Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Muhteşem Tokyo

1990'lı yıllardan beri Japonya'yı ziyaret ediyorum ve hâlâ çok fazla merak uyandırıyor. Japonya ile işlerini yönetmede, geleneklerinde ve kendilerine bakış açılarında Japonların bir benzeri ender bulunur. Japon kültürüne duyulan hayranlık, bu uzak ülkeyi ziyaret eden herkesin ortak özelliği. Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman da Japonya ve kültürüne özel bir takdir duyuyor. Erken dönemde burayı sık sık ziyaret etti ve Japon kültürel ürünleriyle ilgilenmeyi teşvik etti. Ondan önce belki de hiçbir lider Japonya ile bu kadar özel bir ilişki kurmamıştı.

Büyük Tokyo, 23 milyon nüfusu ile dünyanın en kalabalık şehri. Nüfusu Londra'nın iki katı, lakin Japonya'nın başkenti, trafik, yol ve insan akışı açısından New York, Ankara, Riyad ve diğer hiçbir yoğun nüfuslu başkente benzemiyor. O anlaşılması ve üzerinde çalışılması gereken bir durumdur. Çok katlı otoyollarda toplu taşıma en önemli ulaşım aracı. Tokyo'da her gün 8 milyon yolcu metro kullanırken yaklaşık 5 milyon araba bulunuyor. Trafik akışı konusunda benzersiz olmasının nedeni devasa yol ya da tren ağları değil. Asıl dikkat çeken ve şaşırtıcı olan, Japonların başka bir gezegenden gelen insanlar olduğunu düşündüren ve kimsenin kendileri ile boy ölçüşemeyeceği disiplinlilikleridir.

İngiltere, Japonya'yı hiçbir zaman sömürgeleştirmemiş olmasına rağmen, Japonların neden İngilizler gibi yolun sol şeridinden gittiklerini sorduğumda üç farklı cevap aldım. Birinci cevap, arabalar döneminden önce samurayların yolda yürüme geleneklerini bugüne dayattıkları şeklindeydi. Samuraylar, gerektiğinde kullanmak amacıyla kılıçlarını sağ ellerinde tuttukları için yolun solundan yürürlerdi. İkinci ve daha mantıklı açıklamaya göre 19. yüzyılın sonlarında ilk demiryolunu İngilizler inşa etmişti ve bu yolda trenler soldan gittikleri için bu, genel seyahat sistemi haline geldi. Üçüncü cevaba göre ise bunun nedeni 1924'te hükümetin sol taraftan yürünmesi hakkında çıkardığı bir yasadır. Burada yayalar bile buna uyuyor. Yayalarla dolu ünlü Shibuya ticari kavşağını düşünün, yeşil ışık her yandığında, bir kaos yaşanmadan dakikalar içinde 3 bin kişi, günde ise yaklaşık yarım milyon kişi karşıdan karşıya geçiyor!

Japonlar gelenek ve görenekleri ile gurur duyan bir halk olsalar da 19. yüzyılda Meiji döneminde geleneksel kıyafetleri olan kimonoyu bırakıp Batılı kıyafetler giydiklerini de unutmamak gerekir. Batılılaşma sadece giyimle sınırlı kalmadı; sanayi, kültür, eğitim, mimari ve askeri örgütlenmeyi de içerdi. Bu, Japonya'nın 20. yüzyılın başlarında küresel bir güç, Avrupalılar ve Amerikalılarla rekabet eden bir sanayi ülkesi olma kapasitesini hızlandırdı.

Coğrafya, bu ülkenin dünyadan izolasyonunda temel bir rol oynadı; bu nedenle Japonya, uzun tarihi boyunca hiçbir zaman yabancı bir imparatorluk tarafından tamamen fethedilmeyen eşsiz bir ülke. Dünyanın yarısından fazlasını kontrol eden Moğollar, iki kez Japonya'yı işgal etmeye çalıştılar ve başarısız oldular. Hollandalılar, Portekizliler, İspanyollar ve İngilizler de dahil olmak üzere Avrupalılar, 16. yüzyılda ticaret ve kültür yoluyla ülkeyi işgal ettiler ve bu, imparatoru korkuttuğu için ülkeyi bir asırdan fazla süre boyunca dünyadan izole etti. Daha sonra Amerikalılar geldi ve Japonlar, onlarla ticaret yapmayı kabul etmediler. O dönemde ilişkilerini yalnızca Çin, Kore ve Hollanda ile sınırlamışlardı. Amerikalılar 7 savaş gemisinden oluşan bir filo ile tekrar denediler ve Japonlar askeri baskı altında bir anlaşma imzalayarak, Amerikan gemilerinin ülkelerinde durup ihtiyaçlarını karşılamalarına izin verdi. Daha sonra Avrupalı ​​tüccarların Japon limanlarını kullanmalarına izin verildi. İmparator Meiji'nin hükümdarlığı sırasında, modern Avrupa endüstrisini ve Batı kültürünü ülkeye getiren büyük bir açılım yaşandı. Egemenlik, kimlik ve yerel kültüre dair uzun bir tartışmanın ardından geleneksel güçler bu değişimi engelleyemedi.

Japonya bir kez yenildi ve işgal edildi. O da Amerikalıların kendisine iki atom bombası atmalarının ardından Müttefiklere teslim olduğu İkinci Dünya Savaşı'nın sonundaydı. Ardından İmparator tanrısallığından vazgeçmeyi kabul etti ve Japonya 8 yıl boyunca Amerikan askeri yönetimi altına girdi. Ardından Japonya değişerek, Washington'un müttefiki oldu ve halihazırda savunma anlaşması kapsamında Japonya’da 50 bin Amerikan askeri personeli bulunuyor.