İsrail Gazze Şeridi’ne yönelik savaşında, bu savaşın sonrasında olacakları umursamıyormuş gibi hareket ediyor. Bu, sanki sonsuza dek sürecek bir savaş. Bu savaştan sonra Filistinlilerle, Arap komşularıyla ve hatta dış dünyayla ilişkilerinin ne hale geleceği onun için önemli değil.
İsrail’deki mevcut liderler söylediklerine ya da yaptıklarına pek önem vermiyorlar. Ne Filistinliler hakkındaki ırkçı söylemlerden ve Filistinlilere nükleer bomba atma tehdidinden ötürü bir utanç duyuyorlar, ne de evlerin çatılarının tüm fertleriyle birlikte ailelerin başına yıkılması onların vicdanını harekete geçiriyor. Kimse şunu sormuyor: Hayatta kalanlarla birlikte gelecekte nasıl yaşayacağız? Babalarına ve dedelerine karşı tekrarlamaktan yorulmadığımız kıyımlar hakkında çocuklarına ne diyeceğiz?
İsrail bu yaptıklarını umursamadığı gibi, Gazze’de cinayetlerin devam etmesini ve insan hakları hukukuyla savaş kurallarının her gün çiğnenmesini, hükümetler ve halklar düzeyinde kınayan Arap-İslam tutumlarını da umursamıyor. Hamas’ı eleştiren ve 7 Ekim’de gerçekleştirdiği saldırıyı haklı bulmayanlar bile şu an Gazze’de yaşlılara, kadınlara ve çocuklara yönelik cinayet ve toplu cezalandırma eylemlerini savunamıyor.
İsrailli liderler, sanki İsrail ordusunun Gazze’de yaptıklarını umursamamaları yeterince dehşet verici değilmiş gibi, Gazze Şeridi’nin zorlu koşulları ve dört bir yana yayılmış sefalet kamplarıyla şimdiki haline gelmesinin sorumluluğunu da üzerlerine almıyorlar. İsrail’de hiçbir vicdan sızlayıp da şunu sormuyor: Bu mülteciler nereden geldi? Onları yüzleştikleri bu rezil hayata kim itti? Evlerini kim yıktı ve Filistin’de yaşadıkları köylerinden onları kim göçe zorladı? Tarihin sayfalarını açmaya dönük her türlü teşebbüs, Netanyahu ve ortakları tarafından Yahudi karşıtlığıyla yaftalanıyor. 7 Ekim operasyonunun yok yere gerçekleşmediğini söyleyen Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri bile onların dillerinin zulmünden kurtulamadı.
Görünüşe bakılırsa İsrail ne öldürülen binlerce sivili umursuyor ne de sonrasında ayağa kalkmanın mümkün olmadığı geniş çaplı yıkımı. Bu cinayetlerin asıl hedefi, bir damla su ve bir parça ekmek dilenen zayıflara ve acizlere ya da doğum hastanelerinde onları hayatta tutacak asgari bakımdan bile mahrum kalarak zayıf düşen ve yiten bedenlerini tarif etmekte kelimelerin yetersiz kaldığı çocuklara güç mantığını ve güçten başka bir şeyin olmadığını empoze etmektir. Ama İsrail bunu da umursamıyor.
İsrail, sadece komşularının tutumlarını değil, aynı zamanda UNRWA, UNICEF, Dünya Sağlık Örgütü, İnsan Hakları Yüksek Komiserliği gibi uluslararası kuruluşların ve Gazze halkının sudan, ilaçtan ve yakıttan mahrum bırakılmasını savaş zamanlarında sivillerin haklarını gözeten insani kaidelere aykırı bir eylem olarak gören diğer kuruluşların eleştirilerini de önemsemiyor ve duymazdan geliyor.
