Ne İran ne de İsrail uzun ve doğrudan bir savaşa girişmeyecek. Şu anda yüzeyde görünen, "siyasi bir göz boyamadan” başka bir şey değil.
Açıklamaların satır aralarını okuyan herkes bunu anlayacaktır. Görünüşe göre her iki taraf da artık diğerinin gücünü biliyor. Geçtiğimiz nisan ayında yaşanan ve İran'ın Gerçek Vaat (!) adını verdiği çatışmanın ardından İsrail yapılan propagandanın aksine, "İran'ın gücünün sınırlarının" daha az olduğuna ikna oldu. Tahran da “İsrail'in varlığını silmenin” saf insanların tüketmesi için kullanılan slogandan başka bir şey olmadığına ikna olmuş durumda.
İki taraf vekaleten ve kendi toprakları dışındaki topraklarda savaşacak ve bu, oyunun kurallarını değiştirmeye yönelik stratejik etkisi olmayan sınırlı bir savaş, kurbanları da Araplar ve bazı yurtları olacak.
Arap medyasında birçok kişi Heniyye'nin Tahran'da suikasta uğraması hadisesinin ayrıntılarını tartışmaya odaklandı ve bazı yorumlar efsane ve hayallere yakındı. Bazıları amaçları anlamayı ve analiz etmeyi göz ardı ettiler. Yani İsrail'in büyük olasılıkla "İran'ın daimî düşmanı" olmadığını görmezden geldiler. İsrail'in Tahran'a yönelik düşmanlığı, İbrani devletine ve uluslararası ticarete büyük ya da küçük “sıkıntı" oluşturan, "İran’ın kolları" olarak adlandırılan örgütlere verdiği destekle sınırlı.
İşin gerçeği, İran rejimi “devletin gereklilikleri” ile “devrimin gereklilikleri” arasında gidip geliyor ve bu hiç de kolay bir mesele değil. Mevcut İran rejiminde her iki taraf için de çıkarlar oluşturuldu, güçler geliştirildi, kurumlar inşa edildi ve her ikisi de görünürde cumhuriyetin destekçisi iken altta birbiri ile çelişen ajandaları var. İkisinin de diğerinden kurtulma imkânı yok. İran'da, bu zorlu ikili denklemin dışında radikaller ve reformistler arasında üçüncü bir taraf daha var; bunların bir kısmı "iç ve dış" muhalefet grupları halinde örgütlenmiş iken, bazıları da örgütsüz. İran'daki en büyük kesimi oluşturuyorlar ve tüm etnik, bölgesel bileşenleri kapsıyorlar. Alenen ya da gizlice kalkınma, modern eğitim ve uluslararası toplumla uyuma dayanan modern bir devlet talep ediyorlar.
"Devrimin gereklilikleri" adı verilen grup, kendisine aşılması zor çıkarlar geliştirdi ve bu nedenle rejim, onu tatmin etmek amacıyla özellikle son olarak Tahran'da Heniyye'nin öldürülmesi gibi önemli gördüğü zamanlarda yürüttüğü "duygusal" seferberlik için yoğun çaba harcıyor. Onu yatıştırmak için sert açıklamalar yapılıyor. Gerçek şu ki, rejim sloganlarının esiri olmuş durumda ve totaliter ülkelerde hep böyle olmuştur ve olmaya da devam ediyor.
Heniyye'nin öldürülmesine verilecek yanıt tartışılırken, İran devleti ile Yemen'deki Husiler, Lübnan'daki Hizbullah ve Irak'taki silahlı örgütler gibi bazı milis gruplar arasında nasıl yanıt verileceği konusunda "istişare" yapılması çağrısında bulunuldu. Bu, yeni ve tuhaf bir siyasi olgu olabilir. Zira BM tarafından tanınan, dünyanın birçok ülkesinde büyükelçileri bulunan, uluslararası hukuka uygun olması gereken merkezi bir hükümete sahip bir devlet ile terimin taşıdığı tüm olumsuz çağrışımlarla uluslararası alanda “terörist” olarak sınıflandırılan, kanun dışı görülen ve bizzat kendi ülkelerinde tartışmalı olan milis grupların oluşturduğu bir ittifaktan bahsediyoruz. Nitekim Hizbullah demek Lübnan demek değil, Husi demek de Yemen demek değil. Aynı şey Irak'taki silahlı örgütler için de geçerli. Bu ülkelerin hepsinde hükümetler var, bazıları nispeten etkili, bazıları ise göstermelik ama bunlar dünya ülkeleri tarafından tanınan hükümetler ve milis gruplar bu hükümetlerin dışında faaliyet gösteriyor ve aynı zamanda onları engelliyorlar. Amaç, söz konusu milislerin ittifakın gayeleri için kullanılmasına devam edilmesi ki, bu da Tahran'ın doğrudan çatışmaya girme konusunda isteksiz olduğunu gösteriyor. İran’ın bu politikası yeni de değil.
Tahran, bazı basit ve saf insanların inandığı "arenaların birliği" yanılsaması altında Aksa Tufanı operasyonunu teşvik etti. Ama Gazze'de yaşanan büyük çatışma ve katliama Güney Lübnan'dan atılan bazı füzeler dışında seyirci kaldı. Eş zamanlı olarak siyasi alanda gürültülü ve abartılı sloganlar taşıyan bir “siyasi göz boyama” kampanyası başlatıldı. Bunun bedelini öncelikle Gazze’de olduğu gibi Lübnan'da, Yemen'de, Suriye'de ve Irak'ta Arap halkları kanları ile ödüyorlar. İran halkı ise buna birçok maddi ve hatta insani kaynak harcıyor. Ama bu aynı zamanda İran içindeki memnuniyetsizliği de büyütürken, İran halkını insan onuruna yakışır bir yaşamdan, ekonomik kalkınmadan, komşularıyla ve dünya ile siyasi istikrardan mahrum bırakmaya devam ederek muhalefetin alanını genişletiyor.
Halklara hayal satma kargaşası içinde yaşadığımız sürece, bölgemiz ne yazık ki istikrara kavuşamayacak!
Son söz; en önemli gelişmeler açıktan değil, “kapalı arka odalarda” gerçekleşiyor ve orada pazarlıklar tüm hızıyla sürüyor!