Mahmud Muhyiddin
Dünya Bankası eski Başkan Yardımcısı. İngiltereWarwickÜniversitesi'nden Finans Ekonomisi alanında doktora ve York Üniversitesi'nden yüksek lisans derecesine sahiptir.
TT

Geleceğin Zirvesi: Uluslararası sahanın düzenlenmesi  

Liderlerin New York'taki BM Genel Merkezinde katılacakları toplantılara hazırlık amacıyla ülke temsilcileri gelmeye başladı. Tartışılacak en önemli konular arasında Geleceğin Zirvesi'nin çok taraflı uluslararası sistemin canlandırılmasına adanan diyalogları yer alıyor. Bu girişimi, dünyanın karşı karşıya olduğu meydan okumaların üstesinden gelmek için uluslararası iş birliği imkanları ve kurumlarına olan güveni yeniden tesis etmek için bir fırsat olarak görüyorum. Geleceğin Zirvesi’ni düzenleme çağrısında bulunan inisiyatifin sahibi BM Genel Sekreteri António Guterres'in dünyanın “güven açığı” yaşadığı yönündeki açıklamasına cevaben söylediğim “bu açığın karşılığının krizlerde yaşadığımız fazlalık” olduğu yorumumu tekrarlıyorum.

Daha önce siyaset sahnesinde ön plana çıkan pervasız ahmakların dünyanın yaşadığı güvenlik, insani ve iklim felaketlerine sebep olduğuna, ekonomi ve kalkınma işlerinin yönetimini üstlenen akılsızların verdikleri zarara, geride borç krizleri, yüksek fiyatlar, işsizlik ve yoksulluktan başka bir şey bırakmadıklarına değinmiştim. Bütün bunlar, kaynak ve zenginlik sıkıntısı çekmeyen, fakat kendisini yaşadığı umutsuzluktan ve çeşitli ülkelerde gençleri kuşatan ümitsizlikten kurtaracak liderlerden yoksun bir dünyada yaşanıyor.

Uluslararası iş birliği sistemini yeniden canlandırma çabası, barış, güvenlik, finans ve kalkınmayla ilgili kurumlarının dünya çapındaki güç dengelerinde yaşanan değişiklikleri yansıtacak şekilde yenilenmesini gerektiriyor. Keza halkların ve hükümetlerin isteklerini daha iyi temsil edecek, finansman, kaynaklar ve bunların kullanımının verimliliği açısından daha etkili, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkilerde daha yetenekli olacak şekilde yenilenmeli. Bu, İkinci Dünya Savaşı'nın etkileriyle o dönemde şekillenen dünyadan çok farklı yeni bir dünyaya yakışacak şekilde, asgariyle yetinme ve alışkanlıktan dolayı eskimiş koşulları sürdürme durumuna karşı bir başkaldırmayı gerektiriyor. Bu savaştan sonra galip gelenler tarihi yazmakla- ki bu galiplerin doğal kazanımıdır- yetinmediler, 1940'lı yıllardan bu yana dünyada meydana gelen değişimlere ayak uydurabilecek somut bir değişiklik yapmadan, uluslararası çalışma kurumlarını kendi kapsamları dahilinde çalışmaya zorlayan tüzükler, anlaşmalar ve geleneklerle savaş sonrası geleceğe yönelik çalışma kuralları oluşturdular. İşte bu uluslararası kuruluşların tesisinin üzerinden 80 yıl geçti ve 2044 yılında da çağa ve yükselen güçlerine yakışmayan farklı çalışma kuralları, farklı ağırlıklar, farklı haklar ile birlikte 100 yaşına girecek.

Aşırı bir şekilde değişen dünyada, bazı insanların ulusların koşullarının yaşadığı dönüşümü ve nasıl değiştiğini fark etmemelerine hayret ediyorum. Onlar için zamanın sanki ülkelerin göreceli zayıflığı ya da gücü değişmeden hâlâ belirli bir anda durmuş gibi olduğunu görüyoruz. Onlara göre, bir zamanlar büyük olan ülkeler, ilerleme imkanlarından ve gücün tezahürlerinden süresiz olarak yararlanmaya devam edecekler. Bu nedenle bu ülkeler zayıflık belirtileri gösterdiğinde bunu hemen inkâr ediyorlar ve bunun geçici bir semptom olduğunu öne sürmekte yarışıyorlar. Kadim bir ihtişama sahip bu takip edilen ülkelerin takipçilerinin, bu ülkelerin güç ve ihtişam işaretlerini kaybettiklerine dair parlak gerçeği en çok inkâr edenler arasında olması yaygın bir görüntüdür. Hem de söz konusu ülkelerin bizzat sakinlerinin, bugünlerinin, şanlı dünlerinden daha az önemli olduğunu sözlü ve fiili olarak kabul etmelerine rağmen.