İsrail’in uluslararası alandaki dostları bile artık onun yapıp ettiklerinden rahatsızlık duyuyor. Etkili isimler seslerini yükseltiyor. İsrail ordusunun Gazze’de yaptıklarını açık bir dille eleştiren Batılı hükümetlerin sayısı artıyor. “Çocuk cinayetlerine son verin… Sivil ölümleri artıyor… Savaş kurallarına ve uluslararası insan hakları hukukuna riayet edin… Gazze çocuk mezarlığına döndü…” ifadeleri dillendiriliyor. Bunlar, Hamas’ın 7 Ekim’de İsrailli sivillere karşı yaptıklarını kınamakta tereddüt etmeyen, ancak her akşam ekranları dolduran korkunç katliam görüntüleri karşısında İsrail’in saldırısını savunmaya artık devam edemeyen Batılı hükümet liderlerinin dilinden dökülen ifadeler. İspanya Başbakanı, ‘gözü kapalı katliama’ bir son verilmesini istedi. Kanada Başbakanı da keza. Fransa Cumhurbaşkanı, Hamas’a karşı uluslararası bir ittifak çağrısına erkenden kapılmasının ardından, şimdi tekrar savaşın durması ve sivillerin korunması çağrısında bulunuyor. İş o noktaya vardı ki Başkan Biden yönetimi, İsrail güçlerinin Gazze’deki sağlık kompleksi Şifa Hastanesi’ne yönelik saldırılarını onaylamadığını duyurdu. Dışişleri Bakanı Blinken da Gazze’deki sivil ölümlerinin kabul edilemez rakamlara ulaştığını itiraf etti.
İsrail, Gazze’ye karşı savaşının ilk günlerinde gördüğü sempatiyi, kendisine karşı çok sayıda başkentte görülen bir kampanyaya ve büyük şehirlerin sokaklarında İsrail ordusunun bu savaşta işlediği suçları kınayan yürüyüşlere dönüştürmeyi başardı. İsrailli liderler ise buna karşılık olarak ordularının dünyadaki ordular arasında en ahlaklı ordu olduğunu, Gazze’deki sivillerin ölümünden sivilleri ‘rehin’ haline getiren Hamas’ın sorumlu olduğunu ve İsrail’in de onu kökünden koparmaya ant içmiş düşmanlar karşısında varlığını savunmak zorunda olduğunu söylemekten başka bir yanıt bulamıyorlar.
İsrail’in anlatısının sorunu şu ki, bu anlatı aldatmacalarla dolu hale geldi, görmek ve duymak isteyenler için maske düştü. İsrail ordusu, Gazze’deki eylemlerini nefsi müdafaa bahanesiyle meşrulaştıramaz. Çünkü bu tür savunma, sivilleri katletmek ve onları evlerinden göç ettirmek için bir savaşa başvurarak olmaz. Hamas’ın Gazze halkını ‘rehin’ haline getirdiği iddiası da artık inandırıcı değil. Zira İsrail’in bombaladığı yerlerin çoğunun, Hamas militanlarının bulunmadığı sivil noktalar olduğu ortaya çıktı.
İsrail’i kökünden koparmak isteyen ‘düşmanlar’ iddiasına gelince… Gazze halkının göç ettirilmesi yönündeki son çağrılar gösterdi ki ortaya sürülen şey, Filistinlilerin topraklarından koparılmasıdır, aksi değil. Araplar, barış ve İsrail’in bölgedeki varlığının tanınması için peş peşe girişimlerde bulunarak İsrail’in iddialarının geçersiz olduğunu kanıtladılar. İsrail’in özellikle Netanyahu liderliğinde bu girişimleri boşa çıkarmak için elinden geleni yapması da cabası.
Filistinliler arasında ve bölgede radikal eğilimlerle beslenen aşırılık yanlısı sesler var evet. Lakin İsrail barış çağrılarına yanıt verme teşebbüsünde bulunduğunda bu sesler kayboluyor. Ama İsrail, barışa katkı sağlamıyor ki! Aksine, Filistinlilere yönelik sürekli saldırılarda bulunma ve yerleşim faaliyetlerini artırma yoluyla tam tersini yapıyor. O kadar ki, yerleşimler artık Batı Şeria arazisinin yüzde 40’ını kapsar hale geldi.
İsrail liderleri arasındaki aklı başında insanların sorması gereken ‘ertesi gün’ soruları şunlar:
Bu katliamın ve yıkımın ardından ne olacak?
Hafızalara kazınan ve ekranlarda belgelenen bu gaddarlığın ardından ne olacak?
Bu kurbanların aileleri ile yan yana bölgede geleceğimiz nasıl olacak?