Ortadoğu'da çatışma tüm şiddetiyle sürüyor. Öyle ki, bölgemiz kimsenin yaklaşmak istemediği "çürük domates" haline geldi. “Lübnan'ın olası işgali”, “Mecdel Şems'te çocuklar öldürüldü”, “Refah katliamı” veya “Hartum'da Sudanlı kadınlara tecavüz” gibi hoş olmayan haber başlıkları ve Suriye, Irak, Yemen, Libya ve tabii ki Ortadoğu'da gerilimin odağı olan Filistin'den gelen benzer haberler bunu gösteriyor.
En azından son yarım yüzyılda Ortadoğu'daki çatışmalar ister milliyetçi, ister İslamcı, ister solcu olsun, "ideolojik" nitelikteydi. Bu ideolojilerden birini benimseyen her grup, "kendi fikirlerinin kesinlikle doğru, diğerlerinin ise kesinlikle yanlış" olduğuna hiç şüphe duymadan inanırdı. UNESCO’nun ana binasının kapısında yer alan sloganı şöyle der: "Savaşlar insanların zihinlerinde doğduğuna göre, barış kaleleri de onların zihinlerinde inşa edilmeli." Bu, uzun insan deneyiminin sonucu olan doğru bir söz.
Geçtiğimiz haftalarda başlığı “Şam Sabahı”, alt başlığı ise geçen mayıs ayında eski İran cumhurbaşkanı ile birlikte ölen “Dr. Hüseyin Emir Musevi'nin Anıları” olan bir kitabı okumakla meşguldüm.
Okuyucu, giriş kısmından kitabın kolektif bir çabanın ürünü olduğunu, yazımına ellerinin altında belgeler olan çok sayıda kişinin katıldığını, bir kişinin değil, bir devletin görüşünü temsil ettiğini anlıyor. Kitap, İranlı okuyucuyu izlenen politikaların doğruluğu konusunda ikna etmek için Farsça olarak yayımlanmış. 2023’te Beyrut’ta yayınlanan Arapça çevirisinde ise çevirinin Arap gözlemciye verebileceği rahatsızlık dikkate alınmamış. Kitapta komşu ülkeler, halklarının kabul etmeyeceği bir takım sert ve acımasız vasıflar ile anılıyor.
Kitapta açık ve net tarihsel hatalar var ama buradaki tartışma konumuz kitabı akademik açıdan eleştirmek değil. Amaç, sayfalar boyunca benimsediği ve “yıkıcı bir siyasi ideoloji” olan ideolojiye bakmaktır. Ancak şunu da belirtmeliyim ki buradaki eleştiri ne asil Şii mezhebine ne de İran tarihine yöneliktir. Eleştiri, mevcut rejimin taşıdığı siyasi fikir sıralamasına ve bu fikirleri taşıyanların gözlerini bile kırpmadan, bunların gerçeklikten ne kadar kopuk ve ne kadar “çelişkili” olduğunu görmemelerine yöneliktir. Kitap Tunus'ta, Mısır'da, Yemen'de ve ardından Suriye'de yaşananları anlatıyor. İlk üçünde 2010'dan sonra yaşananları “İslam Baharı” olarak adlandırıyor. Ona göre bu, "İran devriminin bölgedeki etkisinin bir parçası", çünkü halklar "ebedi başkanlara ve miras bırakmaya" karşı ayaklandılar! Devrimlere karşı muhafazakâr Arap ülkeleri -bunları isimleriyle anıyor- ABD ile iş birliği içinde İran devrimine zarar vermek ve engellemek amacıyla bir karşı mühendislik yürüttüler!! Suriye'de yaşananlara gelince, Dera şehrine sızan bir grubun dış müdahalesiydi. Kitap burada okuyucunun aklını yok sayarak, Suriye'de “seçimlerin” yapıldığını da söylüyor. Yine okuyucunun aklını yok sayarak Mısır, Yemen ve Tunus'ta da seçimlerin yapıldığını söylüyor. Keza asıl Suriye’de yönetim babadan oğla geçmişken, bu ülkelerde yönetimin miras bırakılması ihtimali ufukta belirdiği için devrimlerin yaşandığını anlatıyor. Dahası kitap, İran'ın Suriye'ye müdahalesinin "Hz. Zeynep Türbesini ve çevresini" korumak olduğunu söylüyor ama onun binlerce yıldır orada olduğu ve hiçbir zarar görmediği gerçeğini gözden kaçırıyor!! En tuhafı da “ebedi başkanlıkları” kınarken, Dini Lider’in “ebedi başkanlar” kategorisinde yer almasının yanı sıra, hiçbir zaman hata yapmadığının kabul edildiği gerçeğinin üzerinden atlaması.
Kitap, Bahreyn'de yaşananların (kimin bulunduğunu belirttiği) bir dış müdahale nedeniyle yarım kalan bir “devrim” olduğunu söylüyor!
Kitapta İslam Baharı’na karşı tutumun; Amerikalıların ve Arap muhafazakarların, İran İslam Cumhuriyeti'nin kurucusunun da öngördüğü gibi, olup bitenin "siyasal İslam'ın uygulanması" olduğunu hissetmelerinden kaynaklandığı düşünülüyor. Ona göre İmamın fikirleri halklar için ilham kaynağı olmuştu.
Kitap, karşı güçlerin stratejisinin bir bölümüyle, “İran'ın bölgedeki direniş ekseni içerisinde koruduğu uygulayıcı kollarını kesmek” olduğuna inanıyor. Söz konusu kollar ise “Lübnan'da Hizbullah, Filistin'de Hamas ve İslami Cihattır.” “İran'ın bölgedeki kolları" ifadesi, kitapta denildiği gibi “İran’da güvenliğin bozulmasını engelleme” ve yine kendi tabiriyle ABD'nin "yılanın kafasını ezme" stratejisini durdurma amacını taşıyan müdahalesinin büyüklüğünü itiraf ediyor.
Yazar başka bir yerde de “Suriye'de güvenliği bozmanın” taşlarının Arap televizyon ağları tarafından döşendiğine inanıyor. Medyanın saldırıya hazırlık görevini üstlendiğini söylemesi, daha önce söz konusu ağların “İslam Baharı sırasındaki” rolünü övmesiyle çelişiyor.
Kitap, ekler hariç 274 sayfadan oluşuyor ve yukarıdakiler kapsamlı bir sunum değil, içeriğinin özetidir. Burada amaç, İran'ın bölgede benimsediği, kendi başına çelişkileri tespit edemeyen ve kendi vizyonunu komşu halklara empoze etmek isteyen katı siyasi ideolojinin, hayali ve gerçekçi olmayan tablosunun sahneyi nasıl yönettiğini göstermektir.
Bugün Ortadoğu'daki tüm çatışma sahneleri bu ideolojiden kaynaklanıyor. Bu ideolojinin, iç çelişkilerine ve uluslararası ilişkiler matrisiyle uyumsuzluğuna rağmen, kabul etmek gerekir ki, toplumsal dokumuzun bir kısmı bunu benimsemeye çalışıyor ve bu noktada da gördüğümüz tüm bu yıkımlara neden olan yanlış bir farkındalık oluşuyor.
Son söz; Arap bölgesindeki her karar vericinin bu kitabı okuması şart, çünkü değişim zihinlerde başlar!