çeşitli yöntemlere başvurarak korkutma yoluna girdi.