Hazım Sağıye
TT

Batılı modelin zayıflığı mı, yoksa Batılı olmayan modellerin eksikliği mi?

Bugün parlamenter ve liberal Batılı modeli çeşitli argümanlarla suçlayan birçok kişi var. Bu argümanlar arasında, dış politikalar, özellikle de Gazze savaşındaki taraflılık, son Fransa seçimlerinin sonuçları, Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönme olasılığı ve bazı ciddi ekonomik eşitsizlik olguları var. Eğer Joe Biden Batı'nın şu anki en önde gelen ve güçlü temsilcisiyse, o zaman Trump ile yaptığı son münazaranın da gösterdiği gibi performansı, temsil ettiği Batı'nın yetersizliğinin anlamlı bir fotoğrafı olmaya devam ediyor. Daha da ileri giderek ve haklı olarak, Batı’nın politikalarındaki zayıflık ve küresel etkideki azalma işaretlerinin kısmen de olsa Batı modelinin kendisinin zayıflığından ve çekiciliğinin azalmasından kaynaklandığına inananlar da var.

Burada görülmeyen şey, kesin delil olarak sunulan şu veya bu gerekçenin geçerliliğinin incelenmesinden bağımsız, söz konusu modelin en ciddi ve kompleks krizlerinden birini yaşadığıdır. Ancak bunun gibi bir açıklama, kurtuluş arayan herhangi birine kurtuluşu göstermekten çok, dünya koşullarının perişanlığını yansıtıyor. Bunu söylememizin nedeni, liberal demokrasiye duyulan coşku bir yana, dogmatik ya da duygusal bağlılık değil, bağlanılabilecek başka bir modelin olmayışıdır.

Dünyamız, 1917'de Rus Bolşevik Devrimi'nin patlak vermesiyle birlikte, her biri Batı modeline alternatif, kendini ondan üstün bir model olarak gösteren bir grup model tanıdı. Komünist rejimin Lenin'den bu yana, özellikle de Nikita Kruşçev ile birlikte ekonomik ve endüstriyel alanlarda, büyüme oranlarında Batı ile rekabet ve ona üstünlük konusunda ne kadar bahse girdiğini biliyoruz. Ancak birkaç Avrupa ülkesinden oluşan bir bloka dayatılan ve üçüncü dünyadaki askeri ve güvenlik aygıtları tarafından yönetilen ülkeler tarafından ithal edilen bu modelin ölümünü deklare etmek için yetmiş yıl yeterliydi. Şimdi birkaç izole, bunalımlı ve yoksul ülkede Sovyet modelinin hurda varlığı devam ediyor.

Faşist model ikinci meydan okumayı oluşturarak demokrasi, liberalizm, aydınlanma ve eşitlik gibi değerleri milletin ve halkın birliğinin ve ilham veren bir lider etrafında toplanmasının sapkın bir ihlali olarak değerlendirdi. Tarihin çöplüğünden ve onun en ilkel ve mantıksız fikirlerinden, orduları ve devletleriyle birlikte yok edilmesi çok büyük maliyetler taşıyan ve bir dünya savaşı gerektiren ırksal bir ideoloji yaratıldı.

Milliyetçilik ve sosyalizm karışımı bir bilinç izleyen bağımsız üçüncü dünya ülkeleri bir model ortaya koymakta başarısız olurken, Humeyni İranı böyle bir görevi üstlendi. Faşist deneyimler gibi “devrimi” Batı modelinin karşısına yerleştirdi ama aynı zamanda bu deneyimler gibi “devrimi” modernitenin icat ettiği devrimin anlamına aykırı bir eylem olarak sundu. Moderniteden önce "devrim" terimi, yıldızların hareketine ve gökcisimlerinin dönüşüne işaret ettiği için siyasi bir içeriğe sahip değildi; ancak daha sonra insan benliğine, tarih üreten ve değiştiren rolüne atıfta bulunmaya başladı. Faşizmin bu rolü insanlardan alıp liderin ve ırkın gözetimine bırakması gibi, Humeynicilik de tarihi, üzerinde hiçbir insan kontrolünün olmadığı mutlak aşkın güçlerin gözetimine bırakarak aynı şeyi yaptı. Sonunda İran modeli de, insanı hem bedenen hem de zihin olarak yoksullaştırma ve boyunduruk altına alma konusunda kayda değer bir deneyim üretti.

Komünizm sonrası Rusya, gücü küçük komşularını korkutan göreceli askeri güçle sınırlı kaldığından bir model haline gelemezken, komünist olmayan bir komünist olan Çin, Batılı mevkidaşı ile rekabet halinde olarak tanımlanan bir model inşa etmeyi başardı. Ancak büyük başarılara rağmen Çin hâlâ başarılı bir alternatif olmasını engelleyen en az üç büyük sorunla karşı karşıya.

İlk olarak siyaset ve hukuk ile ekonomi arasında mevcut bir çözülmenin altında inliyor. Teknoloji ve sanayideki devleşmesine, kültür ve imaj üretimindeki cücelik eşlik ediyor. Son olarak, yakın coğrafi çevresiyle (Filipinler, Avustralya, Vietnam...) gergin ilişkileri, küresel bir rol oynama gücünün çoğunu tüketiyor.

Batılı modeli benimseyen ülkelere mal edilen eksiklikler listesi Batılı olmayan modellere mal edilmiyor, çünkü bunlar zaten kendisinde mevcut değil, dolayısıyla Batılı olmayan modellerin, tamamen tek model oldukları için Batı'nın tabi olduğu katı hesap sormalardan muaf olduğunu söylememize gerek yok.

Diğer bir deyişle Batılı olmayan bir modelin olmayışı, Batılı modelin tökezlemesinin neden olduğu endişeden daha fazla endişe kaynağı gibi görünüyor. Bilindiği gibi aceleci yargılar yerinde olmayabilir. Son İngiltere seçimleri, söz konusu modelin geliştirilmesi karşısında tüm yolların kapalı olmadığını duyurmaya geldi. Öte yandan muzaffer sağ popülist hareketler, İtalya'da olduğu gibi, iktidar devir teslimi ilkesini koruyorlar. Demokrasi krizinin belki de en büyük ifadesi, demokrasinin evrenselliği ve Avrupa kökenli olmayan kitleleri özümsemeye hazır olma konusundaki gevşekliği meselesidir. Bu basit bir sorun değil çünkü demokrasiye daha güvenlikçi, daha dar bir tabana sahip, kasvetli bir görünüm kazandırıyor, onu gelişiminin daha erken, daha az liberal bir aşamasına geri döndürüyor, ancak bu, bugün pek çok kişinin bahsettiği ölümcül darbe olmayabilir.