İki suikast (Tahran'da İsmail Heniyye ve Beyrut'un güney banliyösünde Fuad Şükür) Ortadoğu'nun kapılarını ardına kadar açtı. Onları ortadan kaldırmaya kim karar verdiyse, aslında bölgede 7 Ekim 2023'ten beri devam eden çatışmayı bir sona ya da karara doğru itmeye karar verdi. Bu karar (yani Netanyahu’nun kararı) artık Gazze Şeridi'ne açtığı savaşla bağlantılı olmaktan çıktı. Ya da Filistin davasını tasfiye etme girişimleriyle bir alakası kalmadı. Netanyahu daha ziyade, herkesi ya da her kesimi bir Filistin devletinin kurulacağı sonu reddeden bölgesel bir karara doğru itiyor. Ya da görece bir kazan-kazan denklemine, yani ayrılmaya ve yeni çatışma kurallarına doğru ilerlemeye yol açan bir çözüme de itiyor diyebiliriz. Bir karara varma, zafere ulaşma ya da yeni çatışma kurallarını dayatma yolunda iki taraf da kaçınılmaz olarak karşılık verme ve karşılık alma denkleminin ötesine geçerek angajman kuralları olarak adlandırılan şeye bağlandı. Bunlardan biri çatışmayı stratejik kontroller ya da coğrafi sınırlar olmaksızın kapsamlı bir bölgesel savaş olasılığına doğru taşıdı.
Beyrut ve Tahran'daki çifte operasyondan önce bölge ve dünya, Mecdel Şems olayının ardından İsrail'in Lübnan'a yönelik misilleme saldırısının yansımalarını kontrol altına almaya çalışıyordu. Uluslararası karar alıcılar olayın boyutuna odaklanmadan kontrol altına alınması gerektiğini vurguladı. Beyrut ve Tel Aviv yönetimlerinin karşılık vermesini engellemek için sözler ve taahhütler verildi. Ancak birkaç saat içinde yaşananlar, çatışmanın Lübnan'da kapsamlı bir bölgesel savaş için bahane olacak açık bir savaşa dönüşme ihtimaline dair spekülasyonları arttırdı.
Bu, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun dünyaya kulak tıkadığı ilk olay değil ve son da olmayacak. Netanyahu, Gazze'de uyulması gereken asgari şartlara cevap vermedi. Verdiği misilleme yanıtından önce kendisiyle müzakere eden herkesi aldattı. Savaşı, uymaya söz verdiği noktadan başlattı. Başlattığı savaşta hukuka uymadı. Beyrut'un güney banliyölerine saldırı düzenledi. Birkaç saat sonra da Tahran'a saldırdı. Bir tarafa şu mesajı verdi: ‘Artık her şey mümkün.’
Netanyahu'nun zihniyetinde her şey mümkün ya da mübahtır. Bu durum şaşırtıcı değildir. Ancak asıl sürpriz, çatışmayla ilgilenenlerin, İsrail'in Filistin halkına karşı savaşının ilk ayında Tel Aviv'i ziyaret eden üst düzey bir Avrupalı güvenlik yetkilisinin aktardıklarını dikkate almamalarıdır. Bu önemli şahsiyet oradan Beyrut da dahil olmak üzere diğer bölgesel başkentlere geçti. Bu başkentlerde görüştüğü kişilere kelimenin tam anlamıyla İsrail çılgınlığı olarak tanımladığı şeyi aktardı. Özellikle Beyrut'ta, kendisine Güney Lübnan'dan başlayıp kuzeyde sona eren bir hedef haritası sunan ve fırsat doğduğunda Lübnan şehirlerini Gazze Şeridi'nin yerle bir edilen bölgelerine benzer hale getirmek için saldırgan niyetleri olan çılgın insanlar gördüğünü söyledi. Kendisine soru soran Lübnanlılara verdiği cevaplarda Tel Aviv'in iç maliyeti ve dış yansımaları ne olursa olsun uzun ve yıkıcı bir savaş için kararını verdiğini açıkladı.
Benzer bir tutum, ABD'nin Lübnan Özel Temsilcisi Amos Hochstein tarafından Beyrut'a yaptığı son ziyaret sırasında da dile getirildi. Hochstein, Lübnanlıları Gazze'den ve güney cephesinden çekilmeye ikna edemedi. Ziyaret ettiği kişilerle açık savaş olasılığı hakkında kısaca konuşan Hochstein, sivillerin, özellikle de çocukların öldürülmesine yol açacak yanlış bir hesaplamanın çatışmanın seviyesinin tamamen değişmesine yol açabileceğini dile getirdi.
Aksa Tufanı Operasyonu’nun ikinci gününden itibaren Tahran ve Washington'un çatışmayı genişletmek istemedikleri açıktı. Aynı zamanda Tahran'ın kendi kontrol ettiği grupların çalışmalarını kontrol etme kapasitesine sahip olduğu da belirgindi. Ancak kafası karışık ve seçimlerle meşgul olan Washington, savaşın ilk gününden itibaren Netanyahu'yu kontrol edemedi. Netanyahu da bölgeyi çatışmaya itmek için her türlü fırsattan ya da hatadan yararlandı. Şu anda da ayartıcı ve utanç verici uygulamaların en uç biçimlerini uygulayarak yaptığı şey bu.
Siyasi açıdan İsrail'in Fuad Şükür suikastından sonraki ilk tutumu, Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani'nin öldürülmesinden sonraki çözüme benzer bir çözüm önermeye daha yakındı. Söz konusu süreçte İsrail, İran'ın Irak'taki Amerikan Aynu’l Esed Üssü’ne tepkisini sınırlandırarak Tahran yönetimini Washington'la sert bir çatışmadan kurtardı. Bu durum Hizbullah için kabul edilebilir olmadı. Şimdi İran, Hamas hareketinin lideri İsmail Heniyye'nin kendi topraklarında öldürülmesini önleyemediği için bir yanıt vermek zorunda. Bu yanıt Şam'daki konsolosluğuna yapılan saldırıya verilen yanıta benzer mi olacak? Yoksa İran, Hizbullah’ın güney cephesini nicelik ve nitelik olarak genişletmekle mi yetinecek? Veyahut Tel Aviv yönetimi artık meşru bir hedef haline mi geldi?