Mübarek Ramazan ayı başlamadan önce ateşkese ulaşılmaya yaklaşıldığı yönünde konuşmalar yayılırken İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, "Düşmanlarımıza karşı tam bir zafer kazanana kadar geri adım atmayacağız" demişti. Netanyahu herhangi bir ateşkesin geçici olması gerektiğinde ısrar ediyor. Hamas Sözcüsü Bessam Naim İstanbul’dan, "Bu bir hayal ürünü" diye karşılık veriyor. Diğer Hamas temsilcileri de haftalardır daha fazla rehinenin serbest bırakılmasından önce kalıcı bir ateşkes istediklerini açıkça belirtiyorlar.
Pozisyonlar birbiri ile uyumlu ve netler, Gazze savaşı ile ilgili temel bir soruyu gündeme getiriyorlar: Netanyahu İsrail'in başındayken ve Yahya Sinvar, Muhammed ed-Dayf ve diğer üst düzey Hamas liderleri hâlâ halkı kontrol ederken bir barış anlaşmasının imzalanması mümkün mü?
Bu pek mümkün görünmüyor. Çünkü Netanyahu'nun bir dizi siyasi sorunun üstesinden gelebilmesi için kesin bir zafere ihtiyacı var. Hükümeti içindeki Hamas'a taviz vermek istemeyen aşırı milliyetçilerin ihtiyaçlarını karşılaması gerekiyor. Eğer tavizlere evet derse Netanyahu sağ kanadı kaybedecek ve bu da teorik olarak hükümetinin düşmesi ile sonuçlanacak. Netanyahu hükümetteki aşırı sağcı ortaklarına zayıflık olarak görünecek hiçbir şey yapmamalı.
Hamas liderlerine gelince, bir ateşkes ve Filistin devleti vaadi elde edebileceklerini, çok sayıda Filistinlinin İsrail hapishanelerinden salıverilmesini sağlayabileceklerini göstermeleri gerekiyor. Elbette hayatlarını kurtarmak ve İsrail'in onlara suikast düzenlemeyeceğine dair garantili taahhütler de istiyorlar.
Netanyahu başta olduğu ve Gazze'deki Hamas liderleri de büyük ölçüde bu eğilimde oldukları sürece barış şansı zayıf. Netanyahu, Hamas askeri açıdan yok edilene kadar ateşkes olmayacağını söylüyor. Elbette Sinvar öldürülmedikçe veya üst düzey liderleri ile birlikte tutuklanmadıkça ve Hamas'ın silahları, özellikle de roketleri imha edilmedikçe ve tüneller ortadan kaldırılmadıkça bu gerçekleşmeyecek.
Netanyahu'nun başından beri sorunu, "tam zafer" sözü vermesiydi. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu, rehinelerin geri dönüşünü, Hamas'ın Gazze'de askeri ve siyasi bir güç olarak ortadan kaldırılmasını, uzun bir listede adları bulunan ve aralarında Muhammed Dayf ile Sinvar'ın da yer aldığı üst düzey liderlerinin öldürülmesini veya tutuklanmasını içeren açık ve sonu belirsiz bir oyun.
Savaşın bu hedeflerini gerçekleştirmenin zorluğunun yanı sıra Netanyahu, pek çok kişinin müzakereleri zorlaştırdığına inandığı uzun bir iç siyasi sorunlar listesiyle de karşı karşıya. Savaşın başlangıcından bu yana yapılan kamuoyu yoklamaları Netanyahu'nun pek sevilmeyen bir lider olduğunu gösterdi. Savaş başlamadan önce, uzun süredir devam eden bir dizi davada yolsuzluk suçlamaları ile yüzleşiyordu. Bu davalar sonuçlanıp suçlu bulunması halinde Netanyahu hapis cezası ile karşı karşıya kalabilir. Bütün bunlar Netanyahu'nun Gazze savaşında siyasi olarak bir tür "zafere" ihtiyacı olduğu anlamına geliyor. Koyduğu hedefler göz önüne alındığında bu yüksek profilli bir zafer.
Şimdi Netanyahu'nun başbakanlığı aşırı sağ koalisyon ortakları Otzma Yahudit (Yahudi Gücü) Partisi ve lideri Itamar Ben Gvir ile Dini Siyonizm Partisi ve lideri Bezalel Smotrich’e bağlı. Her ikisi de herhangi bir ateşkese karşı çıkıyor ve İsrail ordusundan Gazze'yi ele geçirip İsrail'e yeniden entegre etmesini talep ediyor. Bu, Netanyahu ve ondan sonra gelecek başkaları için Hamas'a veya dış müzakerecilere az da olsa boyun eğiyormuş gibi görünmeyi siyasi açıdan tehlikeli kılıyor. Netanyahu kamuoyu yoklamalarını okuyor ve savaşa ilişkin katı tutumunun halkın desteğini aldığına inanıyor.
