Bölgedeki gelişmeler sanılanın aksine ertelenen felaketleri ile geniş çaplı bir savaşa işaret ediyor. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın geçtiğimiz günlerde yaptığı ve İsrail'in Tahran'ın göbeğinde ve Beyrut'un güney banliyösünde gerçekleştirdiği suikastlara canını yakacak yanıtlar verileceğini müjdeleyen konuşmasına rağmen, İran'ın açıkça müttefiklerinin ve kollarının Lübnanlı Hizbullah’ın liderliğinde yürüttüğü savaşın dışında bırakılması, savaşı reddeden tutumunu yansıtan bir ayna oldu. Öte yandan Hamas hareketinin, İsmail Heniyye'nin yerine Yahya Sinvar'ı oybirliğiyle başkan olarak onaylaması, Hamas'ın ikinci Humeynici versiyonunun doğuşuna işaret etti. Zira ilk İhvancı (Müslüman Kardeşler) Hamas versiyonu, insani ve askeri yeteneklerinin ve enerjisinin çoğunu kaybetti, siyasi yapısı parçalandı. Sinvar’ın seçimi aynı zamanda İran eksenine bağlılığın, Tahran ile yakın ittifakın ve askeri çözüme yönelik eğilimin de göstergesiydi. Binyamin Netanyahu ise Gazze'de vaat edilen ezici zaferin tökezlemesinin ardından savaşı kuzey sınırlarına taşıma çabasında. Hizbullah’ı sınırdan uzaklaştırmak için bunu kaçırılmaz bir fırsat olarak görüyor. Dahası Hizbullah’ın da ötesine uzanıp, savaşı doğrudan İran'a doğru genişletmeyi amaçlıyor. Ancak onun kaderi, ABD'nin kırmızı kalmaya aday yeşil ışığı olmadan bu savaşa girişemeyecek olması. Netanyahu, ABD'yi kendi savaşlarına sürüklemek ve bir sonraki yönetime bir oldu bitti empoze etmek için bundan sonra ABD seçimlerine kadar provokatif uygulamalarından caymayacak.
Amerikan diplomasisi Gazze'de bir uzlaşı üzerinde sıkı ve ciddi bir şekilde çalışıyor ve bu sayede Netanyahu'nun savaşı Lübnan'a genişletmesini engellemeyi umuyor çünkü onlara göre bunun hiçbir mazereti yok. Bazı kaynaklara göre içeriğini bilmediğimiz Amerikan arabuluculuğu, İran'ı, başkentinde Heniyye’ye düzenlenen suikasta yanıtının kontrollü olmasına ikna etmiş görünüyor. Nasrallah da İran'ın, rolleri ve misyonları tanımlanıp dağıtıldıktan sonra müttefiklerinin bölgede sürdürdüğü savaşlara daimi olarak katılmak zorunda olmadığını söyleyerek bunu ima etti. Aynı durumun koşullarının özellikleri nedeniyle Suriye için de geçerli olduğuna işaret etti.
Hiç şüphe yok ki, bir yanda İran ve ekseni, diğer yanda İsrail, Gazze kapsamını aşarak bölgeyi de kapsayacak bir savaş peşinde. Bu, iki karşıt yaklaşım, vizyon ve inanç arasındaki bir savaş; Nasrallah denizden nehre bir Filistin'den bahsediyor, Bezalel Smotrich ise denizden nehre bir İsrail'den bahsediyor. Aralarındaki fark savaşın kapsamı ve taraflarıdır. İran, kendi yörüngesinde dönen ülkelerin arenalarını istediği gibi kullanarak, bir yerden başka bir yere taşınan, neredeyse çökmeye başladığına ikna olduğu düşmanın enerjisini tüketen, düşük seviyeli bir savaş istiyor. Netanyahu, ya İran'ın nükleer projesini yerle bir etmek -ki umudu bu- ya da yalnızca savaşta uzman ve herhangi bir gerçekçi taviz vermeye hazır olmadığından, hiçbir bileşenine sahip olmadığı büyük bir uzlaşı için İran'a kadar uzanan geniş çaplı bir savaş hedefliyor.
Şimdiye kadar İran'ın Netanyahu'nun eşi görülmemiş şekilde gerilimi tırmandırmaya yönelik planını bozduğu söylenebilir mi? Netanyahu ve çevresindeki yönetici grup, müttefiklerinin sponsoru Tahran'ın uzak olduğu sürece yıpratma savaşının savaş alanlarındaki yansımalarını umursamayacağı uzun bir yıpratma savaşını kabul edecek mi? Nasrallah daha önce direniş ekseninin, onlarca yıllık İran politikalarını uygulayan, sınırları dışında İran adına savaşan, savaşları kendisinden uzak tutmaya çalışan İran'ın koruyucu kalkanı olduğunu açıklamıştı. Ulus-devletleri tamamen göz ardı edip, kendisini onların meşru temsilcisi olarak konumlandırarak, direniş stratejisinin oluşumların, devletlerin, hükümetlerin ve orduların üzerinde olduğunu söyleyerek de bunu teyit ettii. İsrail'in İran topraklarındaki askeri operasyonlarından sonra bu strateji hâlâ geçerli mi? Cevap karmaşık ve yalnızca Netanyahu'nun aklından geçenlerde bulunabilir.
İran'ın İsrail'e verilecek doğrudan ve sert yanıta katılmayacağı doğruysa, direniş ekseninin başkenti Beyrut'tan bir yanıt gelmesinin daha muhtemel olduğu görülüyor. Bu da Netanyahu'nun savaşı tek seferde veya kademeli olarak kuzeye doğru genişletmesine olanak tanıyan kıvılcım olabilir. Askeri operasyonların güneyini aşıp diğer bölgelere yayılması olasılığının gölgesinde Lübnan bir kaygı, beklenti ve bitkinlik hali yaşıyor.
Ortadoğu'daki savaşın, özellikle Gazze ve Güney Lübnan'daki savaşın, İran-İsrail geriliminin geleceği, Amerikan seçimlerinin sonuçlarına bağlı olmaya devam ediyor. Rakip iki parti savaş konusunda iştahlı değil ve ister Donald Trump ister Kamala Harris olsun amaç, savaşları ve çatışmaları bitirmek, ama her birinin bunun için bir yöntemi var. Tahran'ın Trump'a yönelik suikast girişimine karıştığı konusunda ortaya çıkanların onun kaygılarını ifşa ettiğine de işaret edilmeli.
Mevcut Demokrat yönetimin bu pervasız ve tehlikeli dizginsizliğin karşısında bölgesel güvenliği güçlendiren, Netanyahu ve fanatik grubu iktidarda olduğu sürece, Arap-İsrail normalleşmesi süreci dışında, bazı önemli Arap ülkeleriyle güvenlik, siyasi ve ekonomik iş birliği ve ortaklık anlaşmalarını hızlandıran bir girişimde bulunması, bazı iyimserler için hâlâ bir umut ışığı olmaya devam ediyor.