Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Dini ve stratejik diyalog krizleri

Merhum Kral Abdullah bin Abdulaziz'in 2007 yılında Dinler ve Kültürler Arası Diyalog Girişiminden bu yana diyalog fikirleri, projeleri, bildirileri ve açıklamaları onlarca konferans ve seminere sahne oldu. Araplar ile dini ve siyasi kurumları, radikalizm ve terörizm ile mücadelede iş birliği yapma, diğer dinler ve kültürlerle ortaklıklar kurma konusunda önemli bir taraf olmaya devam ettiler. Bu eğilim ve uygulamalar, özellikle Amman Mesajı (2004), Kral Abdullah Girişimi (2007), Dünya İslam Birliği'nin (Rabıta) Mekke-i Mükerreme Deklarasyonu (2019) gibi bireysel deklarasyonlar ile ortaklık duyuruları olmak üzere birçok taraf için dikkate değer sonuçlar doğurdu. Öte yandan Abu Dabi Barışı Teşvik Forumu'nun, en önemlileri Marakeş Belgesi (2016) ve Yeni Hılful Fudul (2019) olmak üzere çeşitli duyuruları oldu. Yoğun diyaloglar sonucunda ortaklık duyuruları, 4 Şubat 2019'da Abu Dabi'de, dönemin Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayed'in himayesinde Papa Francis ile el-Ezher Şeyhi arasında imzalanan İnsan Kardeşliği Belgesi ile zirve noktasına ulaştı. Belge, BM'de oylanarak uluslararası hale geldi.

Daha önce de belirtildiği gibi bu girişimler ile ilgili görüşler genel olarak olumlu iken, bugün sonuçları ve akıbetleri ile ilgili tahminler değişiklik gösteriyor. Korona salgını nedeniyle ivmesinin gerilediği, ancak salgının geçmesinden sonra eski ivmesini kazanamadığı söyleniyor. Nedeni de ya köktendinciliklere darbe indirilmesi, dolayısıyla artık bunlar ile mücadelenin aciliyetinin kalmaması, ya da dünya olaylarının ve uluslararası ilişkilerin, artık dinler arası nezaket ve saygının hiçbir işe yaramadığı farklı türde diyalogları gerektirmesidir. Ancak Batılı gözlemciler, iki tarafın veya tarafların bazı hoşnutsuzluklarına işaret ediyor. Terör tehditleri sayıları azalsa da devam ediyor. Radikaller arasındaki diyalogların etkisine dair bir kanıt yok, bunun yerine güvenlik yetkililerinin etkisine dair kanıt var. Batılılar ise göçmen sorunu gibi diyalog ile ele alınan ancak çözülemeyen tehlikeli dosyalara işaret ediyor. Bu diyalogdan geriye Papa Francis'in komşuluk ve konukseverlik haklarına saygı gösterilmesi yönündeki çağrıları dışında hiçbir şey kalmadı.

Arap ve İslami taraflar, Gazze'deki savaşa ilişkin dini tarafların bile son derece olumsuz tutumu olduğuna dikkat çekiyorlar. Bazılarının çatışmaların sona ermesi çağrısında bulunduğu doğru, ancak Batı'daki siyasi partilerin bile Filistin devletinin kurulması çağrısı konusunda sesleri daha yüksek çıkıyordu. Mescid-i Aksa'ya yapılan baskınları, Gazze ve Batı Şeria'da camilerin yıkılmasını hiçbir büyük Hıristiyan dini grup umursamadı. Tanınmış bir Alman araştırmacı şöyle diyor; elbette, özellikle Almanya ve ABD'de Yahudi meselesinin kendine has özellikleri var, ancak herkes razı olmasa da Arapların hiçbiri Hamas saldırısını kınamadı. Müslümanlar da dahil olmak üzere, dini liderlerin, dünya sorunlarına yönelik üzerinde hemfikre varmış gibi göründükleri ahlaki yaklaşım kırılmaya başladı. Buna karşılık Arap din adamları ve politikacılar Filistin meselesinde ahlaki ihanetin eski ve derin olduğunu, Filistinlilerin Gazze'den önce, sonra ve 1948'den bu yana yaptıkları ve yapmakta oldukları ile bir kıyaslamaya veya dengeye ulaşmanın mümkün olmadığını savunuyorlar.

Dinlerin mensupları arasında ahlaki uzlaşma fikrini ortaya atan Profesör Hans King (2021'de öldü), din-din uyumunun önemini abartmanın doğru olmadığını, ancak diyalogun devam etmesi gerektiğini, insanlar arasındaki zayıf ilişkilerin en büyük sorumluluğunun politikacılara ve uluslararası sisteme düştüğünü düşünüyordu. Bununla, ABD'de dinin siyasette kullanılmasını ve Myanmar ve Hindistan'da olduğu gibi iç siyasette din ile milliyetçiliğin birleştirilmesi eğilimini kastediyordu. Bir diğer boyut olan stratejiğe gelince, ne kendisinin dinin üzerinde ne de dinin onun  üzerinde etkisi bulunmuyor. Sadece Hans King değil, uluslararası ilişkilerle ilgilenen herkes dengesizliklere işaret ediyor; bir yanda Genel Kurul, Güvenlik Konseyi, komisyonlar ve kurumlar başta olmak üzere uluslararası kurumların kapasite ve kabiliyetlerindeki dengesizlikler, diğer yanda uluslararası ve bölgesel grup ve birliklerin daralmasından kaynaklanan diğer dengesizlikler var.

Diyalog ile ilgili bir diğer dengesizlik ise bölgesel ve uluslararası örgütlerde yaşanıyor. Hâlâ sık sık buluşuyorlar, sayıları arttı ama giderek içe kapanıyor ve çekiliyorlar. Her grup veya takım bir araya gelerek kendisini nasıl koruyacağını veya rakiplerine nasıl direneceğini düşünüyor. Bu nedenle geniş, sınırları aşan veya arabuluculuk yapmakla, kültür, ılımlılık ve arabuluculuk açısından gerçek diyalogla ilgilenen gruplar azaldı.

Dini diyalog ve sorunlara ahlaki yaklaşım, başlangıçta dindeki canlanma dalgası ve uluslararası sistemdeki aksaklıklar nedeniyle ortaya çıktı. Fundamentalizm patlak verdiğinde dini diyalog gerekli göründü. Ancak uluslararası ilişkilerdeki tökezlemeler arttı ve dini diyalog söylemini de etkiledi. Bu durumda umut nasıl ve niçin devam edecek? İnancın bir parçası olmadığı sürece devam etmeyecek mi? Evet, uzlaşmacı olmayan rasyonel düşüncelerin pek bir işe yaramadığı birikmiş zorlukların ortasında umut, inancın bir parçası. İnançla birlikte din de varlığını sürdürür, ancak siyasetin şiddete dönüşmesi gibi o da yeniden şiddete dönüşebilir!