Güvenlik Konseyi'nin dünyamızın karşı karşıya olduğu en tehlikeli kanlı savaşları ve çatışmaları çözmesini engelleyen bir felç yaşadığının farkındayız. Uluslararası barışı tehdit eden su gibi varoluşsal sorunlardan ve siber güvenlik, uzayın yönetimi ve kaynakları üzerindeki rekabet gibi ortaya çıkan diğer sorunlardansa bahsetmiyoruz bile. Hayati öneme sahip ve vazgeçilmez çalışmalar yürüten barışı koruma güçlerinin finansman sıkıntısı çektiğini biliyoruz. Paris İklim Anlaşması ve taahhütlerinin ve o tarihten bu yana düzenlenen yıllık iklim zirveleri sonrasında alınan yeni kararların, zayıf finansman, iklim ile ilgili eylem alanlarında teknolojik iş birliğine yönelik kısıtlamalar ve zayıf hesap ve yönetişim nedeniyle dünyaya zarar veren emisyonları azaltmada başarılı olmadığını biliyoruz. Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin yalnızca yüzde 15'inden azının 2030 yılına kadar gerçekleştirilme yolunda olduğunu, hedeflerin geri kalanının ya hedeften saptığını ya da 2015'treki başlangıç ​​noktası ile karşılaştırıldığında daha kötü durumda olduğunu biliyoruz.

Şu söz sıklıkla dile getirilir: “Mevcut uluslararası çalışma kurumları olmasaydı, biz onları tesis ederdik.” Uluslararası iş birliğinin ve çok taraflı kurumlarının anlaşmazlıklar, çatışmalar ve daha yıkıcı savaşlar dışında alternatifi olmadığını söylemekte bir beis yok. Ancak uluslararası kurumların etkinliği onların güvenilirliğine, meşruiyetine, kamuoyu tarafından kabul edilmelerine ve yönetimlerinin etkinliğine bağlıdır. Buna ek olarak çalışanlarının çabalarını desteklemek için gerekli mali kaynaklar da yeterli olmalıdır. Her ne kadar kadroları kendi bölgelerini ve toplumlarının önceliklerini daha iyi bilen Küresel Güney’den çalışanlarının daha fazla katılımına ihtiyaç duysalar da bu çalışanlar kendi alanlarındaki en yetkin kişiler arasında yer alıyorlar.

Bazıları Geleceğin Zirvesi’nin ele alacağı konuların yeni olmadığı yargısına varmakta acele edebilir ama biz burada, giyim ve aksesuarlardaki geçici akımlar gibi, bazı insanların bir süre ele alıp sonra bir kenara attığı bir modadan bahsetmiyoruz.  Adalet, barış, güvenlik ve kalkınma hakkı konuları medeniyetlerin ortaya çıkışı kadar eskidir ancak çağın ve koşulların değişmesiyle birlikte bunları gerçekleştirmeye yönelik yaklaşımlar, özellikleri, araçları ve dengeleri de değişiyor. Geleceğin Zirvesi'nde dünya liderlerini sorumlulukları ile yüzleştirmek için çeşitli çözüm ve politikalar sunulacak. Her halükârda neredeyse sadece iki konu arasında bir tercih yapılabilir; barış ya da savaş. Güvenlik ya da kaos? İlerleme ve kalkınma ya da gerilik ve yoksulluk?

Jeopolitik zorluklar, mevcut savaşlar ve dökülen masum kanlar, ekonomik krizlerin körüklediği ırkçı dalgalarda artış, iktidar için yarışan dillerin tekrarladığı boş popülist söylemlerden oluşan bir atmosferin gölgesinde, aklı ve vicdanı olan insanların arzuladığı emellere ulaşmak imkânsız olabilir. Ancak burada Nelson Mandela'nın temsil ettiği olağanüstü Afrika liderliğinin şu sözü akla geliyor: Her şey oluncaya kadar imkânsız görünür. Çeşitli türden kötü imkansızlıkların gerçekleştiğine tanık olduk. Geleceğin Zirvesi belki güzel türden imkansızlıkların başlangıcını da beraberinde getirir.