ABD, 2001 yılındaki El Kaide saldırılarının ardından Afganistan ve Irak'a karşı savaş başlatarak iki devletin yapısını tahrip etti. Oysa amaç, iki ülkede devleti ve demokrasiyi yeniden inşa etmekti! Irak ve çevresindeki bu sarsıntıyı 2010-2011 yıllarında bir başka sarsıntı izledi. Bu kez de ABD'nin niyeti, demokrasiyi birçok Arap ülkesine yaymak ve tiranlık saltanatını ortadan kaldırmaktı! Uluslararası eğitimli sivil toplum güçlerinin etkisiyle birçok Arap ülkesinde kargaşa yayıldı ve siyasal İslam yükseldi. Söz konusu ülkelerin bazıları bugün halen parçalanmış durumda. Son beş yılda ulus devletlere karşı yürütülen savaş, Suriye, Libya, Yemen ve şimdi de Sudan'da olduğu gibi, bazen tek bir ülkenin çeşitli etki alanlarına bölünmesine yol açan uluslararası bölünme savaşıdır. Uluslararası etkiye, büyüyen milis olgusu eşlik etmektedir.
İdealistler şöyle diyecek: Ancak kopuşun dış nedenleri vardı, halk buna karşıydı ve ülkeler ABD emperyalizminin kurbanı oldu! Bu doğru değil. Çünkü Afganların büyük bir bölümü, (Irak'ta da olduğu gibi) Afganistan'a girdiklerinde Amerikalıların yanındaydı. Değişim hareketlerine açıkça müdahale etmediler ama oldukça etkiliydiler.
Ne zaman bir Arap ülkesinde huzursuzluk çıksa, Arap Birliği heyetler, misyonlar, arabuluculuk ve yardım teklifleriyle müdahale eder. Reform mümkün olmadığında ve kargaşa büyüdüğünde, Araplar uluslararası kararlara başvurdu ve Lübnan ile İsrail arasına uluslararası güçler girdi. Ancak uluslararası kararlar ve diğer sorunlu ülkelere gönderilen uluslararası elçiler işe yaramadığı gibi, Lübnan ve İsrail arasındaki sınır savaşını durdurmak için de uluslararası kararlar işe yaramadı!
Yirmi yıl içinde ulus devletlere karşı yürütülen üç savaştan neden bahsediyoruz? Çünkü mevcut bölünmelerle birlikte Güney ülkelerine yönelik tehlikeler üç nedenden dolayı artmıştır. Birincisi, büyük ve merkezi devletlerin Güney ülkelerine, özellikle de Arap dünyasına ve Afrika Sahel'ine doğrudan ya da vekaleten müdahale etme eğilimi. İkincisi, Batı'nın kendi içine kapanma eğilimi ve Doğu'nun, Rusya'nın ve Çin'in genişleme eğilimi. Üçüncüsü ise İslam adına, bazen Filistin bahanesiyle, bazen de Batı ile karşılıklı nefret nedeniyle yeni bir ajitasyon ve radikalleşme dalgası.
Henüz yeni bir geri çekilme ve yayılma olgusunun başlangıcındayız. Ancak geçmiş deneyimlerimizden, dışarıya saldıran ve sonra dönüp içeride sabotaj yapan isyanın anlamını ve etkilerini biliyoruz! Bazı araştırmacılar İran fenomenini genel dini dalganın bir parçası olarak anlamak istiyor. Bunun bir anlamı var. Ancak İran olgusu ikili bir fenomen, yani dini canlanma ve stratejik hırs ve açgözlülük içeriyor. İran devlet gücüne sahip olduğu için, Hamas, İslami Cihad ve şimdi Lübnan arenasında olduğu gibi, diğer dini hareketleri özümseyebilir ve onları kendi amaçları doğrultusunda kullanabilir.
Batı'nın geri çekilmesine ve Doğu'nun genişlemesine geri dönelim. Batı'nın geri çekilmesi ilk kez yirminci yüzyılda gerçekleşti. Bunun nedeni, yabancı ve İslam karşıtı saplantılara ve devletin işlevleri hakkında başka fikirlere sahip, yeni sosyal ve siyasi güçlerin ortaya çıkmasıdır. Devletin çekileceği ya da savaşa son vereceği bölgeler ve alanlar kırılgan olup, Doğu’nun İran'ın nüfuz alanındaki çıkarlarını arttırmaktadır. Suriye'de, Lübnan'da ve başka yerlerde durum budur. Obama döneminden beri Amerikalılar Ortadoğu'dan çekilme tehdidinde bulunuyorlar ve bu şu anda yakın görünmüyor. Ancak asimilasyon politikası, bu stratejik değişimin durmadığını gösteriyor. Avrupa'daki durum ise bu cephede daha net. Kırılgan ve parçalanmış devletler Batı'nın tahliyesinden zarar görüyor, çünkü Doğu ve İranlılar, Batı'nın yerini almak için büyük bir iştah duyuyor. Bu durum Gazze savaşı sona erdiğinde görünür hale gelecek. Diğer yandan Arap devletleri Suriye'yi yeniden özümsemek istiyor. Ancak Avrupalı ve Amerikalı Batı, henüz Suriye'nin yeniden canlanmasını istemiyor. Batı'nın sorunları, ağır askeri varlığına rağmen Yemen, Libya, Sudan ve Sahel'de katlanarak artıyor.
Bu, Batı ile Doğu arasında büyük bir stratejik değişimdir ve Afrika'da, Batı Asya'da ve başka yerlerde güçlü bir şekilde yansımaktadır. Dengelerdeki bu değişim istikrarı, devletin restorasyonunu ve dinin huzurunu desteklemiyor.
Sonuç olarak, Batılı ülkeler artık restorasyonla gerçekten ilgilenmiyor. Yeni İslamcı dalga ise otoritelerle aradaki uçurumu arttırıyor, aynı zamanda özgürleşme adına ve Batılı ülkelere düşmanlık adına silahlı hareketleri çoğaltıyor.