İki hafta önce eski İsrail başbakanı Ehud Olmert, Netanyahu ve hükümetini İsrail'i Gazze Şeridi'nin ötesine uzanacak bir “topyekün savaşa” doğru itmekle suçlamıştı. Haaretz gazetesi tarafından yayınlanan bir podcast'te Olmert, Netanyahu'nun sağcı müttefiklerini bir savaş sonrasını, yani Batı Şeria'daki birçok Filistinliyi sınır dışı etmeyi mümkün kılacak bir felaketi planlayan "bir grup halüsinasyon görenler" olarak tanımladı.
Olmert ayrı bir makalesinde ise şunları söyledi: “Bu çetenin nihai hedefi Batı Şeria'yı Filistinli sakinlerinden 'temizlemek'. Tapınak Tepesi'ni ibadet eden Müslümanlardan temizlemek ve toprakları İsrail Devleti'ne katmak."
Elbette Gazze'deki Hamas liderleri tamamen farklı bir konumda:
Birincisi, “Gazze’nin yıkımından sonra halkının yerinden edilmesi de dahil olmak üzere” tüm fedakarlıklara rağmen Hamas, İsrail'i Ortadoğu'dan kovma ve Ürdün Nehri'nden Akdeniz'e kadar uzanan bir Filistin devleti kurma hedeflerine yaklaşmış değil. Ancak mevcut tüm liderler yarın sahneyi terk etseler bile “gerçek bir barış anlaşması” hâlâ çok uzakta.
Öngörülemeyen olaylar meydana gelmezse, şimdi, en muhtemel sonuç, işlerin 7 Ekim 2023 öncesindeki haline dönmesidir. Gazze'nin etrafının daha fazla tel örgülerle çevrilmesi ve Gazze halkının içinde kaynamasına izin verilmesi ile birlikte, çok da uzak olmayan bir geçmişe dönüş fikri İsrail hükümetinin büyük bir kısmını rahatlatıyor.
Öte yandan, işlerin Aksa Tufanı öncesindeki haline döneceğine inanmayanlar da var, zira bu durumda İsrailliler onlarca yıl kendilerini rahat hissetmeyecekler. Gazze'deki Filistinlilerin yerleştirilmesine ilişkin sürecin kararlaştırıldığına ve üzerinde anlaşmaya varıldığına inanıyorlar. Her halükarda Gazze sakinlerinin dönecekleri bir yer olmadığını, artık sorunun Gazze değil, Batı Şeria olduğunu söylüyorlar. İsrail, Batı Şeria'daki Filistinlileri komşu ülkelere sınır dışı etmeyi amaçlıyor. ABD, İsrail'in yaptıkları konusunda biraz temkinli davranıyor ama seçimlere aylar kala karar alma gücünden yoksun kalmış durumda. İsrail, günümüz dünyası ile çelişse bile ezici çoğunlukla saf bir Yahudi devleti istiyor ve ne Netanyahu ne de herhangi bir başbakan bu eğilimi durduramayacak. Ayrıca çetin ve kanlı olayların sonunda pek çok kişinin kıyımlardan kaçmak için Batı Şeria'dan ayrılacağını, Avrupa ve Arap ülkelerinin Filistinlilerin sığınacağı ülkelere maddi yardımda bulunacağını, İsrail’in Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs-Sahra'nın kutsallığını koruma sözü ile birlikte sınırlı oranda Batı Şeria sakininin kalmasına izin vermeyi kabul edeceğini de söylüyorlar. İran'a gelince, belirleyici bir rolü olmayacak ve tek arzusu, Husi kolunun ortadan kaldırılmasından sonra Lübnan'daki kolunun varlığını sürdürmek olacak.
Özetle, olan bitenin, Filistin halkını dağıtıp, sefil yaşam koşulları altında inleyen toplumlara entegre ederek Filistin meselesini bir kerede kesin olarak bitirmek olduğu ve böylece herkesin rahatlayacağı sonucuna ulaşıyorlar. Nihayetinde Netanyahu'nun kalması ya da gitmesi önemli değil, keza Hamas ve liderliğinin de, mesele bunun çok ötesine geçiyor çünkü yüz milyonlarca insanın geleceğini ve rejimlerinin yeniden yapılandırılmasını belirleyecek.